Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 11: “Hafız Esed, aile üyelerinden çabuk etkilenirdi. İlişkimiz bazen kopma noktasına gelirdi”

Savunma Bakanı Hafız Esed (ortada), Başbakan Nureddin el-Atasi (solda) ve Baas Lideri Salah Cedid. (Şarku’l Avsat)
Savunma Bakanı Hafız Esed (ortada), Başbakan Nureddin el-Atasi (solda) ve Baas Lideri Salah Cedid. (Şarku’l Avsat)
TT

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 11: “Hafız Esed, aile üyelerinden çabuk etkilenirdi. İlişkimiz bazen kopma noktasına gelirdi”

Savunma Bakanı Hafız Esed (ortada), Başbakan Nureddin el-Atasi (solda) ve Baas Lideri Salah Cedid. (Şarku’l Avsat)
Savunma Bakanı Hafız Esed (ortada), Başbakan Nureddin el-Atasi (solda) ve Baas Lideri Salah Cedid. (Şarku’l Avsat)

Suriye’nin eski Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam, Şarku’l Avsat tarafından yayınlanan anılarının on birinci ve son bölümünde Suriye'de 1966-1970 yılları arasında Savunma Bakanı Hafız Esed ile ‘Baas" Yardımcı Genel Sekreteri Salah Cedid arasındaki iktidar mücadelesinin ve partinin yönetime gelmesinin aşamalarını tüm ayrıntılarıyla gözler önüne seriyor. Ayrıca Esed’in ‘mesajlarını’ Cedid ile müttefik olan Başkan Nureddin el-Atasi'ye iletmedeki rolünü aktarıyor.
Haddam, söz konusu döeneme ilişin anılarında 1970 yılının kasım ayında Esed’le görüşmek için Ordu Komutanlığı’na gittiğini söylüyor:
Ordudaki parti şubelerinin sekreterlerini durumu açıklamak üzere Atasi’ye göndermeyi önerdim. Çünkü General Salah Cedid'in halen ordunun gücüne sahip olduğuna inanılıyor olabilir (...) Atasi’nin evine gittiler. Onları kabul etti. Kriz hakkında görüştüler. Onları partiden ihraç etme kararı ile şoka uğrattı ve ‘Partinin Genel Sekreteri olarak sizleri ihraç ediyorum’ dedi. Yanından ayrılıp durumu Esed’e bildirdiler. O gün aralarında Cedid, Atasi ve Bakun’un da bulunduğu bölgesel yönetiminin üyeleri tutuklandı. Böylece bir aşama sona erdi ve yenisi başladı. Akşam bir grup Baas lideri olarak Kurmay General Esed’in ofisinde toplandık. Ahmed el-Hatib'i Devlet Başkanı, General Esed'i de başbakan olarak seçme konusunda anlaştık. Ertesi gün bakanların isimlerini belirlemek için bir toplantı planladık.
Esed'in tutumundaki değişikliklere de değinen Haddam sözlerini şöyle sürdürüyor:
Esed, sözlerinin doğru olduğunu ve her söylediğinin uygulanması gerektiğini düşünüyordu. Ailesine karşı duyarlıydı. Her zaman doğru yolda yürüdüğüne inanır ve bir öneride bulunursa geri adım atmazdı. İktidardaki Baas partisinin bölgesel başkanlığı 23 Şubat 1966’da ulusal liderlikle mücadelesini sonlandırmasının ardından ülkeyi kontrol altına aldı ve radikal Stalinist bir yaklaşım benimsedi. Partinin, özgürlük ve demokrasi çağrısı yapan temel ilkelerini terk ettiler. Bu yaklaşım, Suriyelilerin çoğunluğunun partiye ve rejime düşmanlık beslemesine ve ulusal ekonominin gerilemesine yol açtı. Rejim, ülkeyi kontrol altına almak için baskı uygulayıp gözaltılar gerçekleştirdi. O dönemde çeşitli illerden Baasçılar küçük gruplar oluşturdular. Ben de aralarındaydım. Meselenin parti başkanlığına sızmaması için doğrudan temas kuruluyordu.
O dönemde her biri parti şubesinin genel sekreteri olan Abdullah el-Ahmar ve Nebih el-Hassun’u ve Çalışma Bakanı Muhammed Rabah et-Tavil’i ziyaret ettim. Ziyaret sırasında et-Tavil, liderliğe karşı el-Ahmar ve Nebih Hassun'un da katıldığı bir saldırı kampanyası başlattı. Ben sessiz kalıp ara sıra Bakan’a eleştirilerde bulundum ve şunları sordum: “Neden bizime birlikte yönetimi hedef alıyorsunuz? Neden görüşlerinizi toplantılarda ifade etmiyorsunuz?”
Birkaç gün sonra bizi soruşturmak üzere bir parti komitesi kuruldu. Bu atmosfer bizi ve diğerlerini partiyi kurtarmak için bir çıkış yolu aramaya itti.
1968 yılında Şam yakınlarındaki Yafur’da parti için ulusal bir konferans düzenlendi. Konferansın askeri komitesinde Savunma Bakanı Hafız Esed, Suriye, Ürdün ve Irak'tan oluşan bir askeri cephe kurma projesi önerdi. Parti başkanlığı, ‘ABD ajanı’ olduğu gerekçesiyle Ürdün’le anlaşmaya izin verilmediği yanıtını verdi. İki ülke arasındaki mevcut gerilimler nedeniyle Irak ile iş birliği yapmayı da kabul etmedi. Esed, konferanstaki oturumlar bitmeden önce İsrail ile çatışmanın ‘Suriye ile değil, daha çok tüm Araplar arasında bir olduğu’ da dahil olmak üzere rejimin tutumlarıyla çelişen görüşler dile getirdi. Bu nedenle Arap ülkeleriyle aralarındaki anlaşmazlıkların üstesinden gelinmesi ve onları çatışmaya dahil etmeye çalışılması gerektiğini ifade etti. Sonra orduyla birlikte geri çekildi ve konferans durdu.
İbrahim Makhous müdahalede bulundu. Devlet Başkanı Nureddin el-Atasi, Parti Genel Sekreteri Salah Cedi ve Savunma Başkanı Esed’i konumlarını değiştirme, Esed’in Savunma Bakanlığı’nı bırakıp Başbakan olması konusunda ikna etmeye çalıştı. Ancak Esed bu teklifi kabul etmedi. İki liderlik arasında kampanyalar hız kazandı. Bu aşamada Esed ile aramızda temaslar oldu. İktidara katılımları ve baskı yaklaşımını değiştirmeleri hakkındaki kanaatlerimizi halka iletme konusunda anlaştık.
