Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Bir sorun olarak “özgürlük”

Değerli bir meslektaşım, insanların özgürlük hakkında endişelenmelerinin ana sebebinin değişimle olan ilişkisi olduğuna dikkatimi çekti. Bu çerçevede birine, özgür olduğunu söylediğiniz zaman sanki şöyle demiş oluyorsunuz:
“Mevcut durumunuzdan, sizi geçmişe bağlayan yükümlülüklerinizden kurtulabilirsiniz.”
İnsanın özgürlüğü talep etmesi için tek sebep, içinde bulunduğu durumu değiştirme ihtiyacı duygusu ve onu fiziksel, zihinsel veya ruhsal olarak bir kısıtlama olarak hissetmesidir. Çünkü özgürlük tartışmasının tarihi, insanın kendisini ve evrende işgal ettiği yeri değiştirme girişimlerine paralel ilerlemektedir.
Özgürlük hakkındaki tefekkürün bilginin kapılarını açtığını ve hukuka ihtiyacı gündeme getirdiğini dile getirmek abartılı olabilir. Bunun bir abartı olabileceğini söylüyorum ve bundan dolayı bunun üzerinde şimdilik durmuyorum. Belki daha sonraki bir yazımda bu konuya tekrar dönerim. Ancak abartı korkusu olmaksızın söylenebilecek şey, insanın öğrendiği çoğu şeyin, özgürlük kavramı ve sorunları ile ilgili bir dizi boyuta ilişkin anlayışının gelişimi bağlamında geldiğidir.
Kölelik, konuyla ilgili ilk tartışmaların zeminini oluşturdu. Bazı insanlar, insanı köleleştirmeyi erdemin zıddı olarak gördü. Bazıları ise bunu, adaletin gereklerine aykırı olmayan doğal bir durum olarak gördü. 19.yy’da toplumun ekonomik ihtiyaçları öne sürülerek haklı gösterilmeye çalışılsa da köleliğin genel olarak tiksindirici olduğu yönünde bir izlenim oluştu.
Bu tartışmanın, özgürlüğün önündeki engellere, özgürlüğün kısıtlanmasına veya genişlemesine yol açan faktörlere kaymasının nedeni budur. Özgür olmanın anlamı, özgürlüğün sonuçları ve zararları hakkında onlarca çalışma yapıldı. 20.yy’ın ortalarında özgürlük tartışması, eşitlik ve adalet tartışmaları ile örtüştü. Özgürlüğü idealist bir arzudan günlük gerçekliğe dönüştürmek için toplumun ve devletin sorumluluğunu talep eden teoriler ortaya çıktı. Bu açıdan özgürlük, “sosyal adalet” kavramının bir parçası haline geldi. Sosyal adaleti merkeze alarak özgürlüğü dokumak, makul yaşam standartlarına ulaşılmaksızın özgürlük olasılığını reddeden Marksist muadiline karşı liberal yaklaşımın bir cevabıydı.
Belki bazı okuyucular, ulusal kurtuluş savaşlarını ve sosyal kurtuluş mücadelelerini meşrulaştırmak için kullanılan “Özgürlük, ekmekten daha değerlidir” sloganıyla ortaya çıkan tartışmaları hatırlayacaktırlar. Aslında bu kesin bir standart haline gelmedi. Özgürlük, mutlak anlamda ekmeğin gerisinde kaldı. Ancak Batılı kentleşme deneyimi, özgür insanın kendisine ve başkasına daha iyi bakabildiğini şüphe götürmez bir şekilde kanıtlamıştır. Fiziken, ruhen ve fikren kısıtlanmış kişi ise bunun tam tersidir. Bu kimse yerini terk edemez ve bulunduğu duruma alternatif düşünemez.
Çok eski zamanlardan beri, ilerlemenin, yani insan ve dünya sorunlarını çözmenin, doğanın kaynaklarını daha verimli kullanmaktan geçtiğine dair bir görüş var. Bugün ise yavaş yavaş görünür hale gelen daha farklı bir perspektif görüyorum. Bu perspektifin özü şudur: Çözümler insan zihninde mevcuttur. İnsanın ihtiyacı olan şey, bu çözümleri engelleyen anlayışların zincirlerinden kurtulmak ve özgürleşmektir. Bu, çoğu insanın bileceği gibi bir işin odağı olarak donanımdan yönteme (yazılıma) odaklanmaya eşdeğerdir.