Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 11: “Hafız Esed, aile üyelerinden çabuk etkilenirdi. İlişkimiz bazen kopma noktasına gelirdi”

Savunma Bakanı Hafız Esed (ortada), Başbakan Nureddin el-Atasi (solda) ve Baas Lideri Salah Cedid. (Şarku’l Avsat)
Savunma Bakanı Hafız Esed (ortada), Başbakan Nureddin el-Atasi (solda) ve Baas Lideri Salah Cedid. (Şarku’l Avsat)
TT

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 11: “Hafız Esed, aile üyelerinden çabuk etkilenirdi. İlişkimiz bazen kopma noktasına gelirdi”

Savunma Bakanı Hafız Esed (ortada), Başbakan Nureddin el-Atasi (solda) ve Baas Lideri Salah Cedid. (Şarku’l Avsat)
Savunma Bakanı Hafız Esed (ortada), Başbakan Nureddin el-Atasi (solda) ve Baas Lideri Salah Cedid. (Şarku’l Avsat)

Suriye’nin eski Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam, Şarku’l Avsat tarafından yayınlanan anılarının on birinci ve son bölümünde Suriye'de 1966-1970 yılları arasında Savunma Bakanı Hafız Esed ile ‘Baas" Yardımcı Genel Sekreteri Salah Cedid arasındaki iktidar mücadelesinin ve partinin yönetime gelmesinin aşamalarını tüm ayrıntılarıyla gözler önüne seriyor. Ayrıca Esed’in ‘mesajlarını’ Cedid ile müttefik olan Başkan Nureddin el-Atasi'ye iletmedeki rolünü aktarıyor.
Haddam, söz konusu döeneme ilişin anılarında 1970 yılının kasım ayında Esed’le görüşmek için Ordu Komutanlığı’na gittiğini söylüyor:
Ordudaki parti şubelerinin sekreterlerini durumu açıklamak üzere Atasi’ye göndermeyi önerdim. Çünkü General Salah Cedid'in halen ordunun gücüne sahip olduğuna inanılıyor olabilir (...) Atasi’nin evine gittiler. Onları kabul etti. Kriz hakkında görüştüler. Onları partiden ihraç etme kararı ile şoka uğrattı ve ‘Partinin Genel Sekreteri olarak sizleri ihraç ediyorum’ dedi. Yanından ayrılıp durumu Esed’e bildirdiler. O gün aralarında Cedid, Atasi ve Bakun’un da bulunduğu bölgesel yönetiminin üyeleri tutuklandı. Böylece bir aşama sona erdi ve yenisi başladı. Akşam bir grup Baas lideri olarak Kurmay General Esed’in ofisinde toplandık. Ahmed el-Hatib'i Devlet Başkanı, General Esed'i de başbakan olarak seçme konusunda anlaştık. Ertesi gün bakanların isimlerini belirlemek için bir toplantı planladık.
Esed'in tutumundaki değişikliklere de değinen Haddam sözlerini şöyle sürdürüyor:
Esed, sözlerinin doğru olduğunu ve her söylediğinin uygulanması gerektiğini düşünüyordu. Ailesine karşı duyarlıydı. Her zaman doğru yolda yürüdüğüne inanır ve bir öneride bulunursa geri adım atmazdı. İktidardaki Baas partisinin bölgesel başkanlığı 23 Şubat 1966’da ulusal liderlikle mücadelesini sonlandırmasının ardından ülkeyi kontrol altına aldı ve radikal Stalinist bir yaklaşım benimsedi. Partinin, özgürlük ve demokrasi çağrısı yapan temel ilkelerini terk ettiler. Bu yaklaşım, Suriyelilerin çoğunluğunun partiye ve rejime düşmanlık beslemesine ve ulusal ekonominin gerilemesine yol açtı. Rejim, ülkeyi kontrol altına almak için baskı uygulayıp gözaltılar gerçekleştirdi. O dönemde çeşitli illerden Baasçılar küçük gruplar oluşturdular. Ben de aralarındaydım. Meselenin parti başkanlığına sızmaması için doğrudan temas kuruluyordu.
O dönemde her biri parti şubesinin genel sekreteri olan Abdullah el-Ahmar ve Nebih el-Hassun’u ve Çalışma Bakanı Muhammed Rabah et-Tavil’i ziyaret ettim. Ziyaret sırasında et-Tavil, liderliğe karşı el-Ahmar ve Nebih Hassun'un da katıldığı bir saldırı kampanyası başlattı. Ben sessiz kalıp ara sıra Bakan’a eleştirilerde bulundum ve şunları sordum: “Neden bizime birlikte yönetimi hedef alıyorsunuz? Neden görüşlerinizi toplantılarda ifade etmiyorsunuz?”
Birkaç gün sonra bizi soruşturmak üzere bir parti komitesi kuruldu. Bu atmosfer bizi ve diğerlerini partiyi kurtarmak için bir çıkış yolu aramaya itti.
1968 yılında Şam yakınlarındaki Yafur’da parti için ulusal bir konferans düzenlendi. Konferansın askeri komitesinde Savunma Bakanı Hafız Esed, Suriye, Ürdün ve Irak'tan oluşan bir askeri cephe kurma projesi önerdi. Parti başkanlığı, ‘ABD ajanı’ olduğu gerekçesiyle Ürdün’le anlaşmaya izin verilmediği yanıtını verdi. İki ülke arasındaki mevcut gerilimler nedeniyle Irak ile iş birliği yapmayı da kabul etmedi. Esed, konferanstaki oturumlar bitmeden önce İsrail ile çatışmanın ‘Suriye ile değil, daha çok tüm Araplar arasında bir olduğu’ da dahil olmak üzere rejimin tutumlarıyla çelişen görüşler dile getirdi. Bu nedenle Arap ülkeleriyle aralarındaki anlaşmazlıkların üstesinden gelinmesi ve onları çatışmaya dahil etmeye çalışılması gerektiğini ifade etti. Sonra orduyla birlikte geri çekildi ve konferans durdu.
İbrahim Makhous müdahalede bulundu. Devlet Başkanı Nureddin el-Atasi, Parti Genel Sekreteri Salah Cedi ve Savunma Başkanı Esed’i konumlarını değiştirme, Esed’in Savunma Bakanlığı’nı bırakıp Başbakan olması konusunda ikna etmeye çalıştı. Ancak Esed bu teklifi kabul etmedi. İki liderlik arasında kampanyalar hız kazandı. Bu aşamada Esed ile aramızda temaslar oldu. İktidara katılımları ve baskı yaklaşımını değiştirmeleri hakkındaki kanaatlerimizi halka iletme konusunda anlaştık.