1968 yılının sonlarında Şam’daki askeri tiyatroda olağanüstü bölgesel bir konferans düzenlendi. Konferansta ikiye ayrılındı: Çoğunluk bölge yönetimi ile buna karşı çıkan azınlık. Konferansta uzun bir konuşma gerçekleştirdim. Söz konusu konuşmada bölge başkanlığını şiddetle eleştirdim. Partinin temel ilkeleri doğrultusunda özgürlük ve insanların katılımının garantisinin yeniden verilmesini talep ettim. Dostlardan biri sözümü keserek şunu sordu: “Daha önceki konferanslarda neden böyle konuşmadınız?”
Stalin'in ölümünden sonra iktidara gelen Sovyet Komünist Partisi Genel Sekreteri Nikita Kruşçev ile yaşanan bir olayla cevap verdim:
“Kruşçev, Stalin aleyhinde konuştu. Bunun üzerine Komünist Parti'nin bir üyesi ayağa kalktı. ‘Bunu neden Stalin hayattayken söylemedin?’ diye sordu. Genel Sekreter çok sinirlendi. Ayakkabılarını çıkarıp masaya vurmaya başladı ve ‘Bu konferansta Amerikalılar için çalışan casuslar var. Şimdi bu casusları ifşa edeceğim’ dedi. Herkes bir ölüm sessizliğine büründü. Dakikalar sonra Kruşçev ‘Neden Stalin'e saldırmadığımı anladınız mı?’ dedi.”
Konuşmamın ardından bölge başkanlığı taraftarları tarafından bir kampanyaya maruz kaldım. Konferans krize bir çözüm getirmedi. Atasi ve Esed arasında temaslar gerçekleştirildi. Bu temaslar sonucunda ulusal liderlik üyelerinin durumu yatıştırmak ve çözüm aramaya yardımcı olmak için katılım göstereceği yeni bir hükümet kurma anlamasıyla sonuçlandı. Atasi daha sonra iki grubun üyelerini bir araya getiren bir hükümet kurdu. Ben de bu hükümette Ekonomi ve Dış Ticaret Bakanı olarak görevlendirildim.
Bu hükümet ülkedeki iç krizleri ve partisel krizi çözemediği için işler daha da kötüleşti. Bölge başkanlığı son kartını oynamaya karar verdi. Esed’i parti liderliğinden ve iktidardan uzaklaştıracak kararlar almak amacıyla ulusal bir konferans çağrısı yaptı. Konferans 15 Kasım’da gerçekleştirildi.
İlk oturumda Savunma Bakanına yönelik baskılar yoğunlaştı. Bu nedenle General Naci Cemil (Esed ona Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nı devretmişti) ile bir araya geldik. Toplantıda Esed, Cemil, Muhammed Haydar, İzzeddin İdris ve ben hazır bulunduk. Konferansın durumunu ele aldık. Esed’in konferansta özgürlüklerin sağlanması, Suriyelilerin iktidara katılımı, parti özgürlüğü ve ekonomik reform için ödenek gibi Suriyelilerin coşkusunu uyandıran birçok ilkeyi barındıran bir konuşma yapmasını önerdim. Bu ilkeler üzerinde anlaştık. Ben, Haydar ve İdris konuşma metnini birlikte yazdık. İkinci oturumda Esed bu metni okudu. Ardından Yusuf Zain ve Mustafa Rüstem birer konuşma yapıp Esed’i desteklediler. Bir kaos meydana geldi. Oturum ikinci güne ertelendi. Ertesi sabah Arap üyeler ayrıldı ve konferans oturumları gerçekleştirilmedi.
Esed, beni aradı ve durumu ele almak üzere yanına gitmemi istedi. Ofisine gittim. Söze şöyle başladı: “Askeri darbe yapmak istemiyorum. Partide ve ülkede reform yapmak istiyorum.” Atasi’ye gidip durum hakkında konuşmak ve Esed’in darbe niyeti olmadığını vurgulamak üzere anlaştık. Nitekim Atasi’nin evine gittim. Dr. Mustafa Haddad yanındaydı. Savunma Bakanı’nın bana söylediklerini anlattım. Kendisine “Parti Genel Sekreteri sizsiniz. Sizden istenen krizi sona erdirmek için çalışmaktır” dedim. Bana gergin bir şekilde cevap verdi: “Kriz, Esed ve beraberindeki subaylar ülkeden ayrılmadıkça sona ermez.” Ben de “Böyle bir kararın mümkün olduğunu düşünüyor musunuz?” diye sordum. Başka bir çözümün olmadığını söyledi. “Çözüm arayışı, sorunları askeri bir çözüme itmekten daha iyidir” dedim. Dr. Haddad beni destekledi fakat Atasi’nin düşüncesi değişmedi. Çok gergin olan Zain müdahale etti ve durumu yatıştırmaya çalıştı. Ancak gerilim kapıları kapattı.
Ordu Komutanlığı’na geri döndüm. Esed’e durumu anlattım. Çok öfkelendi. “Ne yapmak gerek?” diye sordu. Ordudaki parti şubelerinin sekreterlerini durumu açıklamak üzere Atasi’ye göndermeyi önerdim. Çünkü ordu gücünün Salah Cedid’in elinde olduğu düşünülüyor olabilirdi. Nitekim şube sekreterleri ile temasa geçildi ve uzak yerlerden özel bir jetle getirildiler. General Esed ile bir araya geldikten sonra Atasi’nin evine gidip kriz hakkında konuştular. Onları partiden ihraç etme kararı ile şoka uğrattı: ‘Partinin Genel Sekreteri olarak sizleri ihraç ediyorum’ dedi. Yanından ayrılıp durumu Esed’e bildirdiler. O gün aralarında Cedid, Atasi ve Bakun’un da bulunduğu bölgesel yönetiminin üyeleri tutuklandı. Böylece bir aşama sona erdi ve yenisi başladı.
Akşam bir grup Baas lideri olarak Kurmay General Esed'in ofisinde toplandık. Ahmed el-Hatib'i Devlet Başkanı General Esed'i başbakan olarak seçme konusunda anlaştık. Ertesi gün bakanların isimlerini belirlemek için bir toplantı planladık.
O gün Esed ile birlikte Bakanlar Kurulu’na katıldım.
İktidarı eline aldıktan sonra tüm illere ziyaretler yaptı. Bu dönemde bölge liderliği aşamasında hüküm süren sert koşullar ve hayatın çeşitli alanlarında sergilediği katı yaklaşım nedeniyle eşi görülmemiş bir şekilde karşılandı. Bu ziyaretler, Esed’in ‘halkın sevgilisi’ olduğu, istediği kararları alabildiği ve ikna olduğu işleri uygulamaya koyabileceği hissini pekiştirdi. Bunun ardından yeni bir anayasa hazırlamak için bir komite kurdu.
Haddam anılarının bu kısmında yürürlüğe konulan 91’inci maddenin devlet başkanına verdiği yetkileri ve bunun Esed tarafından nasıl kullanıldığını gözler önüne seriyor:

Bu anayasa, devlet başkanına hiçbir demokratik veya diktatör başkanın kullanamayacağı mutlak yetkilerin verilmesini içeriyordu. Rejimin doğası ve devlet yönetimindeki bazı davranışların nedenlerini açıklığa kavuşturan bazı anayasa metinlerini kayda aldım.
91’inci madde şu şekildeydi:
“Vatana ihanet hali hariç, Devlet Başkanı’nın görevlerini yerine getirirken yaptığı işlemlerden sorumlu olmayacağını belirtir. İddianame talebi, Halk Meclisi üyelerinin gizli oturumda en az üçte birinin önerisine ve Halk Meclisinin bir kamuoyuyla ve Meclis üyelerinin üçte iki çoğunluğunun özel olarak alacağı bir karara dayanacaktır. Davası sadece Yüksek Anayasa Mahkemesi'nde görülecektir.”
Bu madde devlet başkanının açık olsa bile vatana ihanetle suçlanamayacağını ortaya koyuyor. Çünkü konulan şartlar, suçlamanın imkansız olduğunu gösteriyor. İktidardayken diktatör bir başkanı kim suçlamaya cüret eder?
92’inci maddeye göre devlet başkanı, bu anayasada öngörülen sınırlar dahilinde halk adına yürütme yetkisini kullanıyordu. Yani kendisini Suriye halkının yerine koydu. Bu, yaptığı her şeyin, halkın bu işi onaylamasının bir ifadesi olduğu anlamına gelir. Herhangi bir demokratik ya da totaliter ülkenin anayasasında böyle bir yetki yoktur. Çünkü yetki yasama organına aittir ve devlet başkanı dünyadaki hiçbir anayasada böyle bir yetki hakkına sahip değildir (...).
Kendisini demokratik bir devlet olarak gören hiçbir ülkede devlet başkanına bu tür yetkiler veren bir hüküm yoktur. Esed'in hüküm sürdüğü otuz yıllık süreçte ve anayasanın verdiği yetkiler dahilinde halkın acısı ve baskı arttı. Anayasal yetkilerini vatandaşları terörize etmek ve sindirmek için kullandı. Suriye, özgürlüğün olmadığı ve korkunun hakim olduğu bir döneme tanık oldu. Ülke, polis devletine dönüştü. Başta 8 Mart 1963 tarihinde iktidara gelen beş yıllık Askeri Komite üyelerinden Salah Cedid olmak üzere, Baasçılardan çok sayıda insan cezaevlerinde öldü. Kendisi Parti Genel Sekreteri Yardımcısı’ydı. Sertliği ve ahlaklı davranışlarıyla bilinirdi. Akrabalarının hiçbirinin devlet işlerine karışmasına izin vermedi (...)
Devlet ve partinin sorunu, Esed’in sözlerinin doğru olduğuna ve söylediklerinin yerine getirilmesi gerektiğine inanmasıydı. Konuşmaları değerler ve ideallerle doluydu ancak gerçek bunun tam tersiydi. Aile üyelerinden çabuk etkilenirdi. Anayasada öngörülen ‘demokratik cumhuriyeti’ diktatörlüğe dönüştürdü. Halk ve partinin rolünü etkisiz hale getirdi. Doğru yolda olduğuna inandığı bir fikir ileri sürdüğünde bundan geri adım atmazdı.
Haddam anılarının bundan sonraki bölümünde söz konusu dönemin aktörleriyle nasıl tanıştığını ve ilişikilerini anlatıyor:
Hafız Esed’i 1940’lı yılların sonlarında henüz bir öğrenci olduğu dönemde tanıdım. Askeri komitenin tüm üyelerini; Muhammed İmran’dan Salah Cedid’e, Abdulkerim el-Cundi’ye ve Ahmed el-Emir’e kadar hepsiyle o dönemde tanıştım. Hepsi fikir ve davranışlarında Esed’den farklıydı.
Salah Cedid ile sınıf arkadaşıydık. Ailelerimiz arasında dostane ilişkiler mevcuttu. Bunları, partinin iktidarı ele geçirmesinde rol oynayan Cedid ve Esed arasındaki farkı ortaya koymak için anlatıyorum.
Cedid’in davranışları dürüst ve adildi. Bu konuyla ilgili şu olayı anlatmak istiyorum:
Annesi, Lazkiye’deki evimde beni ziyaret etti. Benden oğlu Salah’la konuşup muhtaç durumdaki damadı Hasan Mahluf’a bir iş vermesini söylememi istedi. Gerçekten de birkaç gün sonra Şam’da işim vardı. Cedid’i aradım, beni evinde yemeğe davet etti. Yemekten sonra ona “Sana annenden bir mesaj getirdim” dedim. Annesinin talebini ilettim. Öfkelenip, “Prensiplerimin dışına çıkamam. Konumumun gerektirdiği davranışların dışına çıkamam. Açlığından ölse bunu yapmam” dedi. Ona, “ülkenin ekonomik kurumlarından birinin müdürü Sayın Adil es-Saadi ile Lazkiye Limanı’nda görevlendirilmesi için görüşebilirim” dedim. “Bunu yapmayacağız. Çünkü göreve getirilirse, insanlar müdahale ettiğimi söyleyecekler. Saadi onu görevlendirirse, onu görevden almak için çalışırım” yanıtını verdi.
Haddam günlüğünün bu kısmında Esed ve Lübnan meselesine ilişkin tutumuna ilişkin ayrıntıları aktarıyor:
Esed ile ilişkilerim bazen iyi bazen ise gergindi. Bir ara tamamen kopma aşamasına geldik. Bu Refik Hariri’nin Lazikiye’de benimle yaptığı görüşmenin ardından 1992 yılında Esed’in kararı ile başbakanlığa aday gösterilmesinden sonra oldu. Söz konusu görüşmede Hariri'nin hükümeti kurmasının Suriye ve Lübnan'ın çıkarına olduğu konusunda hemfikirdik.
Hariri, Lübnan hükümetini kurmakla görevlendirildikten sonra ne istediğimizi, Lübnan hükümeti için adaylarımız olup olmadığını öğrenmek için Şam'a geldi. Meseleyi Esed’e sundum. Benden, Genelkurmay Başkanı Hikmet eş-Şihabi ve Lübnan Askeri Güvenlik Şube Başkanı Gazi Kenan’dan bir komite oluşturmamızı ve isimler konusunda anlaşmak üzere Hariri ile bir araya gelmemizi istedi. Nitekim benim evimde toplandık. Üzerinde konuşup tartışmak üzere kalabalık bir isim listesi oluşturduk.
Tartışmaya başladık ve ne zaman bir isim üzerinde anlaşsak telefonu elimize alıp Esed'e bildiriyorduk. Komite üyelerinin her birinin görüşünü kendisine bildirdim ve tüm isimler üzerinde anlaştık. İsimler arasında Belediye ve Köy İşleri Bakanı olarak belirlediğimiz Süleyman Tony Franjiye de vardı. Esed de bunu kabul etti.
Refik Hariri isimleri Beyrut'a götürdü ve Sayın Nebih Berri’ye ve Cumhurbaşkanı’na gösterdi. Ardından isimler onaylandı.
İsimlerin onaylanmasının ertesi günü Esed sabah saatlerinde beni arayıp öfkeli bir sesle “Devletin çıkarına değil, kendi çıkarların için çalışıyorsun” dedi. Çok sinirlendim ve öfkeyle “Ben kendi çıkarım için çalışmıyorum. Süleyman Franjiye'yi Belediye İşleri Bakanı olarak görevlendirdik (...) İtibarınızı ve ülkenin itibarını korudum” dedim.
Konuşma sona erdikten sonra bir aydan fazla bir süre birbirimizle konuşmadık. Bir müddet sonra beni arayıp “Sen kimseyi özlemez misin?” dedi. Ben de “Devlet Başkanı sensin, randevuları sen verirsin” diye cevap verdim. Bunun üzerine “Akşam sekizde seni bekliyorum” dedi.

