Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Tek bir görüşten dini çoğulculuğa

Prens Muhammed bin Selman'ın Ramazan aynının ortasında yaptığı ılımlılık, sürekli çalışmak ve yenilik hakkındaki konuşması, ilgilenenlerin dikkatini çekti. Hatta bazıları bunu, “eşi benzeri görülmemiş” bir durum olarak nitelendirdi.
Bu sözlerin ve benzerlerinin son yıllarda üst düzey yetkililer tarafından tekrarlandığını biliyoruz. Ancak açıklık, bunların o sıra özür yahut savunma bağlamında söylenen bir tür ‘resmi dibace’ olarak kabulünü gerektirir. Bunlar, yabancı medyada resmî ideolojiye yöneltilen eleştirilere verilen cevaplardır. Veliaht Prens'in konuşmasının bu kadar dikkate değer olmasının sebeplerinden biri de geçmişte söylenenlerden farklı olmasıdır. Prens kendini haklı çıkarmaya çalışmadı ve savunmacı bir tutuma da sahip değildi. Dış eleştirilere yanıt vermekle ilgilenmiyordu. Ülkenin bugünü ve geleceği için en iyisi olduğunu düşündüğü yeni bir yaklaşımdan bahsediyordu.
Bu konuşmayı, hükümetin son dört yılda benimsediği politikaların toplamını ifade eden genel bağlama oturtuyor ve değerlendiriyoruz. Bu, Veliaht Prens’in eski bir söylemin yeni versiyonunu değil, yeni bir söylem ortaya koyduğunu teyit ediyor. Bu münasebetle yeni söylemin başarısının, hizmet ettiği modelin sağlamlaştırılmasına bağlı olduğunu da belirtmek isterim. Evet, modernliğin ilkeleri ve modern devletin ihtiyaçları ile uyumlu model.
Bu bağlamda, Prens Muhammed'in önerdiği ‘ılımlılık ve rasyonalite’ kavramlarıyla güçlü bir bağlantısı olan iki unsura değineceğim: Kültürel ve dini çeşitlilik ilkesi ile modern bilimin merkeziyeti. Veliaht Prens, her konuda bir kişinin görüşlerine müracaat etmenin artık toplum ve devlet için uygun olmadığını belirtti. Bu sözü açmak istediğimizde temel amacının, dört, beş veya daha fazla mezhebe doğru genişlik değil, tüm görünümleri ve kaynaklarıyla bilimsel görüşlere açılmak olduğunu söyleyebiliriz.
Burada bilinen bir sorunla karşı karşıya kalacağız. Bu sorunun özü, geleneksel fakihlerin -metinden anladıkları ile çeliştiği takdirde- metni modern bilimsel kanıta üstün tutmaya alışkın olmalarıdır. Ayrıca naklin mutlak olarak akıldan üstün olduğu yönünde bir teori geliştirdiler. Kendi aralarında konuştukları şeylere, Allah’ın kitabından bir ayet ya da bedihi bir bilgi gibi muamele ediyorlar. Bu sadece bir görüşten ibaret olmasına rağmen, aralarından biri bunu söylüyor ve diğerleri kabul ediyor.
Burada naklin kaynaklığına işaret eden ayetler buna bir cevap teşkil etmez. Çünkü onlar gerçekte ayeti ve hadisi delil getirmiyorlar, bilakis onların amacına ve içeriğine ilişkin anlayışlarını delil getiriyorlar. Bir kişinin herhangi bir metni anlayışının, geçmişinden ve tarihsel ufkundan etkilendiğini biliyoruz. Bu sebeple herhangi bir kimsenin düşüncesi, metnin içerdiği anlamla aynı değil, muhtemel anlamlardan biri olarak düşünülebilir. Dolayısıyla geleneksel içtihadı başkalarına takdim etmenin ve metnin ondan üstün olduğu bahanesiyle bilimsel kanıtı reddetmenin hiçbir gerekçesi yoktur.
Sözün özü şudur: Çeşitliliğin pekiştirilmesi ve dini düşüncenin yenilenmesi, bilimsel kanıtların muteber bir şeriat olarak ele alınmasına bağlıdır. Kamuoyunda uygulanmadan önce içtihada, açık ve rasyonel bir nazarla bakılması gerekmektedir. Son olarak farklı dinlerden, mezheplerden ve eğilimlerden din kültürü kaynakları üzerindeki sansürün kaldırılması gerekmektedir.