1968 yılının sonlarında Şam’daki askeri tiyatroda olağanüstü bölgesel bir konferans düzenlendi. Konferansta ikiye ayrılındı: Çoğunluk bölge yönetimi ile buna karşı çıkan azınlık. Konferansta uzun bir konuşma gerçekleştirdim. Söz konusu konuşmada bölge başkanlığını şiddetle eleştirdim. Partinin temel ilkeleri doğrultusunda özgürlük ve insanların katılımının garantisinin yeniden verilmesini talep ettim. Dostlardan biri sözümü keserek şunu sordu: “Daha önceki konferanslarda neden böyle konuşmadınız?”
Stalin'in ölümünden sonra iktidara gelen Sovyet Komünist Partisi Genel Sekreteri Nikita Kruşçev ile yaşanan bir olayla cevap verdim:
“Kruşçev, Stalin aleyhinde konuştu. Bunun üzerine Komünist Parti'nin bir üyesi ayağa kalktı. ‘Bunu neden Stalin hayattayken söylemedin?’ diye sordu. Genel Sekreter çok sinirlendi. Ayakkabılarını çıkarıp masaya vurmaya başladı ve ‘Bu konferansta Amerikalılar için çalışan casuslar var. Şimdi bu casusları ifşa edeceğim’ dedi. Herkes bir ölüm sessizliğine büründü. Dakikalar sonra Kruşçev ‘Neden Stalin'e saldırmadığımı anladınız mı?’ dedi.”
Konuşmamın ardından bölge başkanlığı taraftarları tarafından bir kampanyaya maruz kaldım. Konferans krize bir çözüm getirmedi. Atasi ve Esed arasında temaslar gerçekleştirildi. Bu temaslar sonucunda ulusal liderlik üyelerinin durumu yatıştırmak ve çözüm aramaya yardımcı olmak için katılım göstereceği yeni bir hükümet kurma anlamasıyla sonuçlandı. Atasi daha sonra iki grubun üyelerini bir araya getiren bir hükümet kurdu. Ben de bu hükümette Ekonomi ve Dış Ticaret Bakanı olarak görevlendirildim.
Bu hükümet ülkedeki iç krizleri ve partisel krizi çözemediği için işler daha da kötüleşti. Bölge başkanlığı son kartını oynamaya karar verdi. Esed’i parti liderliğinden ve iktidardan uzaklaştıracak kararlar almak amacıyla ulusal bir konferans çağrısı yaptı. Konferans 15 Kasım’da gerçekleştirildi.
İlk oturumda Savunma Bakanına yönelik baskılar yoğunlaştı. Bu nedenle General Naci Cemil (Esed ona Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nı devretmişti) ile bir araya geldik. Toplantıda Esed, Cemil, Muhammed Haydar, İzzeddin İdris ve ben hazır bulunduk. Konferansın durumunu ele aldık. Esed’in konferansta özgürlüklerin sağlanması, Suriyelilerin iktidara katılımı, parti özgürlüğü ve ekonomik reform için ödenek gibi Suriyelilerin coşkusunu uyandıran birçok ilkeyi barındıran bir konuşma yapmasını önerdim. Bu ilkeler üzerinde anlaştık. Ben, Haydar ve İdris konuşma metnini birlikte yazdık. İkinci oturumda Esed bu metni okudu. Ardından Yusuf Zain ve Mustafa Rüstem birer konuşma yapıp Esed’i desteklediler. Bir kaos meydana geldi. Oturum ikinci güne ertelendi. Ertesi sabah Arap üyeler ayrıldı ve konferans oturumları gerçekleştirilmedi.
Esed, beni aradı ve durumu ele almak üzere yanına gitmemi istedi. Ofisine gittim. Söze şöyle başladı: “Askeri darbe yapmak istemiyorum. Partide ve ülkede reform yapmak istiyorum.” Atasi’ye gidip durum hakkında konuşmak ve Esed’in darbe niyeti olmadığını vurgulamak üzere anlaştık. Nitekim Atasi’nin evine gittim. Dr. Mustafa Haddad yanındaydı. Savunma Bakanı’nın bana söylediklerini anlattım. Kendisine “Parti Genel Sekreteri sizsiniz. Sizden istenen krizi sona erdirmek için çalışmaktır” dedim. Bana gergin bir şekilde cevap verdi: “Kriz, Esed ve beraberindeki subaylar ülkeden ayrılmadıkça sona ermez.” Ben de “Böyle bir kararın mümkün olduğunu düşünüyor musunuz?” diye sordum. Başka bir çözümün olmadığını söyledi. “Çözüm arayışı, sorunları askeri bir çözüme itmekten daha iyidir” dedim. Dr. Haddad beni destekledi fakat Atasi’nin düşüncesi değişmedi. Çok gergin olan Zain müdahale etti ve durumu yatıştırmaya çalıştı. Ancak gerilim kapıları kapattı.
Ordu Komutanlığı’na geri döndüm. Esed’e durumu anlattım. Çok öfkelendi. “Ne yapmak gerek?” diye sordu. Ordudaki parti şubelerinin sekreterlerini durumu açıklamak üzere Atasi’ye göndermeyi önerdim. Çünkü ordu gücünün Salah Cedid’in elinde olduğu düşünülüyor olabilirdi. Nitekim şube sekreterleri ile temasa geçildi ve uzak yerlerden özel bir jetle getirildiler. General Esed ile bir araya geldikten sonra Atasi’nin evine gidip kriz hakkında konuştular. Onları partiden ihraç etme kararı ile şoka uğrattı: ‘Partinin Genel Sekreteri olarak sizleri ihraç ediyorum’ dedi. Yanından ayrılıp durumu Esed’e bildirdiler. O gün aralarında Cedid, Atasi ve Bakun’un da bulunduğu bölgesel yönetiminin üyeleri tutuklandı. Böylece bir aşama sona erdi ve yenisi başladı.
Akşam bir grup Baas lideri olarak Kurmay General Esed'in ofisinde toplandık. Ahmed el-Hatib'i Devlet Başkanı General Esed'i başbakan olarak seçme konusunda anlaştık. Ertesi gün bakanların isimlerini belirlemek için bir toplantı planladık.
O gün Esed ile birlikte Bakanlar Kurulu’na katıldım.
İktidarı eline aldıktan sonra tüm illere ziyaretler yaptı. Bu dönemde bölge liderliği aşamasında hüküm süren sert koşullar ve hayatın çeşitli alanlarında sergilediği katı yaklaşım nedeniyle eşi görülmemiş bir şekilde karşılandı. Bu ziyaretler, Esed’in ‘halkın sevgilisi’ olduğu, istediği kararları alabildiği ve ikna olduğu işleri uygulamaya koyabileceği hissini pekiştirdi. Bunun ardından yeni bir anayasa hazırlamak için bir komite kurdu.
Haddam anılarının bu kısmında yürürlüğe konulan 91’inci maddenin devlet başkanına verdiği yetkileri ve bunun Esed tarafından nasıl kullanıldığını gözler önüne seriyor:

Bu anayasa, devlet başkanına hiçbir demokratik veya diktatör başkanın kullanamayacağı mutlak yetkilerin verilmesini içeriyordu. Rejimin doğası ve devlet yönetimindeki bazı davranışların nedenlerini açıklığa kavuşturan bazı anayasa metinlerini kayda aldım.
91’inci madde şu şekildeydi:
“Vatana ihanet hali hariç, Devlet Başkanı’nın görevlerini yerine getirirken yaptığı işlemlerden sorumlu olmayacağını belirtir. İddianame talebi, Halk Meclisi üyelerinin gizli oturumda en az üçte birinin önerisine ve Halk Meclisinin bir kamuoyuyla ve Meclis üyelerinin üçte iki çoğunluğunun özel olarak alacağı bir karara dayanacaktır. Davası sadece Yüksek Anayasa Mahkemesi'nde görülecektir.”
Bu madde devlet başkanının açık olsa bile vatana ihanetle suçlanamayacağını ortaya koyuyor. Çünkü konulan şartlar, suçlamanın imkansız olduğunu gösteriyor. İktidardayken diktatör bir başkanı kim suçlamaya cüret eder?
92’inci maddeye göre devlet başkanı, bu anayasada öngörülen sınırlar dahilinde halk adına yürütme yetkisini kullanıyordu. Yani kendisini Suriye halkının yerine koydu. Bu, yaptığı her şeyin, halkın bu işi onaylamasının bir ifadesi olduğu anlamına gelir. Herhangi bir demokratik ya da totaliter ülkenin anayasasında böyle bir yetki yoktur. Çünkü yetki yasama organına aittir ve devlet başkanı dünyadaki hiçbir anayasada böyle bir yetki hakkına sahip değildir (...).
Kendisini demokratik bir devlet olarak gören hiçbir ülkede devlet başkanına bu tür yetkiler veren bir hüküm yoktur. Esed'in hüküm sürdüğü otuz yıllık süreçte ve anayasanın verdiği yetkiler dahilinde halkın acısı ve baskı arttı. Anayasal yetkilerini vatandaşları terörize etmek ve sindirmek için kullandı. Suriye, özgürlüğün olmadığı ve korkunun hakim olduğu bir döneme tanık oldu. Ülke, polis devletine dönüştü. Başta 8 Mart 1963 tarihinde iktidara gelen beş yıllık Askeri Komite üyelerinden Salah Cedid olmak üzere, Baasçılardan çok sayıda insan cezaevlerinde öldü. Kendisi Parti Genel Sekreteri Yardımcısı’ydı. Sertliği ve ahlaklı davranışlarıyla bilinirdi. Akrabalarının hiçbirinin devlet işlerine karışmasına izin vermedi (...)
Devlet ve partinin sorunu, Esed’in sözlerinin doğru olduğuna ve söylediklerinin yerine getirilmesi gerektiğine inanmasıydı. Konuşmaları değerler ve ideallerle doluydu ancak gerçek bunun tam tersiydi. Aile üyelerinden çabuk etkilenirdi. Anayasada öngörülen ‘demokratik cumhuriyeti’ diktatörlüğe dönüştürdü. Halk ve partinin rolünü etkisiz hale getirdi. Doğru yolda olduğuna inandığı bir fikir ileri sürdüğünde bundan geri adım atmazdı.
Haddam anılarının bundan sonraki bölümünde söz konusu dönemin aktörleriyle nasıl tanıştığını ve ilişikilerini anlatıyor:
Hafız Esed’i 1940’lı yılların sonlarında henüz bir öğrenci olduğu dönemde tanıdım. Askeri komitenin tüm üyelerini; Muhammed İmran’dan Salah Cedid’e, Abdulkerim el-Cundi’ye ve Ahmed el-Emir’e kadar hepsiyle o dönemde tanıştım. Hepsi fikir ve davranışlarında Esed’den farklıydı.
Salah Cedid ile sınıf arkadaşıydık. Ailelerimiz arasında dostane ilişkiler mevcuttu. Bunları, partinin iktidarı ele geçirmesinde rol oynayan Cedid ve Esed arasındaki farkı ortaya koymak için anlatıyorum.
Cedid’in davranışları dürüst ve adildi. Bu konuyla ilgili şu olayı anlatmak istiyorum:
Annesi, Lazkiye’deki evimde beni ziyaret etti. Benden oğlu Salah’la konuşup muhtaç durumdaki damadı Hasan Mahluf’a bir iş vermesini söylememi istedi. Gerçekten de birkaç gün sonra Şam’da işim vardı. Cedid’i aradım, beni evinde yemeğe davet etti. Yemekten sonra ona “Sana annenden bir mesaj getirdim” dedim. Annesinin talebini ilettim. Öfkelenip, “Prensiplerimin dışına çıkamam. Konumumun gerektirdiği davranışların dışına çıkamam. Açlığından ölse bunu yapmam” dedi. Ona, “ülkenin ekonomik kurumlarından birinin müdürü Sayın Adil es-Saadi ile Lazkiye Limanı’nda görevlendirilmesi için görüşebilirim” dedim. “Bunu yapmayacağız. Çünkü göreve getirilirse, insanlar müdahale ettiğimi söyleyecekler. Saadi onu görevlendirirse, onu görevden almak için çalışırım” yanıtını verdi.
Haddam günlüğünün bu kısmında Esed ve Lübnan meselesine ilişkin tutumuna ilişkin ayrıntıları aktarıyor:
Esed ile ilişkilerim bazen iyi bazen ise gergindi. Bir ara tamamen kopma aşamasına geldik. Bu Refik Hariri’nin Lazikiye’de benimle yaptığı görüşmenin ardından 1992 yılında Esed’in kararı ile başbakanlığa aday gösterilmesinden sonra oldu. Söz konusu görüşmede Hariri'nin hükümeti kurmasının Suriye ve Lübnan'ın çıkarına olduğu konusunda hemfikirdik.
Hariri, Lübnan hükümetini kurmakla görevlendirildikten sonra ne istediğimizi, Lübnan hükümeti için adaylarımız olup olmadığını öğrenmek için Şam'a geldi. Meseleyi Esed’e sundum. Benden, Genelkurmay Başkanı Hikmet eş-Şihabi ve Lübnan Askeri Güvenlik Şube Başkanı Gazi Kenan’dan bir komite oluşturmamızı ve isimler konusunda anlaşmak üzere Hariri ile bir araya gelmemizi istedi. Nitekim benim evimde toplandık. Üzerinde konuşup tartışmak üzere kalabalık bir isim listesi oluşturduk.
Tartışmaya başladık ve ne zaman bir isim üzerinde anlaşsak telefonu elimize alıp Esed'e bildiriyorduk. Komite üyelerinin her birinin görüşünü kendisine bildirdim ve tüm isimler üzerinde anlaştık. İsimler arasında Belediye ve Köy İşleri Bakanı olarak belirlediğimiz Süleyman Tony Franjiye de vardı. Esed de bunu kabul etti.
Refik Hariri isimleri Beyrut'a götürdü ve Sayın Nebih Berri’ye ve Cumhurbaşkanı’na gösterdi. Ardından isimler onaylandı.
İsimlerin onaylanmasının ertesi günü Esed sabah saatlerinde beni arayıp öfkeli bir sesle “Devletin çıkarına değil, kendi çıkarların için çalışıyorsun” dedi. Çok sinirlendim ve öfkeyle “Ben kendi çıkarım için çalışmıyorum. Süleyman Franjiye'yi Belediye İşleri Bakanı olarak görevlendirdik (...) İtibarınızı ve ülkenin itibarını korudum” dedim.
Konuşma sona erdikten sonra bir aydan fazla bir süre birbirimizle konuşmadık. Bir müddet sonra beni arayıp “Sen kimseyi özlemez misin?” dedi. Ben de “Devlet Başkanı sensin, randevuları sen verirsin” diye cevap verdim. Bunun üzerine “Akşam sekizde seni bekliyorum” dedi.