Haddam: 1967 savaşına vatana ve orduya sadakat göstermedik
‘Haziran yenilgisi’ bölge ve devletlerin, özellikle de Maşrik ülkelerinin tarihi için geçici bir olay değildi. Bu yenilgi, Arap-İsrail çatışmasının seyrinde büyük bir değişikliğe yol açtı. Bu savaş ve nedenleri hakkında çok şey söylendi, çok sayıda soru ve suçlama vardı. Bu sorulardan bazıları şöyleydi: İsrail; Suriye, Mısır ve Ürdün olmak üzere üç Arap ülkesiyle savaşında nasıl başarılı oldu?
1948 Arap-İsrail savaşından bu yana söz konusu tehlikeli olayları takip ederek bu konuya eğilmeyi kendime vazife bildim. Bu yenilginin nedenlerinin şunlar olduğu sonucuna vardım:
*Arap ülkeleri, ‘Nekbe’nin nedenlerini ve Arap pozisyonundaki zayıflık faktörlerini incelemek için henüz ‘Filistin Nekbesi’ne yönelik önlemleri almadılar. Alınan karar, ‘Ortak Arap Savunma Anlaşması’nın imzalanması oldu. Bu, metni açısından iyi bir anlaşmaydı. Ancak Batı ülkelerinde Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'nde (NATO) ve Doğu Avrupa ülkelerinde Varşova Paktı'nda meydana gelenlere benzer şekilde kurumlarını ve araçlarını kuramadığı için askıda kaldı.
*Arap arenasında bölünmeler ve iki siyasi bloğun oluşumu: İlki; Suudi Arabistan Krallığı, Mısır ve Suriye'yi kapsıyor. İkincisi; Irak ve Ürdün’ü. Irak'ın, İngiltere'nin himayesi ve katılımıyla İran, Türkiye ve Irak'tan oluşturulan ‘Merkezi İttifak’a katılmasının ardından durum daha da şiddetlendi. ‘Merkezi ittifak’ oluşumunun amacı Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu ülkelerine sızmasını önlemekti.
*Suudi Arabistan Krallığı, Mısır ve Suriye'den oluşan blok bir savunma yapısı oluşturmadı.
*ABD ve Batı ülkelerinin İsrail'e kucak açtığı, ona mali ve askeri yardım sağladığı bir zamanda Arap ülkeleri, topraklarını korumalarına ve kendilerini savunmalarına imkan verecek askeri yardımı onlara sağlayan müttefiklerden yoksundu.
Sovyetler Birliği’nin 1955’te Şükür el-Kuvvetli’yi Moskova’yı ziyarete davet etmesi, Mısır’da olduğu gibi Suriye ile de bir silah anlaşmasına yol açtı. Ancak iki ülke, Sovyetler ile ilişkilerinin niteliğini belirleyerek İsrail'in aldığına eşdeğer askeri bir destek almalarını sağlayacak sağlam bir karar çıkartamadı. Çünkü iki ülke dostluk sınırlarında durdu. Bazı Arap ülkelerinin ve Batı'nın uygulayabileceği baskı nedeniyle ittifak aşamasına geçmeye cesaret edemediler. Söz konusu iki ülke böyle bir karar almış ve Sovyetler Birliği ile müzakere etmiş olsaydı doğru olanı yapmış olmaları muhtemeldi.
*Bir diğer önemli neden, iki ülkenin orduyu, vatana bağlılıktan rejime bağlılığa dönüştürme kararıydı. Bu karar, iki ülkede çok sayıda subayın terhis edilmesine yol açtı. Suriye'de "Baasçılar", "Baas" ı iktidar ve karar konusunda tek başına duran totaliter bir partiye dönüştürerek büyük bir hata yaptılar. Bu, Mısır, Suriye ve Irak arasında üçlü anlaşmanın imzalandığı sırada "Nasırcı" subayların terhis edilmesine yol açtı. Bu anlaşma üç ülke arasında bir birliği de içeriyordu.
Silahlı kuvvetlerin kontrolüne giren Askeri Komite, aynı zamanda Tümgeneral Ziyad Hariri ve Suriye ordusundaki arkadaşlarının yanı sıra çok sayıda ‘Baasçı’ olmayan subayı ‘gerici’ olmakla suçlayarak terhis etti. Böylelikle orduda bir yandan yetkili subaylar görevden alındı, diğer yandan yedek subaylar ‘Baasçı’ oldukları için güvenilir oldukları varsayılıp askere çağrılmışlardı.
Ayrıca parti yönetimi, özellikle Arap ülkeleri ile iç ve dış ilişkilerinde katı bir yaklaşım benimsedi. Bu da onu tecrit etmelerine yol açtı. İsrail'in Mısır, Suriye ve Ürdün'e yönelik 5 Haziran 1967 tarihli saldırısı işte bu koşullarda gerçekleşti.

