Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 11: “Hafız Esed, aile üyelerinden çabuk etkilenirdi. İlişkimiz bazen kopma noktasına gelirdi”

Savunma Bakanı Hafız Esed (ortada), Başbakan Nureddin el-Atasi (solda) ve Baas Lideri Salah Cedid. (Şarku’l Avsat)
Savunma Bakanı Hafız Esed (ortada), Başbakan Nureddin el-Atasi (solda) ve Baas Lideri Salah Cedid. (Şarku’l Avsat)
TT

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 11: “Hafız Esed, aile üyelerinden çabuk etkilenirdi. İlişkimiz bazen kopma noktasına gelirdi”

Savunma Bakanı Hafız Esed (ortada), Başbakan Nureddin el-Atasi (solda) ve Baas Lideri Salah Cedid. (Şarku’l Avsat)
Savunma Bakanı Hafız Esed (ortada), Başbakan Nureddin el-Atasi (solda) ve Baas Lideri Salah Cedid. (Şarku’l Avsat)

Suriye’nin eski Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam, Şarku’l Avsat tarafından yayınlanan anılarının on birinci ve son bölümünde Suriye'de 1966-1970 yılları arasında Savunma Bakanı Hafız Esed ile ‘Baas" Yardımcı Genel Sekreteri Salah Cedid arasındaki iktidar mücadelesinin ve partinin yönetime gelmesinin aşamalarını tüm ayrıntılarıyla gözler önüne seriyor. Ayrıca Esed’in ‘mesajlarını’ Cedid ile müttefik olan Başkan Nureddin el-Atasi'ye iletmedeki rolünü aktarıyor.
Haddam, söz konusu döeneme ilişin anılarında 1970 yılının kasım ayında Esed’le görüşmek için Ordu Komutanlığı’na gittiğini söylüyor:
Ordudaki parti şubelerinin sekreterlerini durumu açıklamak üzere Atasi’ye göndermeyi önerdim. Çünkü General Salah Cedid'in halen ordunun gücüne sahip olduğuna inanılıyor olabilir (...) Atasi’nin evine gittiler. Onları kabul etti. Kriz hakkında görüştüler. Onları partiden ihraç etme kararı ile şoka uğrattı ve ‘Partinin Genel Sekreteri olarak sizleri ihraç ediyorum’ dedi. Yanından ayrılıp durumu Esed’e bildirdiler. O gün aralarında Cedid, Atasi ve Bakun’un da bulunduğu bölgesel yönetiminin üyeleri tutuklandı. Böylece bir aşama sona erdi ve yenisi başladı. Akşam bir grup Baas lideri olarak Kurmay General Esed’in ofisinde toplandık. Ahmed el-Hatib'i Devlet Başkanı, General Esed'i de başbakan olarak seçme konusunda anlaştık. Ertesi gün bakanların isimlerini belirlemek için bir toplantı planladık.
Esed'in tutumundaki değişikliklere de değinen Haddam sözlerini şöyle sürdürüyor:
Esed, sözlerinin doğru olduğunu ve her söylediğinin uygulanması gerektiğini düşünüyordu. Ailesine karşı duyarlıydı. Her zaman doğru yolda yürüdüğüne inanır ve bir öneride bulunursa geri adım atmazdı. İktidardaki Baas partisinin bölgesel başkanlığı 23 Şubat 1966’da ulusal liderlikle mücadelesini sonlandırmasının ardından ülkeyi kontrol altına aldı ve radikal Stalinist bir yaklaşım benimsedi. Partinin, özgürlük ve demokrasi çağrısı yapan temel ilkelerini terk ettiler. Bu yaklaşım, Suriyelilerin çoğunluğunun partiye ve rejime düşmanlık beslemesine ve ulusal ekonominin gerilemesine yol açtı. Rejim, ülkeyi kontrol altına almak için baskı uygulayıp gözaltılar gerçekleştirdi. O dönemde çeşitli illerden Baasçılar küçük gruplar oluşturdular. Ben de aralarındaydım. Meselenin parti başkanlığına sızmaması için doğrudan temas kuruluyordu.
O dönemde her biri parti şubesinin genel sekreteri olan Abdullah el-Ahmar ve Nebih el-Hassun’u ve Çalışma Bakanı Muhammed Rabah et-Tavil’i ziyaret ettim. Ziyaret sırasında et-Tavil, liderliğe karşı el-Ahmar ve Nebih Hassun'un da katıldığı bir saldırı kampanyası başlattı. Ben sessiz kalıp ara sıra Bakan’a eleştirilerde bulundum ve şunları sordum: “Neden bizime birlikte yönetimi hedef alıyorsunuz? Neden görüşlerinizi toplantılarda ifade etmiyorsunuz?”
Birkaç gün sonra bizi soruşturmak üzere bir parti komitesi kuruldu. Bu atmosfer bizi ve diğerlerini partiyi kurtarmak için bir çıkış yolu aramaya itti.
1968 yılında Şam yakınlarındaki Yafur’da parti için ulusal bir konferans düzenlendi. Konferansın askeri komitesinde Savunma Bakanı Hafız Esed, Suriye, Ürdün ve Irak'tan oluşan bir askeri cephe kurma projesi önerdi. Parti başkanlığı, ‘ABD ajanı’ olduğu gerekçesiyle Ürdün’le anlaşmaya izin verilmediği yanıtını verdi. İki ülke arasındaki mevcut gerilimler nedeniyle Irak ile iş birliği yapmayı da kabul etmedi. Esed, konferanstaki oturumlar bitmeden önce İsrail ile çatışmanın ‘Suriye ile değil, daha çok tüm Araplar arasında bir olduğu’ da dahil olmak üzere rejimin tutumlarıyla çelişen görüşler dile getirdi. Bu nedenle Arap ülkeleriyle aralarındaki anlaşmazlıkların üstesinden gelinmesi ve onları çatışmaya dahil etmeye çalışılması gerektiğini ifade etti. Sonra orduyla birlikte geri çekildi ve konferans durdu.
İbrahim Makhous müdahalede bulundu. Devlet Başkanı Nureddin el-Atasi, Parti Genel Sekreteri Salah Cedi ve Savunma Başkanı Esed’i konumlarını değiştirme, Esed’in Savunma Bakanlığı’nı bırakıp Başbakan olması konusunda ikna etmeye çalıştı. Ancak Esed bu teklifi kabul etmedi. İki liderlik arasında kampanyalar hız kazandı. Bu aşamada Esed ile aramızda temaslar oldu. İktidara katılımları ve baskı yaklaşımını değiştirmeleri hakkındaki kanaatlerimizi halka iletme konusunda anlaştık.