Haddam: 1967 savaşına vatana ve orduya sadakat göstermedik
‘Haziran yenilgisi’ bölge ve devletlerin, özellikle de Maşrik ülkelerinin tarihi için geçici bir olay değildi. Bu yenilgi, Arap-İsrail çatışmasının seyrinde büyük bir değişikliğe yol açtı. Bu savaş ve nedenleri hakkında çok şey söylendi, çok sayıda soru ve suçlama vardı. Bu sorulardan bazıları şöyleydi: İsrail; Suriye, Mısır ve Ürdün olmak üzere üç Arap ülkesiyle savaşında nasıl başarılı oldu?
1948 Arap-İsrail savaşından bu yana söz konusu tehlikeli olayları takip ederek bu konuya eğilmeyi kendime vazife bildim. Bu yenilginin nedenlerinin şunlar olduğu sonucuna vardım:
*Arap ülkeleri, ‘Nekbe’nin nedenlerini ve Arap pozisyonundaki zayıflık faktörlerini incelemek için henüz ‘Filistin Nekbesi’ne yönelik önlemleri almadılar. Alınan karar, ‘Ortak Arap Savunma Anlaşması’nın imzalanması oldu. Bu, metni açısından iyi bir anlaşmaydı. Ancak Batı ülkelerinde Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'nde (NATO) ve Doğu Avrupa ülkelerinde Varşova Paktı'nda meydana gelenlere benzer şekilde kurumlarını ve araçlarını kuramadığı için askıda kaldı.
*Arap arenasında bölünmeler ve iki siyasi bloğun oluşumu: İlki; Suudi Arabistan Krallığı, Mısır ve Suriye'yi kapsıyor. İkincisi; Irak ve Ürdün’ü. Irak'ın, İngiltere'nin himayesi ve katılımıyla İran, Türkiye ve Irak'tan oluşturulan ‘Merkezi İttifak’a katılmasının ardından durum daha da şiddetlendi. ‘Merkezi ittifak’ oluşumunun amacı Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu ülkelerine sızmasını önlemekti.
*Suudi Arabistan Krallığı, Mısır ve Suriye'den oluşan blok bir savunma yapısı oluşturmadı.
*ABD ve Batı ülkelerinin İsrail'e kucak açtığı, ona mali ve askeri yardım sağladığı bir zamanda Arap ülkeleri, topraklarını korumalarına ve kendilerini savunmalarına imkan verecek askeri yardımı onlara sağlayan müttefiklerden yoksundu.
Sovyetler Birliği’nin 1955’te Şükür el-Kuvvetli’yi Moskova’yı ziyarete davet etmesi, Mısır’da olduğu gibi Suriye ile de bir silah anlaşmasına yol açtı. Ancak iki ülke, Sovyetler ile ilişkilerinin niteliğini belirleyerek İsrail'in aldığına eşdeğer askeri bir destek almalarını sağlayacak sağlam bir karar çıkartamadı. Çünkü iki ülke dostluk sınırlarında durdu. Bazı Arap ülkelerinin ve Batı'nın uygulayabileceği baskı nedeniyle ittifak aşamasına geçmeye cesaret edemediler. Söz konusu iki ülke böyle bir karar almış ve Sovyetler Birliği ile müzakere etmiş olsaydı doğru olanı yapmış olmaları muhtemeldi.
*Bir diğer önemli neden, iki ülkenin orduyu, vatana bağlılıktan rejime bağlılığa dönüştürme kararıydı. Bu karar, iki ülkede çok sayıda subayın terhis edilmesine yol açtı. Suriye'de "Baasçılar", "Baas" ı iktidar ve karar konusunda tek başına duran totaliter bir partiye dönüştürerek büyük bir hata yaptılar. Bu, Mısır, Suriye ve Irak arasında üçlü anlaşmanın imzalandığı sırada "Nasırcı" subayların terhis edilmesine yol açtı. Bu anlaşma üç ülke arasında bir birliği de içeriyordu.
Silahlı kuvvetlerin kontrolüne giren Askeri Komite, aynı zamanda Tümgeneral Ziyad Hariri ve Suriye ordusundaki arkadaşlarının yanı sıra çok sayıda ‘Baasçı’ olmayan subayı ‘gerici’ olmakla suçlayarak terhis etti. Böylelikle orduda bir yandan yetkili subaylar görevden alındı, diğer yandan yedek subaylar ‘Baasçı’ oldukları için güvenilir oldukları varsayılıp askere çağrılmışlardı.
Ayrıca parti yönetimi, özellikle Arap ülkeleri ile iç ve dış ilişkilerinde katı bir yaklaşım benimsedi. Bu da onu tecrit etmelerine yol açtı. İsrail'in Mısır, Suriye ve Ürdün'e yönelik 5 Haziran 1967 tarihli saldırısı işte bu koşullarda gerçekleşti.