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 1: ‘Esed, Irak muhalefetine sahte vaatlerde bulunmayı önerirken Hatemi bir Kürt devletine karşı uyarı yaptı’

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 2: ‘Esed fikrini değiştirdi, Lahud’a verdiği süreyi uzattı. Suriye uluslararası iradeyle çarpıştı’

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 3: ‘Hariri, Canbolat’ın teklifi üzerine bizimle bir araya geldi. Hafız Esed kendisini sınadı’

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 4: ‘Güçlerimiz Hizbullah’ın kışlasına saldırdı’

Eski Suriye Dışişleri Bakanı Haddam’ın günlükleri 5: Bush, Avn’ın ‘engel’ olduğunu bildirdiği bir mektup gönderdi… Esed bunu isyanı sonlandırmak için bir ‘yeşil ışık’ olarak nitelendirdi

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 6: Saddam ile Rafsancani arasında gizli barış mektuplaşmaları

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 7… Rafsancani’den Saddam'a: ‘Arap milliyetçiliğinden bahsediyorsunuz ama Kuveyt’in işgal edilmesine karşı çıkmamızı eleştiriyorsunuz’

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 8: Arafat Filistin, Lübnan ve Suriye’ye komplo kurdu

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 9: Suudi Arabistan, İsrail-Suriye füze ​​krizinin çözümünde önemli rol oynadı

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 10: ‘Humeyni ile tanışan ilk ve son Suriyeli yetkili bendim’

 


Refah Sınır Kapısı ve cephe hattı Gazze meselesini körüklüyor

2023 yılının Kasım ayında Refah Sınır Kapısı’nın Gazze Şeridi tarafındaki Filistinliler (AFP)
2023 yılının Kasım ayında Refah Sınır Kapısı’nın Gazze Şeridi tarafındaki Filistinliler (AFP)
TT

Refah Sınır Kapısı ve cephe hattı Gazze meselesini körüklüyor

2023 yılının Kasım ayında Refah Sınır Kapısı’nın Gazze Şeridi tarafındaki Filistinliler (AFP)
2023 yılının Kasım ayında Refah Sınır Kapısı’nın Gazze Şeridi tarafındaki Filistinliler (AFP)

Refah Sınır Kapısı’nın açılması konusunda Mısır ile İsrail arasında çıkan anlaşmazlık ve aynı cephede Hamas üyesi olduğu sanılan unsurların İsrail güçlerine düzenlediği saldırı, Gazze'de gerginliği yeniden alevlendirdi.

Mısır dün, İsrail'in ‘Refah Sınır Kapısı’nın Filistin tarafından sadece çıkış için açılması konusunda bir anlaşmaya varıldığı’ iddiasını yalanladı. Mısırlı bir yetkili, “Sınır kapısı, eğer anlaşma sağlanırsa, geçiş noktası ABD Başkanı Donald Trump'ın barış planına çerçevesinde her iki yönde de giriş ve çıkış için açılacak” dedi. İsrail hükümetinin Hükümet Faaliyetleri Koordinatörlüğü, sınır kapısının ‘önümüzdeki günlerde, yalnızca Gazze sakinlerinin Mısır'a çıkması için’ açılacağını bildirdi.