1968 yılının sonlarında Şam’daki askeri tiyatroda olağanüstü bölgesel bir konferans düzenlendi. Konferansta ikiye ayrılındı: Çoğunluk bölge yönetimi ile buna karşı çıkan azınlık. Konferansta uzun bir konuşma gerçekleştirdim. Söz konusu konuşmada bölge başkanlığını şiddetle eleştirdim. Partinin temel ilkeleri doğrultusunda özgürlük ve insanların katılımının garantisinin yeniden verilmesini talep ettim. Dostlardan biri sözümü keserek şunu sordu: “Daha önceki konferanslarda neden böyle konuşmadınız?”
Stalin'in ölümünden sonra iktidara gelen Sovyet Komünist Partisi Genel Sekreteri Nikita Kruşçev ile yaşanan bir olayla cevap verdim:
“Kruşçev, Stalin aleyhinde konuştu. Bunun üzerine Komünist Parti'nin bir üyesi ayağa kalktı. ‘Bunu neden Stalin hayattayken söylemedin?’ diye sordu. Genel Sekreter çok sinirlendi. Ayakkabılarını çıkarıp masaya vurmaya başladı ve ‘Bu konferansta Amerikalılar için çalışan casuslar var. Şimdi bu casusları ifşa edeceğim’ dedi. Herkes bir ölüm sessizliğine büründü. Dakikalar sonra Kruşçev ‘Neden Stalin'e saldırmadığımı anladınız mı?’ dedi.”
Konuşmamın ardından bölge başkanlığı taraftarları tarafından bir kampanyaya maruz kaldım. Konferans krize bir çözüm getirmedi. Atasi ve Esed arasında temaslar gerçekleştirildi. Bu temaslar sonucunda ulusal liderlik üyelerinin durumu yatıştırmak ve çözüm aramaya yardımcı olmak için katılım göstereceği yeni bir hükümet kurma anlamasıyla sonuçlandı. Atasi daha sonra iki grubun üyelerini bir araya getiren bir hükümet kurdu. Ben de bu hükümette Ekonomi ve Dış Ticaret Bakanı olarak görevlendirildim.
Bu hükümet ülkedeki iç krizleri ve partisel krizi çözemediği için işler daha da kötüleşti. Bölge başkanlığı son kartını oynamaya karar verdi. Esed’i parti liderliğinden ve iktidardan uzaklaştıracak kararlar almak amacıyla ulusal bir konferans çağrısı yaptı. Konferans 15 Kasım’da gerçekleştirildi.
İlk oturumda Savunma Bakanına yönelik baskılar yoğunlaştı. Bu nedenle General Naci Cemil (Esed ona Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nı devretmişti) ile bir araya geldik. Toplantıda Esed, Cemil, Muhammed Haydar, İzzeddin İdris ve ben hazır bulunduk. Konferansın durumunu ele aldık. Esed’in konferansta özgürlüklerin sağlanması, Suriyelilerin iktidara katılımı, parti özgürlüğü ve ekonomik reform için ödenek gibi Suriyelilerin coşkusunu uyandıran birçok ilkeyi barındıran bir konuşma yapmasını önerdim. Bu ilkeler üzerinde anlaştık. Ben, Haydar ve İdris konuşma metnini birlikte yazdık. İkinci oturumda Esed bu metni okudu. Ardından Yusuf Zain ve Mustafa Rüstem birer konuşma yapıp Esed’i desteklediler. Bir kaos meydana geldi. Oturum ikinci güne ertelendi. Ertesi sabah Arap üyeler ayrıldı ve konferans oturumları gerçekleştirilmedi.
Esed, beni aradı ve durumu ele almak üzere yanına gitmemi istedi. Ofisine gittim. Söze şöyle başladı: “Askeri darbe yapmak istemiyorum. Partide ve ülkede reform yapmak istiyorum.” Atasi’ye gidip durum hakkında konuşmak ve Esed’in darbe niyeti olmadığını vurgulamak üzere anlaştık. Nitekim Atasi’nin evine gittim. Dr. Mustafa Haddad yanındaydı. Savunma Bakanı’nın bana söylediklerini anlattım. Kendisine “Parti Genel Sekreteri sizsiniz. Sizden istenen krizi sona erdirmek için çalışmaktır” dedim. Bana gergin bir şekilde cevap verdi: “Kriz, Esed ve beraberindeki subaylar ülkeden ayrılmadıkça sona ermez.” Ben de “Böyle bir kararın mümkün olduğunu düşünüyor musunuz?” diye sordum. Başka bir çözümün olmadığını söyledi. “Çözüm arayışı, sorunları askeri bir çözüme itmekten daha iyidir” dedim. Dr. Haddad beni destekledi fakat Atasi’nin düşüncesi değişmedi. Çok gergin olan Zain müdahale etti ve durumu yatıştırmaya çalıştı. Ancak gerilim kapıları kapattı.
Ordu Komutanlığı’na geri döndüm. Esed’e durumu anlattım. Çok öfkelendi. “Ne yapmak gerek?” diye sordu. Ordudaki parti şubelerinin sekreterlerini durumu açıklamak üzere Atasi’ye göndermeyi önerdim. Çünkü ordu gücünün Salah Cedid’in elinde olduğu düşünülüyor olabilirdi. Nitekim şube sekreterleri ile temasa geçildi ve uzak yerlerden özel bir jetle getirildiler. General Esed ile bir araya geldikten sonra Atasi’nin evine gidip kriz hakkında konuştular. Onları partiden ihraç etme kararı ile şoka uğrattı: ‘Partinin Genel Sekreteri olarak sizleri ihraç ediyorum’ dedi. Yanından ayrılıp durumu Esed’e bildirdiler. O gün aralarında Cedid, Atasi ve Bakun’un da bulunduğu bölgesel yönetiminin üyeleri tutuklandı. Böylece bir aşama sona erdi ve yenisi başladı.
Akşam bir grup Baas lideri olarak Kurmay General Esed'in ofisinde toplandık. Ahmed el-Hatib'i Devlet Başkanı General Esed'i başbakan olarak seçme konusunda anlaştık. Ertesi gün bakanların isimlerini belirlemek için bir toplantı planladık.
O gün Esed ile birlikte Bakanlar Kurulu’na katıldım.
İktidarı eline aldıktan sonra tüm illere ziyaretler yaptı. Bu dönemde bölge liderliği aşamasında hüküm süren sert koşullar ve hayatın çeşitli alanlarında sergilediği katı yaklaşım nedeniyle eşi görülmemiş bir şekilde karşılandı. Bu ziyaretler, Esed’in ‘halkın sevgilisi’ olduğu, istediği kararları alabildiği ve ikna olduğu işleri uygulamaya koyabileceği hissini pekiştirdi. Bunun ardından yeni bir anayasa hazırlamak için bir komite kurdu.
Haddam anılarının bu kısmında yürürlüğe konulan 91’inci maddenin devlet başkanına verdiği yetkileri ve bunun Esed tarafından nasıl kullanıldığını gözler önüne seriyor:

Bu anayasa, devlet başkanına hiçbir demokratik veya diktatör başkanın kullanamayacağı mutlak yetkilerin verilmesini içeriyordu. Rejimin doğası ve devlet yönetimindeki bazı davranışların nedenlerini açıklığa kavuşturan bazı anayasa metinlerini kayda aldım.
91’inci madde şu şekildeydi:
“Vatana ihanet hali hariç, Devlet Başkanı’nın görevlerini yerine getirirken yaptığı işlemlerden sorumlu olmayacağını belirtir. İddianame talebi, Halk Meclisi üyelerinin gizli oturumda en az üçte birinin önerisine ve Halk Meclisinin bir kamuoyuyla ve Meclis üyelerinin üçte iki çoğunluğunun özel olarak alacağı bir karara dayanacaktır. Davası sadece Yüksek Anayasa Mahkemesi'nde görülecektir.”
Bu madde devlet başkanının açık olsa bile vatana ihanetle suçlanamayacağını ortaya koyuyor. Çünkü konulan şartlar, suçlamanın imkansız olduğunu gösteriyor. İktidardayken diktatör bir başkanı kim suçlamaya cüret eder?
92’inci maddeye göre devlet başkanı, bu anayasada öngörülen sınırlar dahilinde halk adına yürütme yetkisini kullanıyordu. Yani kendisini Suriye halkının yerine koydu. Bu, yaptığı her şeyin, halkın bu işi onaylamasının bir ifadesi olduğu anlamına gelir. Herhangi bir demokratik ya da totaliter ülkenin anayasasında böyle bir yetki yoktur. Çünkü yetki yasama organına aittir ve devlet başkanı dünyadaki hiçbir anayasada böyle bir yetki hakkına sahip değildir (...).
Kendisini demokratik bir devlet olarak gören hiçbir ülkede devlet başkanına bu tür yetkiler veren bir hüküm yoktur. Esed'in hüküm sürdüğü otuz yıllık süreçte ve anayasanın verdiği yetkiler dahilinde halkın acısı ve baskı arttı. Anayasal yetkilerini vatandaşları terörize etmek ve sindirmek için kullandı. Suriye, özgürlüğün olmadığı ve korkunun hakim olduğu bir döneme tanık oldu. Ülke, polis devletine dönüştü. Başta 8 Mart 1963 tarihinde iktidara gelen beş yıllık Askeri Komite üyelerinden Salah Cedid olmak üzere, Baasçılardan çok sayıda insan cezaevlerinde öldü. Kendisi Parti Genel Sekreteri Yardımcısı’ydı. Sertliği ve ahlaklı davranışlarıyla bilinirdi. Akrabalarının hiçbirinin devlet işlerine karışmasına izin vermedi (...)
Devlet ve partinin sorunu, Esed’in sözlerinin doğru olduğuna ve söylediklerinin yerine getirilmesi gerektiğine inanmasıydı. Konuşmaları değerler ve ideallerle doluydu ancak gerçek bunun tam tersiydi. Aile üyelerinden çabuk etkilenirdi. Anayasada öngörülen ‘demokratik cumhuriyeti’ diktatörlüğe dönüştürdü. Halk ve partinin rolünü etkisiz hale getirdi. Doğru yolda olduğuna inandığı bir fikir ileri sürdüğünde bundan geri adım atmazdı.
Haddam anılarının bundan sonraki bölümünde söz konusu dönemin aktörleriyle nasıl tanıştığını ve ilişikilerini anlatıyor:
Hafız Esed’i 1940’lı yılların sonlarında henüz bir öğrenci olduğu dönemde tanıdım. Askeri komitenin tüm üyelerini; Muhammed İmran’dan Salah Cedid’e, Abdulkerim el-Cundi’ye ve Ahmed el-Emir’e kadar hepsiyle o dönemde tanıştım. Hepsi fikir ve davranışlarında Esed’den farklıydı.
Salah Cedid ile sınıf arkadaşıydık. Ailelerimiz arasında dostane ilişkiler mevcuttu. Bunları, partinin iktidarı ele geçirmesinde rol oynayan Cedid ve Esed arasındaki farkı ortaya koymak için anlatıyorum.
Cedid’in davranışları dürüst ve adildi. Bu konuyla ilgili şu olayı anlatmak istiyorum:
Annesi, Lazkiye’deki evimde beni ziyaret etti. Benden oğlu Salah’la konuşup muhtaç durumdaki damadı Hasan Mahluf’a bir iş vermesini söylememi istedi. Gerçekten de birkaç gün sonra Şam’da işim vardı. Cedid’i aradım, beni evinde yemeğe davet etti. Yemekten sonra ona “Sana annenden bir mesaj getirdim” dedim. Annesinin talebini ilettim. Öfkelenip, “Prensiplerimin dışına çıkamam. Konumumun gerektirdiği davranışların dışına çıkamam. Açlığından ölse bunu yapmam” dedi. Ona, “ülkenin ekonomik kurumlarından birinin müdürü Sayın Adil es-Saadi ile Lazkiye Limanı’nda görevlendirilmesi için görüşebilirim” dedim. “Bunu yapmayacağız. Çünkü göreve getirilirse, insanlar müdahale ettiğimi söyleyecekler. Saadi onu görevlendirirse, onu görevden almak için çalışırım” yanıtını verdi.
Haddam günlüğünün bu kısmında Esed ve Lübnan meselesine ilişkin tutumuna ilişkin ayrıntıları aktarıyor:
Esed ile ilişkilerim bazen iyi bazen ise gergindi. Bir ara tamamen kopma aşamasına geldik. Bu Refik Hariri’nin Lazikiye’de benimle yaptığı görüşmenin ardından 1992 yılında Esed’in kararı ile başbakanlığa aday gösterilmesinden sonra oldu. Söz konusu görüşmede Hariri'nin hükümeti kurmasının Suriye ve Lübnan'ın çıkarına olduğu konusunda hemfikirdik.
Hariri, Lübnan hükümetini kurmakla görevlendirildikten sonra ne istediğimizi, Lübnan hükümeti için adaylarımız olup olmadığını öğrenmek için Şam'a geldi. Meseleyi Esed’e sundum. Benden, Genelkurmay Başkanı Hikmet eş-Şihabi ve Lübnan Askeri Güvenlik Şube Başkanı Gazi Kenan’dan bir komite oluşturmamızı ve isimler konusunda anlaşmak üzere Hariri ile bir araya gelmemizi istedi. Nitekim benim evimde toplandık. Üzerinde konuşup tartışmak üzere kalabalık bir isim listesi oluşturduk.
Tartışmaya başladık ve ne zaman bir isim üzerinde anlaşsak telefonu elimize alıp Esed'e bildiriyorduk. Komite üyelerinin her birinin görüşünü kendisine bildirdim ve tüm isimler üzerinde anlaştık. İsimler arasında Belediye ve Köy İşleri Bakanı olarak belirlediğimiz Süleyman Tony Franjiye de vardı. Esed de bunu kabul etti.
Refik Hariri isimleri Beyrut'a götürdü ve Sayın Nebih Berri’ye ve Cumhurbaşkanı’na gösterdi. Ardından isimler onaylandı.
İsimlerin onaylanmasının ertesi günü Esed sabah saatlerinde beni arayıp öfkeli bir sesle “Devletin çıkarına değil, kendi çıkarların için çalışıyorsun” dedi. Çok sinirlendim ve öfkeyle “Ben kendi çıkarım için çalışmıyorum. Süleyman Franjiye'yi Belediye İşleri Bakanı olarak görevlendirdik (...) İtibarınızı ve ülkenin itibarını korudum” dedim.
Konuşma sona erdikten sonra bir aydan fazla bir süre birbirimizle konuşmadık. Bir müddet sonra beni arayıp “Sen kimseyi özlemez misin?” dedi. Ben de “Devlet Başkanı sensin, randevuları sen verirsin” diye cevap verdim. Bunun üzerine “Akşam sekizde seni bekliyorum” dedi.