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 1: ‘Esed, Irak muhalefetine sahte vaatlerde bulunmayı önerirken Hatemi bir Kürt devletine karşı uyarı yaptı’

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 2: ‘Esed fikrini değiştirdi, Lahud’a verdiği süreyi uzattı. Suriye uluslararası iradeyle çarpıştı’

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 3: ‘Hariri, Canbolat’ın teklifi üzerine bizimle bir araya geldi. Hafız Esed kendisini sınadı’

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 4: ‘Güçlerimiz Hizbullah’ın kışlasına saldırdı’

Eski Suriye Dışişleri Bakanı Haddam’ın günlükleri 5: Bush, Avn’ın ‘engel’ olduğunu bildirdiği bir mektup gönderdi… Esed bunu isyanı sonlandırmak için bir ‘yeşil ışık’ olarak nitelendirdi

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 6: Saddam ile Rafsancani arasında gizli barış mektuplaşmaları

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 7… Rafsancani’den Saddam'a: ‘Arap milliyetçiliğinden bahsediyorsunuz ama Kuveyt’in işgal edilmesine karşı çıkmamızı eleştiriyorsunuz’

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 8: Arafat Filistin, Lübnan ve Suriye’ye komplo kurdu

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 9: Suudi Arabistan, İsrail-Suriye füze ​​krizinin çözümünde önemli rol oynadı

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 10: ‘Humeyni ile tanışan ilk ve son Suriyeli yetkili bendim’

 


Çan sesleri ve sirenler arasında: Şam’da Hristiyanların gündelik mücadelesi

TT

Çan sesleri ve sirenler arasında: Şam’da Hristiyanların gündelik mücadelesi

Suriye güvenlik güçleri, Eski Şam'da Hristiyan izcilerin kortejini koruyor. (AFP)
Suriye güvenlik güçleri, Eski Şam'da Hristiyan izcilerin kortejini koruyor. (AFP)

Cuma sabahı, Şam’ın Duveylia mahallesindeki Mar Elias Kilisesi, haftalık ayinin başlayacağını haber veren çanlarını çalıyor. Burada günlük dualar ve ilahiler okunurken, pazar ayini de cuma günleri düzenleniyor. Bu uygulama, ülkedeki haftalık tatille çakıştığı ve ‘çalışanlar ile eğitim görenler’ için uygun olduğundan, önceki rejim döneminden beri devam ediyor.

Kilise, altı ay önce gerçekleşen bir intihar saldırısında 25 kişinin hayatını kaybettiği yer olarak da biliniyor. Hayatını kaybedenlerin fotoğrafları, mahalle meydanında hâlâ sergileniyor. Tüm ayinler, dini etkinlikler ve izci buluşmaları, geçici olduğu düşünülen alt kattaki salonda gerçekleştiriliyor.

Batı Hristiyanları için Noel’e sadece birkaç gün kala, kilisenin ana binası hâlâ onarım aşamasındaydı. Mahalle sakinleri ve özellikle kayıp yakınları, onarım çalışmalarının hızlanmasını ve bayram ayinini kendi kiliselerinde gerçekleştirmeyi umut ediyordu. Ancak bu beklenti gerçekleşmedi.

dfsv
Duveylia’daki Mar Elias Kilisesi, 22 Haziran'da meydana gelen intihar saldırısının ardından restore ediliyor. (Şarku’l Avsat)

Müslüman iş insanlarının bağışlarıyla onarımın başlatıldığına dair söylentiler yayıldı; ancak bu bilgi, kilisenin kendisi dahil doğrulanamadı.

Gündüz saatlerinde izci gençler, rahipler ve yaşlılar, mahalle aralarında koşturuyor, çalışmaları denetliyor ve etkinlik için hazırlık yapıyordu. Platform kuruluyor, kaldırımlar temizleniyor, yeterli oturma alanı sağlanıyordu; Noel ağacının ışıklandırılması ve tatil sezonunun başlaması planlanıyordu. Ancak bu da gerçekleşmedi.

Akşam saatlerinde halk mekâna gelmeye başlayınca, ‘bir DEAŞ mensubunun kalabalık arasında dolaştığı’ yönünde bir söylenti yayıldı. Bu durum paniğe ve güvenlik önlemlerinin artırılmasına yol açtı; insanlar arasında itiş kakış yaşandı, iki kadın bayıldı ve sağlık ekiplerinin müdahalesiyle birlikte daha fazla karmaşa oluştu. Sonuç olarak etkinlik iptal edildi ve daha az katılımcıyla ilerleyen bir tarihe ertelendi.

zxs
Noel ağacı, geçtiğimiz haziran ayında Mar Elias Kilisesi'nde meydana gelen intihar saldırısının kurbanlarının fotoğrafları ve isimleriyle süslendi. (AP)

O anlarda neler yaşandığı konusunda farklı rivayetler vardı ve bölgede yaşayanlar detaylara girmek istemiyordu. Hatta olayla ilgili önceden konuşmayı kabul eden bir mağdur yakını, ‘eski yaraları açmamak’ için görüşmekten vazgeçti.