Öte yandan sahada silahlı unsurlar, Refah Sınır Kapısı’nda konuşlu İsrail güçlerine tanksavar füzeleriyle saldırdı.

Bir diğer gelişmede, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu liderliğindeki iktidar koalisyonu, Filistin devleti kurulmasını öngören Trump’ın Gazze’deki savaşı sona erdirme planını desteklemekten kaçınmak için, muhalefetin dün İsrail parlamentosu Knesset'te önerdiği oylamayı boykot etti.


Petrol zengini Babnusa'dan sonra HDK’nin yeni hedefi Kadugli mi, el-Ubeyd mi?

Hızlı Destek Kuvvetleri'nin (HDK) Kordofan eyaletindeki el-Ubeyd şehrine düzenlediği saldırının yol açtığı yıkım (Sosyal medya)
Hızlı Destek Kuvvetleri'nin (HDK) Kordofan eyaletindeki el-Ubeyd şehrine düzenlediği saldırının yol açtığı yıkım (Sosyal medya)
TT

Petrol zengini Babnusa'dan sonra HDK’nin yeni hedefi Kadugli mi, el-Ubeyd mi?

Hızlı Destek Kuvvetleri'nin (HDK) Kordofan eyaletindeki el-Ubeyd şehrine düzenlediği saldırının yol açtığı yıkım (Sosyal medya)
Hızlı Destek Kuvvetleri'nin (HDK) Kordofan eyaletindeki el-Ubeyd şehrine düzenlediği saldırının yol açtığı yıkım (Sosyal medya)

İki yılı aşkın süredir devam eden şiddetli çatışmaların ardından Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) geçtiğimiz pazartesi günü, Orta Sudan’daki Batı Kordofan eyaletinin merkezi Babnusa şehrinde, Sudan ordusunun son kalesi olan 22. Piyade Tugayı üzerinde ‘tam kontrol’ sağladığını duyurdu. Bu arada bazı askeri uzmanlar, petrol zenginliği ve süt ürünleri üretimi ile tanınan stratejik şehrin düşmesinin, kuzey ve güneydeki diğer bölgelere yönelik yeni saha kazanımları için bir sıçrama noktası haline gelebileceğini öngörüyor. Olayın üzerinden iki gün geçmesine rağmen Sudan ordusundan resmi bir açıklama gelmezken, orduya yakın platformlarda, şehirdeki birliklerin aynı eyaletteki Heglig bölgesine çekildiği iddiaları paylaşıldı.

Kordofan şehirleri sallantıda

Kordofan’daki büyük şehirler, HDK’nin baskılarının artmasıyla sallantıda. Sudan ordusunun elinde sadece, Batı Kordofan’da Nuhud ve Babnusa’nın düşmesinin ardından Kuzey Kordofan eyaletinin el-Ubeyd ve Um Ruvabe şehirleri ile Batı Kordofan’daki petrol zengini Heglig kaldı. Güney Kordofan eyaletinde ise ordu Kadugli ve Deleng’i kontrol ederken, HDK ed-Dubeybat’ta hakimiyet kurmuş durumda. Diğer yandan HDK’nin müttefiki olan Sudan Halk Kurtuluş Hareketi’nin Abdulaziz el-Hilu kanadı, Güney Kordofan’daki Nuba Dağları’ndaki Kauda şehrini kontrol ediyor.

Babnusa’nın önemi

Batı Kordofan eyaletinde, Doğu Darfur sınırına yakın konumda bulunan Babnusa, başkent Hartum’a yaklaşık 600 kilometre uzaklıkta yer alıyor. Sudan demiryolu ağının en önemli kavşaklarından biri olan şehir, ülkenin batısı ile doğusu ve kuzeyini birbirine bağlıyor. Babnusa, Sudan’ın önde gelen süt fabrikalarına ev sahipliği yapmasının yanı sıra petrol zenginliği ile ekonomik açıdan stratejik bir şehir olarak kabul ediliyor.

dfvg
El-Faşir'in Hızlı Destek Kuvvetleri'nin (HDK) eline geçmesinin ardından şehirden kaçmak zorunda kalan yerlerinden edilmiş Sudanlılar, 26 Ekim 2025 (AFP)

HDK, Babnusa’nın düşüşünün ardından izleyeceği net stratejiyi henüz açıklamamış olsa da, eski Sudan ordusu askerleri olası senaryolar üzerinde değerlendirmelerde bulundu. İsminin açıklanmasını istemeyen eski bir Sudan ordusu subayı, Babnusa’nın hem askeri hem de coğrafi açıdan büyük öneme sahip olduğunu, düşmesinin savaşın gidişatında kritik bir dönüm noktası oluşturabileceğini ve bunun, Güney Kordofan’ın başkenti Kadugli, Deleng ve ordunun hâlâ kontrolünde tuttuğu diğer bölgelerin ele geçirilmesine kapı açabileceğini belirtti. Subay, “HDK, Kuzey Kordofan eyaletinin başkenti el-Ubeyd’i öncelikli askeri hedefleri arasına almış ve sürekli saldırılar düzenlemeye devam etmiştir. Kuvvetlerini stratejik noktalara yaymaları, şehre yönelik bir saldırının her an gerçekleşebileceğini gösteriyor” dedi.

HDK ateşkese uymadı

Kaynak, HDK’nin tek taraflı bir ateşkes ilan etmiş olmasına rağmen buna uymadığını ve 22. Piyade Tugayı’na bağlı askerlerin mevzilerine yönelik saldırılarına devam ederek şehri ele geçirdiğini belirtti. Bu durum, grubun askeri hedeflerinin henüz tamamlanmadığını ortaya koyuyor.