Haddam: 1967 savaşına vatana ve orduya sadakat göstermedik
‘Haziran yenilgisi’ bölge ve devletlerin, özellikle de Maşrik ülkelerinin tarihi için geçici bir olay değildi. Bu yenilgi, Arap-İsrail çatışmasının seyrinde büyük bir değişikliğe yol açtı. Bu savaş ve nedenleri hakkında çok şey söylendi, çok sayıda soru ve suçlama vardı. Bu sorulardan bazıları şöyleydi: İsrail; Suriye, Mısır ve Ürdün olmak üzere üç Arap ülkesiyle savaşında nasıl başarılı oldu?
1948 Arap-İsrail savaşından bu yana söz konusu tehlikeli olayları takip ederek bu konuya eğilmeyi kendime vazife bildim. Bu yenilginin nedenlerinin şunlar olduğu sonucuna vardım:
*Arap ülkeleri, ‘Nekbe’nin nedenlerini ve Arap pozisyonundaki zayıflık faktörlerini incelemek için henüz ‘Filistin Nekbesi’ne yönelik önlemleri almadılar. Alınan karar, ‘Ortak Arap Savunma Anlaşması’nın imzalanması oldu. Bu, metni açısından iyi bir anlaşmaydı. Ancak Batı ülkelerinde Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'nde (NATO) ve Doğu Avrupa ülkelerinde Varşova Paktı'nda meydana gelenlere benzer şekilde kurumlarını ve araçlarını kuramadığı için askıda kaldı.
*Arap arenasında bölünmeler ve iki siyasi bloğun oluşumu: İlki; Suudi Arabistan Krallığı, Mısır ve Suriye'yi kapsıyor. İkincisi; Irak ve Ürdün’ü. Irak'ın, İngiltere'nin himayesi ve katılımıyla İran, Türkiye ve Irak'tan oluşturulan ‘Merkezi İttifak’a katılmasının ardından durum daha da şiddetlendi. ‘Merkezi ittifak’ oluşumunun amacı Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu ülkelerine sızmasını önlemekti.
*Suudi Arabistan Krallığı, Mısır ve Suriye'den oluşan blok bir savunma yapısı oluşturmadı.
*ABD ve Batı ülkelerinin İsrail'e kucak açtığı, ona mali ve askeri yardım sağladığı bir zamanda Arap ülkeleri, topraklarını korumalarına ve kendilerini savunmalarına imkan verecek askeri yardımı onlara sağlayan müttefiklerden yoksundu.
Sovyetler Birliği’nin 1955’te Şükür el-Kuvvetli’yi Moskova’yı ziyarete davet etmesi, Mısır’da olduğu gibi Suriye ile de bir silah anlaşmasına yol açtı. Ancak iki ülke, Sovyetler ile ilişkilerinin niteliğini belirleyerek İsrail'in aldığına eşdeğer askeri bir destek almalarını sağlayacak sağlam bir karar çıkartamadı. Çünkü iki ülke dostluk sınırlarında durdu. Bazı Arap ülkelerinin ve Batı'nın uygulayabileceği baskı nedeniyle ittifak aşamasına geçmeye cesaret edemediler. Söz konusu iki ülke böyle bir karar almış ve Sovyetler Birliği ile müzakere etmiş olsaydı doğru olanı yapmış olmaları muhtemeldi.
*Bir diğer önemli neden, iki ülkenin orduyu, vatana bağlılıktan rejime bağlılığa dönüştürme kararıydı. Bu karar, iki ülkede çok sayıda subayın terhis edilmesine yol açtı. Suriye'de "Baasçılar", "Baas" ı iktidar ve karar konusunda tek başına duran totaliter bir partiye dönüştürerek büyük bir hata yaptılar. Bu, Mısır, Suriye ve Irak arasında üçlü anlaşmanın imzalandığı sırada "Nasırcı" subayların terhis edilmesine yol açtı. Bu anlaşma üç ülke arasında bir birliği de içeriyordu.
Silahlı kuvvetlerin kontrolüne giren Askeri Komite, aynı zamanda Tümgeneral Ziyad Hariri ve Suriye ordusundaki arkadaşlarının yanı sıra çok sayıda ‘Baasçı’ olmayan subayı ‘gerici’ olmakla suçlayarak terhis etti. Böylelikle orduda bir yandan yetkili subaylar görevden alındı, diğer yandan yedek subaylar ‘Baasçı’ oldukları için güvenilir oldukları varsayılıp askere çağrılmışlardı.
Ayrıca parti yönetimi, özellikle Arap ülkeleri ile iç ve dış ilişkilerinde katı bir yaklaşım benimsedi. Bu da onu tecrit etmelerine yol açtı. İsrail'in Mısır, Suriye ve Ürdün'e yönelik 5 Haziran 1967 tarihli saldırısı işte bu koşullarda gerçekleşti.