Haber hızla yayıldı, ardından sanki hiç yaşanmamış gibi ortadan kayboldu.

‘Doğal korkular’

Şam’ın Duveylia mahallesindeki bir eczacı, yaşanan olayın herhangi bir terör eylemiyle ilgisi olmadığını söyleyerek meseleyi ‘doğal korkulara’ bağladı. İsmini vermek istemeyen eczacı, “Olay şu: Beyaz renkli ‘La ilahe illallah’ bayrağı taşıyan bir genç motosikletle kalabalığın içinden geçti. Bu bayraklar şu günlerde oldukça yaygın. İnsanlar etkinliğe gelirken o genç sadece oradan geçiyordu. Görünüşe göre yerel güvenlik gençlerinden biri peşine düşmüş, genç de hızlıca kaçmış; bu da paniğe ve itiş kakışa yol açtı” dedi. Eczacı, olayın yarattığı karmaşayı ise “bu koşullarda normal bir durum” olarak nitelendirdi.

Bölgede yaşayanlar arasında olayları ‘doğal’ bir çerçevede açıklama eğilimi yaygın. Ancak bu yaklaşım, detaylı bir açıklamadan kaçınmak için kullanılan bir tür ön savunma niteliği taşıyor; soruyu sorulmadan önce etkisiz hale getiriyor.

Eczacı, ‘doğal korkuyu’ hâlâ hafızalarda tazeliğini koruyan kilise patlamasının yarattığı şokla ilişkilendirdi. Olay, insanlara güven duygusunu kaybettirmişti. Patlamanın gerçekleştiği Haziran 2024’teki anları anlatan eczacı, “Patlamayı işyerimdeki komşumla duyduk. İnsanlar panikledi ve bağırmaya başladılar: ‘Kilisedeki intihar bombacısı! Kilisedeki intihar bombacısı!’ Biz başta inanmadık ve konuşmamıza devam ettik, çünkü bunun sadece abartı ve yalan olduğunu düşündük” ifadelerini kullandı.

xz cxsz
Kurtarma ekipleri ve halk, Şam'ın Duveylia mahallesindeki Mar Elias Kilisesi'nde meydana gelen intihar saldırısının ardından oluşan hasarı inceliyor. (AFP)

Bir an sessiz kaldıktan sonra, sanki kendini suçluyor gibi ekledi: “Buna nasıl inanabiliriz? Daha önce böyle bir şey hiç olmamıştı!”

Ambulanslar geldiğinde ve herkes yardıma koştuğunda, bir adam kızını tedavi ettirmek için eczaneye geldiğinde, kızının alnından kan akıyordu, birdenbire her şey anlaşıldı.

İbadet edenlerin arasında kendini patlatan bir intihar bombacısıydı. Bu gerçekten olmuştu.

Duveylia mahallesi, Şam’ın güneydoğusunda yer alıyor. Mahalle, nüfus olarak Sünni Müslümanlar ve farklı mezheplerden Hristiyanların karışık yaşadığı bir bölge. Farklı kiliseler, küçük bir köyü andıran mahallenin ana caddelerini paylaşıyor; iç mahallelerdeki binalar ise daha çok gecekondu niteliğinde.

Duveylia, Suriye’nin diğer bölgelerindeki savaş ve çatışmalardan kaçan insanlar nedeniyle nüfus akınına uğramış ve daha yoğun bir yerleşim haline gelmiş. Buna karşın, mahalle herhangi bir güvenlik olayına sahne olmamış; oysa bitişiğindeki Cobar ve Tadamon gibi semtler tamamen yıkılmış durumda.

Yerel güvenlik ve kendini savunma

Günümüzde Duveylia mahallesi, ‘yerel güvenlik’ sistemiyle kendini koruyor; mahalle gençleri, yabancı kişilerin giriş çıkışlarını denetleyerek güvenliği sağlamak için nöbetleşe çalışıyor. Bu uygulama, çok sayıda karma nüfuslu bölgede yaygın.

Duveylia’daki bir güvenlik sorumlusu saha çalışmalarını şöyle anlattı: “Olayın hemen ardından, mahalle gençleri olarak mülkleri hırsızlıktan ve yağmadan korumak için seferber olduk. İlk başta sokaklarda ve evlerimizin arasında doğal bir şekilde dağıldık; sonra vardiyalar ve görev dağılımları yaptık. Kimse bize yaklaşmadı. Sanırım zaten unutulmuştuk… Bu şekilde devam etti, ta ki Mar Elias Kilisesi patlamasına kadar.”

cdwfrgthy
Kamışlı'daki Nisibili Aziz Yakup Kilisesi'nde Noel arifesi ayini sırasında uyuyakalan bir çocuk (Reuters)

Güvenlik sorumlusu, durumun tamamen nasıl değiştiğini şöyle anlattı: “Öncelikle kiliseleri korumak için daha fazla gönüllü olduk; kiliseler çevrildi, ayrıca evlerin ve küçük mahalle girişlerinin etrafına daha fazla grup yerleştirdik. Yaklaşık 80-90 gençle başladık.”

Gerçekten de Duveylia’yı ziyaret ettiğimizde Mar Elias Kilisesi halka kapalıydı ve giriş sadece sadık ziyaretçilerin bildiği dar bir arka kapıdan mümkündü; içeride kendilerini güvenilir bir kişi aracılığıyla tanıtanlar kabul ediliyordu. Geçtiğimiz diğer Hristiyan ibadet yerlerinde de durum benzerdi.

Gündüz resmi bir görevde çalışan ve akşamları güvenlik hizmeti üstlenen genç, bu güvenlik görevlilerinin tamamının gönüllü olduğunu, ailelerini ve geçim kaynaklarını korumak için maddi karşılık almadan çalıştıklarını, her birinin kendi imkân ve şartlarına göre görev aldığını söyledi.