Askeri uzmanlara göre HDK’nin bu bölgeyi ele geçirmesi, ona daha fazla askeri operasyon için iyi bir üs sağlıyor. Uzmanlar, kuvvetlerin müttefiki olan Abdulaziz el-Hilu liderliğindeki Halk Kurtuluş Hareketi’ni destekleyerek, Güney Kordofan eyaletinin başkenti Kadugli’yi ele geçirmeye çalışmasının muhtemel olduğunu belirtiyor. Bu, ordunun eyaletteki önemli bazı kasabaları ele geçirmesinin ardından gelen stratejik bir adım olarak değerlendiriliyor.

Sudan ordusunun eski Genelkurmay Başkan Yardımcısı ve sözcüsü Tümgeneral Muhammed Beşir Süleyman, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, Babnusa’nın HDK’nin eline geçmesinin beklenen bir gelişme olduğunu ve kenti kontrol eden tarafın operasyonel manevra alanını büyük ölçüde genişleteceğini söyledi. Süleyman, “Babnusa, petrol zenginliğiyle ekonomik açıdan önemli bir eyalette yer alıyor. Ayrıca demografik yapısı, HDK’nin sosyal tabanlarını oluşturuyor. Bu durum, onlara siyasi bir boyut kazandırıyor; özellikle Darfur bölgesi ile bağlantılı olarak kontrol alanlarını genişletmek ve Kordofan’da savaşçılar için lojistik destek sağlamak amacıyla bir tür geçici yönetim oluşturma stratejisi izliyorlar” ifadelerini kullandı.

efrf
El-Faşir'den gelen Sudanlı mülteciler, Tine Mülteci Kampı (Reuters)

Süleyman, HDK’nin Babnusa’yı ele geçirmesinin, ordunun Kuzey Kordofan eyaletindeki operasyonel ilerleyişine karşı onu daha avantajlı bir askeri konuma getirdiğini, buna rağmen ordunun el-Ubeyd’in batısı ve Nuba Dağları’nda elde ettiği zaferlerin önemini koruduğunu belirtti.

Ordu neye ihtiyaç duyuyor?

Süleyman, ordunun Kuzey ve Batı Kordofan’daki tüm cephelerde operasyonları yönetebilmesi için doğru planlamaya ihtiyaç duyduğunu vurguladı. Bunun, kuvvetler, lojistik destek ve yedeklerin sağlanması gibi büyük askeri kaynakları gerektirdiğini ifade ederek, “Operasyonel başarısızlığa yer yok. Stratejik hedef, Darfur’un yeniden kontrolünü sağlamak” dedi.

Eski asker, HDK’nin Babnusa’yı ele geçirerek başarmayı hedeflediği askeri amaçların başında, Sudan ordusunu Batı Kordofan’daki sosyal tabanlarından uzaklaştırmak olduğunu söyledi.

Süleyman, “Bu bölgeyi kontrol etmek HDK’ye, operasyonlarında asker ve teçhizat tedarikini sürdürme imkânı sunuyor, böylece daha fazla toprak kazanabiliyor, aynı zamanda Darfur’u güvence altına alıyor ve stratejik öneme sahip el-Ubeyd şehrine yönelik operasyonlarını geliştirebiliyor” dedi.

Süleyman ayrıca, HDK’nin kenti ele geçirme çabasının, askeri ve siyasi olarak konumunu güçlendirme, kara hakimiyetini genişletme ve böylece daha güçlü bir müzakere pozisyonu elde etme amacı taşıdığını vurguladı. Bu çerçevede, ABD, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Mısır’ın dahil olduğu Dörtlü’nün Sudan’da üç aylık bir insani ateşkes sağlama çabaları da devam ediyor.


Gazze halkı, savaşın neden olduğu yıkımın ardından kültürel mirasını korumak için zamanla yarışıyor

Gazze şehrinde yaşanan savaş sırasında İsrail bombardımanı sonucu hasar gören Büyük Ömer Camii'nin iç restorasyon çalışmaları sırasında çekilmiş bir fotoğraf, 17 Kasım 2025 (Reuters)
Gazze şehrinde yaşanan savaş sırasında İsrail bombardımanı sonucu hasar gören Büyük Ömer Camii'nin iç restorasyon çalışmaları sırasında çekilmiş bir fotoğraf, 17 Kasım 2025 (Reuters)
TT

Gazze halkı, savaşın neden olduğu yıkımın ardından kültürel mirasını korumak için zamanla yarışıyor

Gazze şehrinde yaşanan savaş sırasında İsrail bombardımanı sonucu hasar gören Büyük Ömer Camii'nin iç restorasyon çalışmaları sırasında çekilmiş bir fotoğraf, 17 Kasım 2025 (Reuters)
Gazze şehrinde yaşanan savaş sırasında İsrail bombardımanı sonucu hasar gören Büyük Ömer Camii'nin iç restorasyon çalışmaları sırasında çekilmiş bir fotoğraf, 17 Kasım 2025 (Reuters)

Gazze Şeridi’nde 70 bin kişinin hayatını kaybetmesi, çok sayıda kişinin yaralanması, yüz binlerce insanın yerinden edilmesi ve neredeyse bütün mahallelerin yok olmasının ardından, yeniden inşa artık hayal gücünü zorlayan, neredeyse tasavvur edilemez bir görev haline geldi.

Buna rağmen, bölgede en değerli tarihi yapılar arasında yer alıp ağır hasar gören az sayıdaki noktada, işçiler şimdiden çalışmaya başladı. Amaç, geçmişten geriye kalan az sayıdaki kalıntıyı toprak altından çıkarmak.