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 1: ‘Esed, Irak muhalefetine sahte vaatlerde bulunmayı önerirken Hatemi bir Kürt devletine karşı uyarı yaptı’

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 2: ‘Esed fikrini değiştirdi, Lahud’a verdiği süreyi uzattı. Suriye uluslararası iradeyle çarpıştı’

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 3: ‘Hariri, Canbolat’ın teklifi üzerine bizimle bir araya geldi. Hafız Esed kendisini sınadı’

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 4: ‘Güçlerimiz Hizbullah’ın kışlasına saldırdı’

Eski Suriye Dışişleri Bakanı Haddam’ın günlükleri 5: Bush, Avn’ın ‘engel’ olduğunu bildirdiği bir mektup gönderdi… Esed bunu isyanı sonlandırmak için bir ‘yeşil ışık’ olarak nitelendirdi

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 6: Saddam ile Rafsancani arasında gizli barış mektuplaşmaları

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 7… Rafsancani’den Saddam'a: ‘Arap milliyetçiliğinden bahsediyorsunuz ama Kuveyt’in işgal edilmesine karşı çıkmamızı eleştiriyorsunuz’

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 8: Arafat Filistin, Lübnan ve Suriye’ye komplo kurdu

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 9: Suudi Arabistan, İsrail-Suriye füze ​​krizinin çözümünde önemli rol oynadı

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 10: ‘Humeyni ile tanışan ilk ve son Suriyeli yetkili bendim’

 


Avn, Papa'yı kabul ederken: Ne teslim olacağız ne de ayrılacağız

Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn, Papa XIV. Leo'yu Baabda Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda kabul ederken (Reuters)
Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn, Papa XIV. Leo'yu Baabda Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda kabul ederken (Reuters)
TT

Avn, Papa'yı kabul ederken: Ne teslim olacağız ne de ayrılacağız

Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn, Papa XIV. Leo'yu Baabda Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda kabul ederken (Reuters)
Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn, Papa XIV. Leo'yu Baabda Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda kabul ederken (Reuters)

Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn dün yaptığı açıklamada, "Lübnan özgürlük için ve özgürlük nedeniyle kuruldu. Herhangi bir din, mezhep veya grup için değil" ifadelerini kullandı.

Beyrut'ta Papa 14. Leo ile yaptığı görüşmede Avn, Lübnan'ın "her insan için özgürlük ve her insan için onur vatanı" olduğunu belirterek, "Ölmeyeceğiz, terk etmeyeceğiz, umutsuzluğa kapılmayacağız ve teslim olmayacağız" dedi.

Avn, "Lübnan, Hristiyanlar ve Müslümanların, Hristiyanlar ve Müslümanlar arasında eşitliğe dayalı, her insana ve her özgür vicdana açık bir anayasal sistem içinde, farklı ama eşit bir şekilde birlikte yaşadığı, sistemiyle benzersiz bir ülkedir" şeklinde konuştu.

Papa 14. Leo’nun, geçen perşembe günü başlayıp dün öğlene kadar süren Türkiye ziyaretinin ardından geldiği Lübnan’ı ziyareti yarına (Salı) kadar devam edecek ve akabinde Roma'ya dönecek.


Papa XIV. Leo Türkiye'den sonra kritik bir dönemde barış mesajı için Lübnan'da

Papa XIV. Leo Türkiye'den sonra kritik bir dönemde barış mesajı için Lübnan'da
TT

Papa XIV. Leo Türkiye'den sonra kritik bir dönemde barış mesajı için Lübnan'da

Papa XIV. Leo Türkiye'den sonra kritik bir dönemde barış mesajı için Lübnan'da

Saad Kiwan

Papa XIV. Leo geçmişi geride bıraktı ve yurtdışındaki ilk pastoral ziyaretinde, dün öğleden sonra ulaştığı Lübnan'dan önce Türkiye'de bulunan (İznik sınırları içerisinde bulunan antik bir Grek şehri) Nikaia'daki köklerine geri dönüyor. Miladi 325 yılında Nikaia, Hz. İsa’nın (Mesih) bir insan mı yoksa bir tanrı mı olduğu tartışmasının yapıldığı ilk ekümenik konseyi ağırladı. Burada ayrıca Paskalya, yani Hz. İsa’nın dirilişinin kutlanacağına karar verildi ve Kilise, inancın kapsamına giren kişi ve diğer kutsalları belirleyen otorite ve referans merkezi haline geldi. Nikaia 1700 yıl önce Hıristiyanlık inancının doğasını tanımlarken, Papa XIV. Leo’nun bu göreve seçilmesinden sadece altı ay sonra ziyaret ettiği Beyrut, 1975 yılındaki savaşla başlayan ve iç savaş, yabancı işgaller ve mezhep liderleri arasındaki çatışmalarla devam eden elli yıllık harp geçmişinin ardından nefes almaya çalışıyor. Şu anda, devletin tüm toprakları üzerindeki egemenliğini ve otoritesini yeniden tesis etmek için mücadele ediyor. Dolayısıyla Roma'nın yeni Papa'sı, bu ülkeye barışın geri dönmesine ilk katkıda bulunan kişi olmak ve 8 Mayıs'ta, selefi Papa Francis'in ölümünün ardından seçildiği gün yaptığı gibi, Lübnan'dan bölgedeki tüm çevre ülkelere “Barış hepinizin üzerine olsun” diyerek barış mesajı göndermek istiyor. Zira Papa’nın Lübnan ziyaretinin başlığı da “Ne mutlu barışı sağlayanlara” olarak belirlendi. Öte yandan yeni Papa, hastalığı nedeniyle köklerine dönüp Lübnan'ı ziyaret etme arzusunu gerçekleştiremeyen önceki Papa Francis'in isteğini en iyi şekilde yerine getirmiş oldu. Papa Francis, 2021 Mart ayında Irak'ı ziyaret ettikten sonra Lübnan'ı ziyaret etmeyi istediğini açıklamış ve bunun için hazırlık yapmıştı, ancak ömrü vefa etmedi.

Diğer yandan Papa’nın ziyaret ettiği Beyrut, sadece Lübnan'ın başkenti değil, aynı zamanda tarihi olarak Doğu’nun özgürlük başkenti ve yüz binlerce Filistinli, Suriyeli, Iraklı ve diğer Arap ülkelerinden sürgün edilenlerin sığınağı. Ayrıca, sadece ticaret için değil, aynı zamanda kültür ve medeniyet alışverişi için de Akdeniz'e ve dolayısıyla Avrupa'ya açılan Doğu kapısı olarak bilinir.

Gençlerle buluşmak ve onlarla iletişim kurmak, Papa ve Katolik Kilisesi'nin karşı karşıya olduğu başlıca zorluk.

Bu ziyaret, Papa XIV. Leo’nun ilk yurt dışı ziyareti olsa Lübnan için bir ilk değil. Zira daha önce de üç farklı papa Lübnan'ı ziyaret etmişti. Bu ziyaretleri ilki, 1964 yılının sonunda Kudüs'e giderken Beyrut’taki havaalanında mola veren Papa VI. Paul tarafından gerçekleştirildi. Papa VI. Paul, Lübnan'ın Vatikan'daki ilk büyükelçisi olan dönemin Cumhurbaşkanı Şarl Helu tarafından karşılandı. Bu ziyareti, 1997 mayısında Papa II. John Paul'un tarihi iki günlük ziyareti izledi. Beyrut'un merkezindeki Şüheda Meydanı'nda toplanan on binlerce Lübnanlı tarafından çok sıcak bir şekilde karşılanan Papa II. John Paul, burada ayin düzenledi ve genellikle tüm kıtaya hitap eden ‘Lübnan için Yeni Bir Umut’ adlı apostolik öğütlerini verdi.

