İmil Emin
Mısırlı yazar
TT

Gittikçe genişleyen ve göz kamaştıran 2030 Vizyonu

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ile yapılan son televizyon röportajı, Suudi Arabistan’ın bilge ve sağduyulu bir liderlik tarafından yönetildiğini onayladı. Ülkesinin devlet kanalına verdiği ve 2030 Vizyonu’nun beş yıl içinde elde ettiği başarılara değindiği mülakattan sonra, Veliaht Prens Muhammed’in Google arama motorunda en çok arananlar listesinin başında yer alması doğaldı.
İki saatten fazla bir süre içinde Prens Muhammed, dinleyicilerini fıkıhtan, siyaset, ekonomi ve topluma değin ülkesinin tüm dinamik hayati alanlarında dolaştırdı. Bu, onun yetenekli bir stratejist olduğunu kanıtladı. İnsanlığı çağdaş krizlerinden kurtaracak net bir yol haritasının belirlenmesinin güç olduğu öfkeli, dalgalı, çalkantılı ve jeopolitik açıdan sıkıntılı bir dünya denizinde gemisine modernizasyon ve inovasyon yolunu açabilen kaptan kimliğini tasdik etti.
Aklımıza ilk şu soru geliyor; Veliaht Prens konuşmasına neden ekonomiden başladı?
Elbette, Napolyon’un dediği gibi yalnızca ordular değil, halklar da mideleri üzerinde yürürler. Buradan hareketle, Suudi Arabistan lokomotifinin siyasi liderliği ile dahili ve harici ekonomik gelişmeler ve dönüşümler arasındaki yakın bağlantı anlaşılır hale geliyor.
Gelecek Suudi Arabistanlı nesiller için 2030 Vizyonu’nun en yararlı ve büyük yönü, yaratıcı yapım için yeni yollar açabilen özgür, küreselleşmiş ekonomi alanlarında düşünme yeteneğidir.
Petrol gelirleri geçen yüzyılda Suudi Arabistan ekonomisini iyi bir biçimde destekledi, ancak doğrudan ham petrol satışına dayanan rantçı gelirden uzakta, alışılmışın dışında bir ekonomik gidişata ihtiyaç olduğu kesinleşti.
Son beş yılda Suudi Arabistan sahnesini içeriden takip etme fırsatı elde edenler, turizm ve ticaretten, her türlü endüstri, eğlence ile sosyolojik ve finansal önemine kadar inovasyon ekonomisinin açtığı alanlara kendi gözleriyle tanık oldular. Kendi ile uzlaşma ve ötekine karşı hoşgörü, aşağılık veya kendini küçük görme hissiyle değil, yapıcı, ahlaki, entelektüel temellere ve bakış açılarına dayanan denklik hissiyle dış dünya ile köprüler kurma sürecini izlediler.
Rakamlar her zaman dürüsttür ne yanıltıcıdır ne de süsleyicidir. Bu rakamlardan sadece bir tanesi bile örnek olarak yeterlidir; 2015 yılına kadar Suudi Arabistan’da petrol dışı sektördeki ekonomik büyüme, iddiasız bir hızda iken, 2019'un dördüncü çeyreğinde yüzde 4,5 oranında bir büyüme kaydetti. 2020 yılında korona salgını dünyayı vurmasaydı, petrol dışı sektördeki büyüme yüzde 5’e ulaşabilirdi. Salgının sona ermesiyle birlikte söz konusu sektördeki büyüme yeniden toparlanacaktır.
Petrol dışı gelirlerdeki artışın 166 milyardan 350 milyar Suudi riyaline yükselmesi ne anlama geliyor?
Cevap basit olabilir; bu, daha fazla iş fırsatı yaratılması ve gayri safi milli hasılanın yükselmesi demek. Ancak, en önemli yanı, son beş yıldaki ekonomik reformlar gerçekleşmeseydi, böyle bir patlama ve yükselişin yaşanmayacak olmasıdır. Nitekim daha önce altı devlet kurumu aracılığıyla alınması günler süren ticari sicil artık e-devlet ile yarım saat içinde alınabiliyor.
Ekonomistler sermayenin korkak olduğunu söylerken kesin bir gerçeği açıklıyorlar, zira sermaye mümkün olan en büyük geliri elde etmek için kendisine istikrarlı iklimler arar. Suudi Arabistan bir büyüme ve refah vahası haline geldiğinden, yabancı yatırım üç katına çıktı ve yıllık 5 milyar riyalden 17 milyara yükseldi.
Ekonomiden dış politikaya geçiş yapalım ve Suudi Arabistan için iki önemli kısmı üzerinde duralım. Bunların birincisi, yakın bölgesel çevre, ikincisi coğrafi olarak uzak ve Suudi Arabistan’ın tarihsel ittifakları ve dış siyasi ilişkileriyle bağlantılı.
Birincisi ile Suudi Arabistan’ın İran İslam Cumhuriyeti ile ilişkisini kastediyoruz. Veliaht Prens Muhammed bin Selman, İran’ı Suudi Arabistan’ın kendisi ile iyi ilişkileri olmasını arzuladığı komşu ülke olarak tanımladı ve ekledi; “İran'ın zor durumda olmasını istemiyoruz, tam tersine İran'ın büyümesini ve ortak çıkarlarımız olmasını istiyoruz. Bölge ve dünyada büyüme ve gelişmeyi teşvik etmek için bizim İran’da İran’ın da bizim topraklarımızda karşılıklı menfaatleri olmasını arzu ediyoruz”.
Bu ifadeler önemli bir noktayı yansıtıyor; o da işe yaramaz bir politik kireçlenmeye veya radikal bir kimlikçiliğe kapılmadan esnek düşünme becerisi. Bu, Suudi Arabistan dış karar alma sürecinin, ülkenin çıkarlarını, çatışmaya yol açan parçalanma ve rekabete değil, dayanışma ve iş birliğine dayalı pozitif ve bir arada yaşama çağrılarını temel aldığını kanıtlıyor.
İkinci kısım, Suudi Arabistan’ın, hala dünyadaki olayların temel lokomotifi olan Amerika Birleşik Devletleri ile ilişkisiyle bağlantılı. Bu kapsamda Veliaht Prens, ABD’nin Suudi Arabistan’ın stratejik ortağı olduğunu vurguladı ve şunu ekledi, “Suudi Arabistan ve ABD çıkarlarını ilgilendiren meselelerde Biden yönetimi ile aramızda yüzde 90 fikir birliği var. Anlaşmazlık payı ise artabilir veya azalabilir”.
Bu vizyon kesin bir gerçeğe işaret ediyor; müttefiklerden istenen ne tam bir örtüşme ve uyum ne de çakışma değildir. Ortada bir anlaşmazlık payının olması doğaldır ve bu iki büyük egemen devlet arasındaki ilişkinin boyutlarında sağlıklı bir dinamiği ifade etmektedir. İnanmayanlar, ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken'ın ABD'nin Suudi Arabistan ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman ile on yıllarca birlikte çalışmaya devam etmeyi planladığı yönündeki son açıklamalarını gözden geçirebilir.
Vizyonerinin tanımladığı gibi 2030 Vizyonu, içtihat kapısını yeniden açan ve zihinleri kapatmaya karşı çıkan bir gerçektir. Elbette bu, fıkhi meseleler ile sınırlı kalmayıp, hayatın her alanını kapsıyor.