Bu alanlar arasında, Gazze’nin eski kent merkezinde bulunan ve savaş sırasında İsrail güçlerinin hedef aldığı en önemli kültürel miras olan Büyük Ömer Camii de bulunuyor. İsrail ordusu, avlularının altında savaşçılar tarafından kullanılan bir tünel bulunduğunu öne sürerek yapıyı bombaladığını açıklamıştı. Filistinliler ise böyle bir tünelin varlığını reddediyor ve saldırının Gazze’nin dini ve kültürel mirasını yok etmeye yönelik olduğunu savunuyor.

dfrgt
Gazze şehrinde bulunan Büyük Ömer Camii'nin içindeki enkazı temizleyen bir işçi, 17 Kasım 2025 (Reuters)

Batı Şeria’daki Beytüllahim’de bulunan Miras Koruma Merkezi’nde mimar ve kültürel miras uzmanı olarak görev yapan ve şu anda savaşta zarar gören alanları kurtarmak için Gazze’de çalışan Hammude ed-Dehdar, İsrail’in bu yapıların yıkımının Filistin tarihini silebileceğini düşünerek ‘yanıldığını’ söyledi.

Dehdar, Gazze’de Reuters’a yaptığı açıklamada, bu yapıların kadim bir halkın ortak hafızasını temsil ettiğini belirterek, “Bu miras, korunması ve savunulması için ortak çaba gerektiren bir bellektir” dedi.

İsrail ordusu ise Hamas hedeflerine yönelik her saldırının, bu tür alanları tehlikeye atabilecek olması nedeniyle sıkı bir onay sürecinden geçtiğini açıkladı.

fgt
Gazze şehrinde savaş sırasında hasar gören tarihi Paşa Sarayı'nda restorasyon çalışmaları yürüten işçiler, 11 Kasım 2025 (Reuters)

İsrail ordusu tarafından yapılan açıklamada, “İsrail ordusu, kültürel miras alanları ile tarihi ve kültürel önemi bulunan mekânlara azami hassasiyetle yaklaşmaktadır. Bu alanlar ve sivillerin zarar görmesini en aza indirmek, saldırı planlamasında temel bir önceliktir” ifadeleri yer aldı.

Zamansız hikayeler

Nüfusunun büyük bölümü, bugün İsrail sınırları içinde kalan şehir ve köylerden zorla göç ettirilmiş mülteciler ya da onların çocuklarından oluşan Gazze Şeridi’nde, Büyük Ömer Camii, Gazze halkını kendi kültürel mirasına ve Ortadoğu’nun zengin mimari tarihine bağlayan temel unsurlardan biriydi.

Halk arasında anlatılan geleneksel hikâyelere göre Samson’un onu esir alanların üzerine tapınağı yıktığı yer olduğu söylenen bu alan, İslam’ın 7. yüzyılda Halife Ömer bin Hattab döneminde Akdeniz’e ulaşmasından önce bir Bizans kilisesine de ev sahipliği yapıyordu. Bölge İslam hâkimiyetine girdikten sonra yapı camiye dönüştürüldü.

Sonraki yüzyıllar boyunca yapı; Memlükler, Haçlılar ve Osmanlılar tarafından pek çok kez yeniden şekillendirildi ve Orta Çağ’da bölgenin mimari harikalarından biri olarak ün kazandı.

Caminin minaresi, Gazze siluetinin en belirgin unsurlarından biriydi. Cemaat, kubbeli tavanlar altında ve cilalı taşlarla döşeli avlularda ibadet eder; namazın ardından caminin görkemli cephesinin önünden geçerek kapılarından dışarı çıkar ve eski kentin çevresindeki çarşı sokaklarına doğru akardı.

frgt
Gazze şehrinde savaş sırasında hasar gören tarihi Paşa Sarayı'nda restorasyon çalışmaları yürüten işçiler, 11 Kasım 2025 (Reuters)

Yakındaki Kayseriyye Çarşısı, dükkânlarıyla ünlüydü; esnafı ve komşuları, âşıkların düğün takılarından kıskanç kayınvalidelerin hikâyelerine uzanan unutulmaz öyküler anlatırdı. Bugün bunlardan geriye neredeyse hiçbir iz kalmadı.

Ağır hasar gören bir diğer yapı da 13. yüzyıla uzanan tarihi Paşa Sarayı oldu. Bir müzeye ev sahipliği yapan yapının sergilediği eserler artık kayıp.

Dehdar, kültür ve miras söz konusu olduğunda bunun yalnızca eski bir bina ya da tarihi taşlardan ibaret olmadığını vurgulayarak, “Her taş bir hikâye anlatır” dedi.

Filistin’in Batı Şeria merkezli Turizm ve Eski Eserler Bakanlığı Müsteşarı Cihad Yasin ise Filistinli yetkililer ve Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nün (UNESCO) tarihi alanların restorasyonu için üç aşamalı bir plan hazırladığını, ilk maliyetin 133 milyon dolar olarak öngörüldüğünü belirtti.

Yasin, önceliğin çökme riski taşıyan yapıların hızlı müdahaleyle desteklenmesi olduğunu söyledi. Ancak beyaz çimento ve alçı sıkıntısı yaşandığını, Gazze’deki kaynakların sınırlı olduğunu ve restorasyon malzemelerinin fiyatlarının ciddi şekilde arttığını ifade etti.

sdfgt
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta İsrail hava saldırıları sırasında hasar gören, kısmen yıkılmış Berkuk Kalesi, 16 Kasım 2025 (Reuters)

Gazze Şeridi’nde kültürel mirasın yıkımı, evlerini ve geçim kaynaklarını kaybetmiş yaslı aileler arasında bile ayrı bir acı yaratmaya devam ediyor.

Münzir Ebu Asi, küçük kızı Kenzi’nin Büyük Ömer Camii’nin vurulduğunu duyunca hissettiği derin üzüntü nedeniyle onu teselli etmek zorunda kaldığını söyledi.

Ebu Asi, “Küçük kızım Kenzi çok üzüldü. Camiye saldırı haberini duyduğumuzda biz de şaşırdık; neden böyle bir şey yapıldı?” dedi.

Sözlerini sürdüren Ebu Asi, Paşa Sarayı’nın da bombalanmasının ardından artık kesin bir kanaate vardıklarını belirterek, “Bu işgalin, Filistin kimliğini yok etmek, her türlü Filistin eserini silmek istediği artık bizim için kesinleşti” ifadesini kullandı.