Süleyman Cevdet
Mısırlıaraştırmacı yazar
TT

Menkuş… Hayranlık uyandıran ulusal bir kahraman

Libya Dışişleri Bakanı Necla Menkuş’un, ülkesinde yaklaşan seçimlere katılma hakkı olup olmadığını bilmiyorum. Ancak takip ettiğim kadarıyla şunu biliyorum ki başkanlık seviyesinde veya vekillik seviyesinde seçime girse kesin kazanır.
Seçimler 24 Aralık’ta yapılacak. Necla Menkuş’un Dışişleri Bakanlığı vazifesini yürüttüğü hükümet iktidara geleli henüz iki ay olmasına rağmen planlarını hayata geçirebildi. Yaptıkları icraatların belki en önemlisi şehirleri yakında yapılacak olan seçime hiç zaman kaybetmeden hazırlamaktı.
Hükümet göreve gelirken kendine öncelikli hedef olarak bu işi belirlemişti. Bundan dolayı Menkuş, bakanlık koltuğuna oturduğu ilk günden sonra bu hedef için durmaksızın çalışıyor. Bulduğu her fırsatta halka seçimlerin yaklaştığını ve oy kullanma sorumlulukları olduğunu hatırlatıyor.    
Menkuş, bütün bunları vatanseverlik duygusuyla, bakanlık makamının mesuliyetinin bilinciyle ve temsil ettiği her bir Libyalıya karşı sorumlu olduğu farkındalığıyla yerine getiriyor. Bunun lütuf olarak yaptığı bir iş değil de sorumluluğunun gereği olduğunu ve bu vazifeyi hakkıyla yerine getirmesi gerektiğini çok iyi biliyor.  
Birleşmiş Milletler Libya Eski Elçisi Gassan Selame, tahminlere göre Libya topraklarında farklı türlerde 20 milyondan fazla silah olduğunu söylemişti. Menkuş da yaptığı tüm işleri bu bilgilerin farkında olarak yapıyor. Akdeniz’e 2000 km sahili olan, farklı aşiretlerden oluşan Libya büyüklüğündeki bir ülkede bu kadar fazla silah bulunmasının kötü bir akıbete yol açmasını istemiyor.
Meseleye daha ince bir bakış açısıyla yaklaşırsak şöyle dememiz gerekir; Aslında meselenin Libya’nın kabilelerden oluşan bir devlet olup olmamasıyla alakası yoktur. Silahı tutan el devletin kendisi olmadıkça, kimin elinde olursa olsun silah silahtır. Bu kadar silah kimin elinde olursa olsun aynı tehlikeyi barındırır. İşin hakikatinin o silahı tutan kimselerin kabile olup olmamasıyla alakası yoktur. Devlet mefhumu teoride ortaya çıkıp pratikte kurulduğu ilk günden itibaren halkın ruhsatsız silah bulundurmasını tehlikeli olduğu için yasaklanmış ve ilgili devlet kurumları sivil silahlanmanın önüne geçebilmek için ciddiyetle çalışmıştır.
Menkuş’u her fırsatta paralı askerlerin ve milislerin ülkeyi terk etmesi için çağrıda bulunmaya sevk eden sebep budur. Onların varlığında, ülkede güvenli bir seçim gerçekleştirmek mümkün değildir. Milislerin ve paralı askerlerin varlığının tehlikeli olduğunu açıkça dile getiriliyor.  Hatta bu durum başta Libya Başkanı Abdulhamid Dibeybe olmak üzere tüm hükümet üyelerine de iletilmiş durumda.
Bakan Menkuş, paralı askerler ve milisler konusundaki tutumunu Türk yetkililerin karşısında ifade etmekten de hiç çekinmedi. Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu geçtiğimiz günlerde yapmış olduğu Libya ziyaretinin sonunda mevkidaşı Menkuş ile bir basın toplantısı düzenledi ve Menkuş’tan duydukları karşısında şaşkınlığını gizleyemedi.
Bu durum bana şu atasözünü hatırlattı “Şeytan getiren masrafına katlanır.” Libya’da ise tek bir şeytan yok, birçok şeytan var. Birleşmiş Milletler Libya Misyonu Eski Başkanı Stephanie Williams’ın şu sözünü hatırlatmaya devam edeceğim; “Libya’da 17 ile 20 bin arası paralı asker ve milis var. Bunların hiçbiri Libya topraklarına kırmızı halı ile girmedi.” Bunu derken kastettiği şey paralı askerlerin birçok farklı noktadan Türk uçaklarıyla geldiği ve geldikleri gibi gitmek zorunda olduklarıydı.
Milis unsurları, Trablus ve kıyılarında Türkiye’nin getirmiş olduğu şeytanlardır. Atasözüne göre getiren kişi masraf etmelidir, dolayısıyla bunları çıkarmadaki sorumluluk Türkiye’ye aittir.
Menkuş, Williams’ın bahsettiği milis ve paralı asker sayısı ile Gassan Selame’nin bahsettiği silah sayısını yan yana koyuyor ve bütün bunların gölgesinde yapılacak bir seçimin nasıl olacağını düşünüyor. Milis unsurları ülkeyi terk etmeden, silahlar devlete teslim edilmeden böyle bir seçimin yapılmasının mümkün olmadığını görüyor.
Menkuş, görüşlerini sadece başkent Trablus’ta, sadece farklı ülkelerden mevkidaşlarıyla yaptığı basın toplantılarında dile getirmedi. Hâlbuki sıradan bir bakan için bu kadarı yeterliydi. Ancak Menkuş, güney vilayetlerine gitti, o bölgelerin yöresel kıyafetlerini giyerek halkla oturdu ve girdiği her resmi mecliste görüşünü tekrarlayarak ulaşması gereken her kulağa ulaştırdı.
Ancak o tüm bu gayreti sarfederken şaşılacak şeyler oldu. Bazı kimseler hiç utanmadan ve sıkılmadan, onu milis yanlısı olmakla, onlara maddi destek sağlamakla itham ederek hakkında soruşturma açılması için çağrıda bulundular. Birkaç kez de görevden alınması için baskı yaptılar. Tarih bunları yazacaktır. Ülkesinin güvenliği için elinden geleni yapan bu bakan, bakanlık resmi web sitesinden isminin silinmesiyle cezalandırıldı.
Menkuş, cezayı değil ödülü hak ediyordu. Onun ödülü en yüksek Libya madalyası olmalıydı. Çünkü o her zaman, ülkesinin zenginliklerinden dış devletlerin değil, bizzat Libya vatandaşlarının yararlanması taraftarıdır. Libya vatandaşının, hakkı olduğu üzere evinde ve işinde güven içinde yaşamasını ister. Göreve geldiği gün de böyleydi, hala da böyledir.
Asıl şaşılacak şey, tüm bu soruşturma açma ve görevden alma çağrıları karşısında Dibeybe’nin sessiz kalmasıydı. Hâlbuki ondan, bakanını tüm bu çağrılara karşı savunması, çağrı yapanlara seslerini kesmelerini tavsiye etmesi, onlara bu bakanın ulusal hükümetin bir parçası olduğunu ve bu hükümetin seçim gününe kadar devam edeceğini ifade eden siyasi mesajlar göndermesi beklenirdi.
Menkuş, siyasi performansı ile ulus devlet kavramını desteklediği, ülkenin çıkarlarını her şeyden üstün tuttuğu ve sorumluluk bilinciyle hareket ettiği için hayranlık uyandıran ulusal bir kahraman haline gelmiştir.