Papa, “Lübnan bir ülkeden daha fazlasıdır, Doğu ve Batı için özgürlük ve çoğulculuğun mesajıdır” diye vurguladı.

Eski Başbakan Refik Hariri’nin sponsorluğunda ve katılımıyla gerçekleşen ziyaret, ulusal uzlaşma ve bir arada yaşama teşvikine odaklandı ve Papa, gençlere özel bir mesaj vererek, ülke için yeni bir gelecek inşa etmeleri için onları teşvik etti.

vfbgh
Papa XIV. Leo, Lübnan'ın Beyrut kentine yaptığı ilk apostolik gezisi sırasında Rafic Hariri Uluslararası Havalimanı'na vardığında papalık uçağından inerken, 30 Kasım 2025 (Reuters)

Papa XIV. Leo, bu akşam Beyrut'un kuzeyindeki Cünye şehrine bakan Bkerki'deki Maruni Kilisesi'nin avlusunda gençlerle bir araya gelecek. Gençlerle buluşmak ve onlarla iletişim kurmak, Papa ve Katolik Kilisesi'nin karşı karşıya olduğu başlıca zorluk. Lübnan'daki Hıristiyanlarda iz bırakan II. John Paul'un olağanüstü ziyaretinin ardından, 14 Eylül 2012'de Papa XVI. Benedict'in üçüncü ziyareti gerçekleşti. Bu ziyaretten geri döndükten sadece birkaç ay sonra papalıktan istifa ederek dünyayı şaşırtan ve Lübnan'dan Ortadoğu'ya apostolik bir mesaj göndermek isteyen Papa, bu mesajı Lübnan'dan vererek Lübnan'ın karşılaştığı zorluklara rağmen bir arada yaşama modeli olduğunu vurguladı. 23 Şubat 2011'de, dönemin Maruni Patriği Nasrallah Butrus Sfeir ve Cumhurbaşkanı Mişel Süleyman'ın katıldığı resmi bir törenle Vatikan'daki Aziz Petrus Meydanı'nda Marunilerin koruyucu azizi Aziz Marun'un heykelinin açılışını yaparak Marunilere yönelik sembolik ve son derece önemli bir adım attı. Papa XIV. Leo, bu ziyaretiyle, Hizbullah'ın Lübnan'ı içine çektiği ve şimdi Papa'nın ziyaretini memnuniyetle karşılayan bir açıklama yayınlayarak yararlanmaya çalıştığı son İsrail savaşına rağmen, bu bir arada yaşama modelini canlandırmaya ve bir doz iyimserlik aşılamaya çalışıyor. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Papa'nın ziyaretinden bir hafta önce, sanki bunu engellemek istercesine, Hizbullah’ın askeri kanadının İran doğumlu Heysem et-Tabatabai'yi suikastla öldürerek Hizbullah’a ağır bir darbe indirdi. Hizbullah ise misilleme yapacağına ant içti.

Ancak Papa, çok sayıda seçenek, kültür ve dinin bulunduğu, nadir bir birlikte yaşama modeli olan ve tek bir görüş, tek bir inanç, tek bir kültür ve dolayısıyla tek bir seçeneğin hakim olduğu Doğu'da çöküş tehdidi altında olan Beyrut'a geldi. Bu şehrin, Katolik Kilisesi için Doğu'daki en önemli ve son önemli Hıristiyanlığın merkezi olduğunu da unutmamak gerekiyor. Ziyarete gösterilen olağanüstü ilgi, Maruni Kilisesi'nin Papa’ya yaptığı özel karşılamada da açıkça görüldü. Kilise, ziyaretin başarılı geçmesi için tüm kaynaklarını seferber etti ve geleceğe olan güvenini ve umudunu yitirmiş, çoğu göç etmek isteyen gençleri bir araya getirdi.

Yaklaşık kırk yıl önce vefat eden düşünür ve siyasetçi Charles Malik şöyle demiştir:

“Hıristiyanlık, Doğu'daki neredeyse tek yeri olan Lübnan'dan kaybolursa, sadece Ortadoğu'dan değil, Asya ve Afrika'dan da kaybolur.”

“Papa “Ne mutlu barışı sağlayanlara” sloganıyla, 30 Kasım Pazar günü öğleden sonra Beyrut Uluslararası Havaalanı’na geldi ve büyük bir kalabalığın ve medyanın yoğun ilgisi eşliğinde doğrudan Cumhurbaşkanlığı Sarayı'na gitti.

Hikaye bir kelimeyle başlar ve her şeyi içinde barındırır. Yuhanna İncili'nin girişinde böyle yazar. ‘Logos’a atıfla bulunur, başlangıca yani Tanrı’ya işaret eder. Bu kelime, Aziz Marun ve ardından John Marun'un sözleri aracılığıyla Lübnan'da Maruniliğin oluşumuna katkıda bulundu. Böylece Marunilik ortaya çıktı ve Roma ile olan bağlantısı, 1215 yılında Papa III. Innocentius’un Maruni Patriği Jeremiah Amshitti’yi Antakya ve tüm Doğu'ndaki Marunilerin patriği olarak atamasıyla belgelendi.

Maruni Patriği Amshitti’nin 1231 yılındaki ölümünden sonra, Maruni din adamları, bu mezhebin yüzlerce yıldır sahip olduğu bir ayrıcalık olan yeni bir patrik atanması konusunda anlaşmazlığa düştüler. Vatikan duruma müdahale ederek Daniel Shamati’yi patrik olarak atadı. 1584'te Roma'da bir Maruni okulu açıldı ve bu okul bugün hala varlığını sürdürüyor.

Şarl Helu, Vatikan ile ilişkilerden sorumlu komisyon üyesi olarak atandı ve bağımsızlıktan sonra, 1946'da Kutsal Makam'a (Vatikan) büyükelçi olarak atandı. Buna karşılık Vatikan da Lübnan'a büyükelçisini atadı. Apostolik Nunciature'un başkanı olan bu kişi, dini bir diplomatik unvan olan nuncio olarak adlandırılıyor ve şu anda diplomatik heyetin başında yer alıyor. Lübnan, Vatikan'dan özel bir ilgi gördü ve 1977'de Lübnanlı bir Maruni rahip ve keşiş Şarbel Mahluf’un aziz ilan edildiği gün, Papa VI. Paul, Maruni Patriği Anthony Peter Khoraish’a “Kiliseniz Lübnan'ın gururudur” diye seslendi.