Polis karakoluyla iş birliği

Suriye hükümetine bağlı güvenlik güçleri ise karakolda ve bölge girişindeki güvenlik şubesinde kalıyor; sokakta yalnızca ‘mahalle gruplarının’ doğrudan talebiyle devriye geziyorlar. Bir olay veya müdahale gerektiren bir çatışma olursa çağrılıyorlar.

Güvenlik sorumlusu, bireysel silah sahiplerinden hiçbirinin ortak nöbetlerde silahını kullanmadığını, aksi halde herhangi bir genel olaydan dolayı bireysel sorumluluk üstleneceklerini ve işlerin kontrolsüz bir şekilde tırmanabileceğini belirtti.

sxdcfg
Bir Dürzi savaşçı (solda), Şam'ın güneyindeki Ceramana çevresine konuşlanmak üzere anlaşmaya varan Suriye güvenlik güçleriyle konuşuyor. (AP)

Güvenlik sorumlusu durumu şöyle özetledi: “Durum çok kafa karıştırıcı. Artık gerçek tehlikeyi nasıl ayırt edeceğimizi bilmiyoruz… Son olayda güvenlik güçleri ilk andan itibaren bize yardım etti ama genel bir panik hali insanları sardı. Korku ile ne yapacağız? Sorunumuz devlet değil. Güvenlik güçleriyle de sorunumuz yok, yanımızda durdular. Sorunumuz güvenliğin eksikliğinde.”

Ceramana anlaşmaları

Bu sözleri birebir olarak Ceramana’da da duyabilirsiniz; bölge, nisan ayı sonunda Sahnaya’daki çatışmalarla başlayan Dürzi bölgelerindeki sorunlar ve ardından Suveyda’daki olaylarla ‘uyanış tokadını’ yemişti. Ancak Ceramana, kısa süre içinde ‘yerel anlaşmalar’ yoluyla kendini uzak tuttu; bunların en önemlisi, Dürzi gençlerin genel güvenlik devriyelerinde ve nöbet noktalarında görev alması ve her beş kişilik güvenlik grubuna bir veya iki genç katılmasıydı.

Ceramana’daki gönüllü mahalle güvenlik gençleri askeri üniforma giymiyor, ancak kahverengi veya lacivert yeleklerin altında siyah pantolon ve gömlek gibi hafif askeri bir görünümü koruyorlar; böylece hem halk hem de güvenlik güçleri için tanıdık bir yüz oluşturuyor ve iki tarafın ritmini dengeliyorlar.

xcdf
Halep'in bir mahallesindeki Noel ağacı ve yeni yıl süslemeleri (Şarku’l Avsat)

Duveylia’nın aksine Ceramana geleneksel olarak Şam’da orta sınıf ve serbest meslek sahiplerinin yaşadığı bir şehir; son on yılda ciddi bir nüfus artışı ve yoğunluk yaşadı, bu da onu daha kalabalık ve düzensiz hale getirdi. Ancak bölgedeki bir genç, burada toplumsal uyumun doğal ve mevcut durumdan önce var olduğunu belirtti. Dürzilerin yaklaşık bin yıldır burada yaşayan yerli halk olduğunu ve Halep ya da ülkenin kuzeyinden gelmediklerini vurguladı.

Dolayısıyla, geçen yıl öne çıkan güvenlik sorunları Ceramana Dürzileri için yine ‘doğal olaylar’ olarak görülüyor. Bu küçük Suriye mozaik parçasında, tarihsel Sünni-Dürzi bağları toplumsal ilişkilerin yapıştırıcısı ve siyasi güvenliğin temel direği niteliğinde.

Güvenlik ile mahallenin mahremiyetini koruma talebi arasındaki ince çizgiye dair konuşan Duveylialı güvenlik sorumlusu şunları söyledi: “Aslında bize gönüllü görev yerine polis teşkilatına katılmamız teklif edildi, ama mahalle sakinleri bunu reddetti. Çünkü bu, gençlerin hizmetlerini yerine getirmek için mahallenin dışına gönderilmeleri anlamına geliyor; tüm Suriye genelinde dağıtılıyorlar ve komuta kararlarına uymaları gerekiyor. Oysa onlar Duveylia’da kalmayı tercih ediyorlar.”

Kalıp yargılar

Mezhepsel çeşitlilik ve bölgesel farklılıklara rağmen Duveylia’da yaşayanların ortak paydasını ekonomik zorluklar oluşturuyor; bölgede yoksulluk neredeyse genel bir durum. Mahalleli gençlerden biri, annesiyle birlikte olayların başında (Beşşar Esed rejimine karşı başlayan ayaklanmalar sırasında) Dera’dan göç ettiğini ve o sırada henüz 10 yaşında olduğunu belirterek şunları söyledi: “İnsanlar Hristiyanların mutlaka varlıklı ve zengin olduğunu düşünüyor; burada insanların nasıl yaşadığını bilmiyorlar. Sanki hepimiz el-Kassa veya Bab Tuma’dan gelmişiz gibi düşünüyorlar.”

dfgt
Şam'ın Bab Tuma semtindeki bir otelde bulunan Noel ağacı ve süslemeler (Şarku’l Avsat)

Söz konusu iki bölgeyi iyi tanıyıp tanımadığı veya buralarda akrabalarının olup olmadığı sorulduğunda genç, “Bazen arkadaşlarımla gezmeye giderim, ama gece çökmeden geri dönerim” dedi.

Şam’ın el-Kassa ve Bab Tuma bölgelerinde geleneksel Şam evlerinin otel ve lüks restoranlara dönüştüğü görülüyor. Bu yıl Noel süslemeleri her açıdan olağanüstüydü ve Suriye başkentinin genel görünümüne hâkim oldu; süslemeler sadece Hristiyan nüfuslu bölgelerle sınırlı kalmayıp sokaklara ve mahallelere yayıldı.

Şam’ın elit semtlerinin tamamı, modern Noel ağaçları ve dekorasyonlarla donatıldı. Oteller ve pazarlar bu yıl tüm ışıklandırmalarını ve çeşitli Noel tasarımlarını sergiledi. Birçok otelde, yerel zanaatkarlar ve sanatçılar ürünlerini Noel fuarlarında sergilerken, gençlik grupları etkinliğe uygun Batı müziği çaldı.

dfgt
Suriyeli bir aile Şam'daki bir Noel ağacının önünde fotoğraf çektiriyor. (AFP)

Kamusal alanlarda ve sokak girişlerinde yer alan Noel ağaçları, emniyet güçleri veya polis araçlarıyla ya da Duveylia’da olduğu gibi koordineli çalışan gönüllü güvenlik ekipleri tarafından korunuyor.

Azınlıklar içindeki azınlıklar

Şuan ki genel manzara, bir an için Suriye’deki Hristiyanların, demografik oranlarının üzerinde bir paya sahipmiş gibi görünmesine yol açabilir; siyasette, ekonomide, kültürde veya herhangi bir kamusal alanda… Resmi verilere göre, 2011’in başına kadar nüfusun yaklaşık yüzde 10’unu oluşturuyorlardı. Ancak pratikte, farklı mezhep ve yönelimlerden gelen Hristiyanlar (yaklaşık 11 mezhep) yalnızca Sosyal İşler Bakanlığı ile temsil ediliyor; burada Bakan Hind Kabavat, hem kadın kontenjanını hem de mezhep kontenjanını temsil ediyor.

cvfg
İdlib'in el-Kuneyye kasabasında bir Noel ağacı (AFP)

Suriye toplumundaki ‘daha büyük azınlık’ gruplarının, Baas Partisi’nin ‘tek Arap milleti’ söylemini geride bırakıp, sahadaki gerçekleri yansıtan yeni yapılarda kendilerine yer kapmaya çalıştığı bir dönemde, ‘daha küçük azınlıkların’ devlet ve kurumlarda kayda değer bir pay talep etmekten çekinmeleri adeta kaderleri oluyor. Öyle ki, Duveylia gibi yoksul bir mahallede polislik yapmak bile cazip görünmüyor; taleplerinin çoğu bir Noel ağacı, bazı süslemeler ve mahallenin sınırları içinde sınırlı bir katılımla karşılanıyor. Böylece nadir bir istisna ve ‘örnek azınlık’ statülerini pekiştiriyorlar.


Öcalan, Ankara'yı SDG ile Şam arasında bir anlaşmaya varılmasını kolaylaştırmaya çağırdı

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera ve Suriye Demokratik Güçleri (SDG) lideri Mazlum Abdi, SDG'yi Suriye ordusuna entegre etme anlaşmasını imzalarken, 10 Mart 2025 (EPA)
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera ve Suriye Demokratik Güçleri (SDG) lideri Mazlum Abdi, SDG'yi Suriye ordusuna entegre etme anlaşmasını imzalarken, 10 Mart 2025 (EPA)
TT

Öcalan, Ankara'yı SDG ile Şam arasında bir anlaşmaya varılmasını kolaylaştırmaya çağırdı

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera ve Suriye Demokratik Güçleri (SDG) lideri Mazlum Abdi, SDG'yi Suriye ordusuna entegre etme anlaşmasını imzalarken, 10 Mart 2025 (EPA)
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera ve Suriye Demokratik Güçleri (SDG) lideri Mazlum Abdi, SDG'yi Suriye ordusuna entegre etme anlaşmasını imzalarken, 10 Mart 2025 (EPA)

26 yıldır tutuklu bulunan PKK lideri Abdullah Öcalan, Ankara’yı, Kürtlerin liderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile Şam arasında bir anlaşma sağlanmasına aracılık etmeye çağırdı. Bu çağrı bugün, Kürt yanlısı Türkiye’deki Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) tarafından iletildi.

Öcalan, 30 Aralık tarihli yazılı mesajında, “Türkiye’nin bu süreçte kolaylaştırıcı ve yapıcı bir rol oynaması, süreci diyalog odaklı yürütmesi çok önemlidir. Bu, bölgesel barış ve kendi iç barışını güçlendirmek için hayati bir gerekliliktir” ifadelerini kullandı.

Geçtiğimiz hafta Ankara ve Şam, SDG’yi 10 Mart’ta imzalanan Suriye ordusuna entegrasyon anlaşmasını uygulamakta gecikmekle suçladı ve Suriye’nin birliği ile istikrarına yönelik herhangi bir girişimi reddettiklerini açıkladı.

Şarku’l Avsat’ın Suriye medyasından aktardığına göre SDG, ateşkes anlaşmasını ihlal ederek Halep’in kuzeyinde iç güvenlik noktalarına saldırdı.

Dün gelen haberlere göre, Halep’te eş-Şeyhan kavşağındaki İç Güvenlik Kuvvetleri (Asayiş) ve SDG’ye bağlı güvenlik güçlerinin ortak kontrol noktasına Suriye Savunma Bakanlığı’na bağlı birimler tarafından silahlı saldırı gerçekleştirildi. Saldırıda iki Asayiş mensubu yaralanırken, güvenlik birimleri saldırıya karşılık verdi ve bölge çevresinde güvenlik önlemleri artırıldı.


Suriye güvenlik güçleri Lazkiye'de gece sokağa çıkma yasağı ilan etti

Lazkiye'de protestolar sırasında çıkan çatışmaların ardından Suriye güvenlik güçleri konuşlandırıldı (EPA)
Lazkiye'de protestolar sırasında çıkan çatışmaların ardından Suriye güvenlik güçleri konuşlandırıldı (EPA)
TT

Suriye güvenlik güçleri Lazkiye'de gece sokağa çıkma yasağı ilan etti

Lazkiye'de protestolar sırasında çıkan çatışmaların ardından Suriye güvenlik güçleri konuşlandırıldı (EPA)
Lazkiye'de protestolar sırasında çıkan çatışmaların ardından Suriye güvenlik güçleri konuşlandırıldı (EPA)

Suriye haber ajansı SANA'nın haberine göre, Lazkiye vilayetindeki iç güvenlik güçleri bugün şehirde saat 17:00'den yarın sabah 06:00'ya kadar gece sokağa çıkma yasağı ilan etti.

İç Güvenlik Komutanlığı yaptığı açıklamada, sokağa çıkma yasağının acil durumları, sağlık personelini, ambulans ve itfaiye ekiplerini kapsamadığını belirtti.