Ziyaret programı

Papa “Ne mutlu barışı sağlayanlara” sloganıyla, 30 Kasım Pazar günü öğleden sonra Beyrut Uluslararası Havaalanı’na geldi ve burada Cumhurbaşkanı Joseph Avn tarafından karşılandı. Büyük bir kalabalığın ve medyanın yoğun ilgisi eşliğinde doğrudan Cumhurbaşkanlığı Sarayı'na geçerek Cumhurbaşkanı Avn ile bir görüşme gerçekleştirdi. Ardından, sivil toplum ve diplomatik heyet temsilcileriyle yaptığı toplantıda, iki buçuk gün içinde altıdan fazla olacak olan ilk konuşmasını yaptı.

gbhy

Papa bu sabah, Aziz Şarbel'in mezarının bulunduğu Annaya Maruni Manastırı’nı ziyaret ederken bu ziyaret, bir papa tarafından Beyrut'un kuzeyindeki Cubeyl (Biblos) bölgesinin yükseklerinde bulunan bu manastıra yapılan ilk ziyareti olacak. Aziz Şarbel Mahluf, yaklaşık elli yıl önce, 1977 ekimin Papa VI. Paul tarafından aziz ilan edildi. Ancak, Papa II. John Paul ve Papa XVI. Benedict, aziz ilan edildikten sonra Lübnan'ı ziyaret ettiklerinde onu ziyaret etmediler. Bu kez, Maruni Patrikhanesi ve Aziz Şarbel'in mensup olduğu Lübnan manastır tarikatı Vatikan'a bir talepte bulunarak, Papa'dan manastırı İtalya'daki Aziz Francis ve Fransa'daki Lourdes Meryem Ana tapınakları gibi uluslararası bir hac yeri olarak kutsaması için tapınağı ziyaret etmesini istedi. Bu manastır, sadece Hıristiyanlar ve Lübnanlılar için değil, on binlerce inanan için hac yeri haline gelmişti. Papa XIV. Leo daha sonra, Cubeyl'in yüksek tepelerinden Cuneyh'in yüksek tepelerine geçecek ve Harissa'daki Meryem Ana Tapınağı'nda piskoposlar, rahipler, kutsanmış kişiler ve pastoral çalışanlarla bir araya gelerek bir konuşma yapacak. Bu toplantı, yerel Kilise ile ilişkiler ve Lübnanlı Hristiyanların yaşadığı sosyal sorunlar konusunu gündeme getirmek için bir fırsat olur mu bilinmez. Lübnan'da 2003-2006 yılları arasında düzenlenen Maruni Kilisesi Kutsal Sinodu, “Maruni Kilisesi, uyaran vicdan, haykıran ses, tüm adaletsizlik ve zulme karşı savunucu ve tüm sömürüye karşı sosyal adaletin bayraktarı olmalı” (madde 5, sayfa 742) açıklamasında bulunmuştu.

Arap dünyası da bu ziyarete tepkisini gösterdi. İlk olarak, ‘Arap Hıristiyanlar Konferansı’ Papa'ya ‘Papa XIV. Leo'nun Lübnan Ziyareti Vesilesiyle Herkesi Kapsayan Bir Arapçılık İçin Hıristiyan Manifestosu’ başlıklı ortak bir mektup gönderildi.

Sinod ayrıca, “Maruni kimliğinin oluştuğu ve üzerinde şekillendiği toprakları savunur, çünkü Maruniler tüm dünyayı kazansalar da bu toprakları kaybederlerse, kendilerini kaybetmiş olurlar” (madde 10, s. 829) diye vurguladı. Lübnan, Suriye ve Irak'tan Hıristiyanların göçüyle ilgili bekasına yönelik endişeleri dile getiren Sinod, Papa’ya sunulmak üzere hazırlanan bir belgede Kiliseyi, varlıklarını kullanarak cemaatçilerini topraklarına bağlamaya ve dini ve partizan liderlerin, özellikle gençler olmak üzere birçok Lübnanlının yerinden edilmesine katkıda bulunan Lübnan'daki bankacılık mafyasıyla ittifak kurmasını engellemeye çağırdı. Bu çağrı, 2019 yılında Lübnan'ı vuran ve özellikle on binlerce küçük mevduat sahibi için henüz bir çözüm bulunamayan ciddi mali ve bankacılık krizine de atıfta bulunuyor.

Öte yandan Arap dünyasının ziyarete verdiği destek de belirgindi. Bu destek, Lübnan, Suriye, Irak, Ürdün, Filistin ve Mısır’dan yaklaşık 100 kişinin imzaladığı, “Papa XIV. Leo'nun Lübnan Ziyareti Vesilesiyle Tüm Arap Dünyasını Kucaklayan Bir Arapçılık İçin Hristiyan Manifestosu” başlıklı ve “Arap Hristiyanlar Konferansı” tarafından Papa'ya gönderilen mektupla başladı. Bu kişilerden bazıları, Beyrut'un merkezinde Papa ile birlikte düzenlenmesi planlanan ve 200 Lübnanlı ve Arap ismin katılımıyla İslam-Hıristiyanlık diyaloğunu tartışacak olan İslam-Hıristiyanlık Diyalog Çadırı’na katılacaklar. Bu isimler arasında, ABD'de yaşayan ve Suriye’deki eski Beşşar Esed rejiminin muhalifi olan Eymen Abdunnur ve kısa süre önce Paris'ten Şam'a dönen bir başka Suriyeli muhalif isim olan George Sabra da bulunuyor. Ayrıca eski Ürdün Dışişleri Bakanı Mervan Muaşir, Irak ve dünya Keldani Katolik Kilisesi Patriği Louis Rafael Sako’ya yakınlığıyla bilinen ve Papa Francis'in halefi adaylar arasında yer alan Doğu’daki Azınlıklara Yardım Derneği Genel Sekreteri Elish Yako, Mısır Halk Meclisi eski üyesi ve Özgür Mısırlılar Partisi Siyasi Büro Üyesi Emad Gad da yer alacak. İslam-Hıristiyan Diyalog Çadırı’na katılacak olan Arap Hıristiyan Konferansı'nın kurucu üyesi ve Lübnanlı eski Milletvekili Faris Said, “Papa'nın bu ziyaret için seçtiği ‘ne mutlu barışını sağlayanlara’ başlığının Lübnan ve özellikle Hıristiyanlık için bir sorumluluk taşıdığını” açıkladı. O, bu başlığın ‘bu bölgede hayatta kalmanın, sadece Arap-İsrail savaşıyla ilgili siyasi barış değil, Hıristiyan ekümenik barış için çalışmakla bağlantılı olduğu’ mesajını içerdiğine inanıyor.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre Papa'nın ‘Yoksulların Sevgisi’ başlıklı mesajı, özellikle Hıristiyan siyasi partiler, genel olarak Hıristiyanlar ve tüm Lübnanlıların, Papa'nın söylediklerini ve önerdiklerini derinlemesine düşünmelerini gerektiren olağanüstü bir önem taşıyor. Papa 2 Aralık Salı sabahı, önce Beyrut'un kuzeyindeki Cel ed-Dib bölgesinde Charity Cross Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'ni ziyaret edecek. Ardından Beyrut Limanı'na giderek, 4 Ağustos 2020'de meydana gelen ve 220'den fazla kişinin ölümüne, binlerce kişinin yaralanmasına ve Beyrut'un yarısının yıkılmasına neden olan patlamanın olduğu yeri inceleyecek. Orada, failleri hala bilinmeyen patlamanın yaşandığı bölgede sessizce dua edecek. Siyasi baskı ve müdahale nedeniyle iki yıldan fazla bir süredir askıya alınmış halde olan ve durma noktasına gelen patlamaya ilişkin soruşturma, zorluklarla yeniden başlatıldı. Selefi Papa Francis, dönemin Vatikan hükümeti Devlet Bakanı Kardinal Pietro Parolin'i derhal felaket bölgesine göndermişti. Lübnan Başbakan Yardımcısı Tarek Mitri, ‘Papa'nın 4 Ağustos 2020'de patlamanın yaşandığı Beyrut Limanı’nda yapacağı ziyaret ve duaların, o gün hayatını kaybeden 220 kurbanın ailelerinin yaralarını sarmaya yardımcı olmasını’ umduğunu belirtti. Ancak bu, özellikle de soruşturmaya katılmayı reddeden, soruşturmaya karışan veya suçlanan ve parlamento dokunulmazlığının arkasına saklanan politikacılar olduğundan kurbanların ve yaralananların ailelerinin yaralarını yeniden açacak ve suçlulara ve soruşturmayı engelleyen ve örtbas etmeye çalışanlara karşı öfkelerini artıracaktır. Belki de bazılarının önümüzdeki mayıs ayında yapılması planlanan parlamento seçimlerini ertelemek istemesinin nedenlerinden biri de budur.

xcdfvg
Beyrut'ta Papa XIV. Leo ve Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn'ın resimlerinin bulunduğu bir reklam panosunun yakınındaki ikinci el pazarında dolaşan insanlar, 29 Kasım 2025 (AFP)

Öte yandan Lübnan vatandaşlarının yarısından fazlasının şu anda yoksulluk sınırının altında yaşadığı ve ulusal para biriminin satın alma gücünün yüzde 98 oranında değer kaybettiği gerçeği de unutulmamalı. Kamu sektöründeki maaşlar 2018 yılından bu yana yüzde 80 gerilerken fiyatlar aynı yıldan bu yana 220 kat arttı. Yine 2018'den bu yana on binlerce genç ülkeden göç etti. Bu durum, sadece belirli bir sınıf, mezhep veya dini grubu değil, tüm halkı ilgilendiren ekonomik, sosyal ve ahlaki bir sorun haline geldi. Dolayısıyla Papa'nın ‘Yoksulların Sevgisi’ başlıklı mesajında, ‘maddi olarak yaşamak için imkânları olmayanların yoksulluğunun yanı sıra toplumda marjinalleştirilmiş ve onurlarını ifade edecek imkânları olmayanların yoksulluğuna ve ahlaki ve kültürel yoksulluğa’ odaklanıldı. Yoksulluk, hiçbir hakka, hiçbir yere ve hiçbir özgürlüğe sahip olmamaktır. Bu durum, özellikle Hıristiyan partilerin, Hıristiyanların ve genel olarak tüm Lübnanlıların, Papa'nın söylediklerini ve önerdiklerini derinlemesine düşünmelerini gerektiren olağanüstü bir öneme sahip. Papa, gençlerle bir araya geldiğinde, sendikal mücadelelere katılmaya odaklanarak onlara destek vermeye çalışıyor gibi görünüyor. Bu durum, daha fazla sosyal adalet sağlamayı amaçlayan her türlü sosyal hareket için geçerli. Çünkü adalet, iç ya da dış olsun, her türlü barışın temelidir. Aziz Augustinus’un adını taşıyan ve açıklık, sürekli barış için çalışma, şiddeti reddetme ve diyalog arayışını şiar edinen Augustinyen Tarikatı’nın bir üyesi olan Papa XIV. Leo, ilk konuşmasında “Silahsız barış ve silahsızlanma” sloganı altında gerçek barışa bağlı olduğunu vurguladı!


Dürzi liderliğinde gerilim: Suveyda’da ‘darbe girişimi’ iddiasıyla din adamları gözaltına alındı

Suriye Kızılayı, Suveyda'dan tutukluların teslim edilme işlemlerini takip ediyor (SANA)
Suriye Kızılayı, Suveyda'dan tutukluların teslim edilme işlemlerini takip ediyor (SANA)
TT

Dürzi liderliğinde gerilim: Suveyda’da ‘darbe girişimi’ iddiasıyla din adamları gözaltına alındı

Suriye Kızılayı, Suveyda'dan tutukluların teslim edilme işlemlerini takip ediyor (SANA)
Suriye Kızılayı, Suveyda'dan tutukluların teslim edilme işlemlerini takip ediyor (SANA)

Şarku’l Avsat’a konuşan Suriye’nin Suveyda şehrinden Dürzi kaynaklar, Ulusal Muhafızlar’ın yaklaşık 10 kişiye yönelik tutuklama operasyonunun, Suriyeli Dürzilerin ruhani lideri Şeyh Hikmet el-Hicri'nin politikalarına ve projelerine karşı ‘darbe’ girişiminde bulunmak amacıyla ve ‘paralel bir akım’ oluşturmaya çalıştığı suçlaması çerçevesinde gerçekleştirildiğini açıkladılar. Kaynaklar, Suveyda’da ‘çatışma’ çıkmasından endişe duyduklarını ifade ettiler.

Kimliklerinin açıklanmamasını tercih eden yerel kaynaklar, ‘Ulusal Muhafızlar’ın, şehirde gerginliğin yüksek ve güvenlik önlemlerinin yoğun olduğu bir ortamda cumartesi günü geniş çaplı bir tutuklama kampanyası başlattığını’ söylediler.

Tutuklananlar arasında din adamı Şeyh Raid el-Mutni, Asım Ebu Fahr, Gandi Ebu Fahr ve Zeydan ailesinin bazı fertleri de vardı. Kaynaklar, Zeydan ailesinin Dürzi lider Leys el-Belus’un amcaları olduğunu belirtirken, Mutni ve Ebu Fahr ailelerinin kalabalık Dürzi aileler olduklarını ve ‘bu tutuklamaların Dürzi-Dürzi iç savaşının patlak vermesine yol açabileceğinden korkulduğunu aktardılar.