Ömer Özkaya
Yazar
TT

Küresel siyasal pompei

Bazı coğrafyalar vardır ki tarihin ana nehri işlevi görürler. O coğrafyalar, tarihsel döngünün de merkezinde dururlar. Bu jeopolitiğe sahip en önemli ülkelerden biri Türkiye'dir. Bölge ise Ortadoğu'dur, mâlûm olduğu üzere.
Kuzey’den Rusya'dan Güney’e Türkiye'ye nüfus akını varsa Kuzey’de bir süre önce ve/veya sonra stratejik siyasal, ekonomik ve sosyal değişimler olmuştur ve olmaktadır. SSCB’nin tasfiyesi öncesi ve sonrası Rusya'dan Türkiye'ye olan nüfus akını gibi. Aynı şekilde akın edilen ülkede de makro sorunlar vardır.
Türkiye’den Doğu’daki Türk coğrafyalarına işadamı ve politikacı ilgisi, rutinin dışında, bir hareketlilik gösteriyorsa menşei ülkede ekonomik ve siyasal çalkantı ve dönüşüm söz konusudur. Bu bağlamda Batı’dan Doğu’ya gidenlerin yüzü genelde gülmemiştir. Enver paşalar, SSCB, İngiltere, Batı ve son giden dinsel ve ekonomik oluşumlar bu kapsamdadır.
Güney’den Kuzey’e Türkiye’ye ve/veya Kuzey Avrupa’ya, Kuzeybatı Avrupa’ya elit ve orta sınıfa ait nüfus hareketleri başlamışsa küresel ekonomik, siyasal ve dinsel iktidar mücadeleleri yoğunluk kazanmakta ve sorun büyümektedir. Başta Mısır olmak üzere Kuzeydoğu Afrika'dan Türkiye’ye ve Batı’ya siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel ve dinsel kanaat önderlerinin göçü bu parantezdedir. Keza başta Türkiye olmak üzere özellikle dinsel portrelerin Mısır ve Suudi Arabistan'a göçleri de bu tablonun bir diğer parçasıdır.
Bu girişi, son iki yüz elli yıla, kronolojik, siyasal, dinsel, ekonomik, kültürel, teknolojik ve jeopolitik gelişmelere göre analiz edince yine küresel bağlamdaki en stratejik tarihsel dönüşüm ve döngünün son hızla Türkiye ve Ortadoğu’yu etkilemeye başladığı ve bu etkilemenin en kritik evrede olduğu görülmektedir.
"Güneş çarığı, çarık da ayağı sıkar" atasözünün tüm dinamikleri çalışmaktadır. Batı sıkılmakta ve marjları daralmaktadır, bu tablo da, başta Türkiye olmak üzere, öncelikle Ortadoğu sonra da tüm Asya'yı jeostratejik prese almaktadır. Batı’nın bir birim hissettiği ekonomik, siyasal, teknolojik, toplumsal, kültürel ve dinsel hareketler Doğu’da yüz birim hissedilmektedir. Doğu’daki yüz birimlik stres ise Batı içi rekabetten dolayı, Batı’ya bin birimlik Jeopolitik ve jeostratejik pres olarak yansımaktadır ve döngü sürekli kendini besleyerek küresel siyaseti, uluslararası ilişkileri ve uluslararası ekonomiyi aklın ve anlayışın sınırlarından çıkarmaktadır.
Bu uluslararası ilişkiler jeostratejisinin ve küresel tablonun Ortadoğu'da oluşturduğu siyasal ve dinsel sismik hareketlilik, kitleleri "sokak"ta güvenlik, hanede ise güvensizlik duyan sosyopsikolojik bir frekansa almaktadır. Ortadoğu’daki son 20 yıllık gelişmeler bu bağlamdadır. Türkiye ve Ortadoğu’ya bakınca gelecek yıllarda olacakları çok net bir şekilde öngörmek mümkündür artık.
Batı’da ise başta İngiltere olmak üzere Almanya, Fransa ve İtalya'daki ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel parametrelere bakmak gerekmektedir.
Bu durumda yine tarih yol gösterici bir rehber olarak belirmektedir. Batı, Güney’ine, Güney Doğu’suna ve Doğu’suna siyasal, ekonomik, etnik, dinsel, kültürel, diplomatik ve stratejik olarak ne ektiyse bir süre sonra evinde onları hasat etmiştir. Bu saptamanın pozitif ve negatif boyutları olduğu da mutlaktır.
Bütün bunlardan sonra Ortadoğu, Orta ve Batı Avrupa için Balkanlar’a, Orta ve Doğu Avrupa'ya, Ortadoğu’ya ve daha Doğu’ya yönelik siyasal, ekonomik, askeri, dinsel, kültürel ve medya hareketlerinin tarihsel yasaları vardır. Ve bu yasaları algılamayanlara tarih ve coğrafya birçok açıdan cezalar vermektedir.
Aynı şekilde Doğu’nun, Ortadoğu’nun Balkanlar’ın da Batı’ya doğru jeopolitik yönelimlerinin tarihsel ve jeopolitik yasaları söz konusudur. Bu yasaları ihlal eden topluluk ve uluslar da maliyetleri sineye çekmekle mükelleftirler.
Küresel gelişmelerin hızı ve aşırı kompleks doğası, Doğu’dan Batı’ya, Batı’dan Doğu’ya bu tür siyasal, askeri, ekonomik, kültürel ve dinsel hareketlerin yasalarının ve dinamiklerinin tümüyle akıl ve göz ardı edilmesine neden olmaktadır.
"Zaruretlerin her şeyi mübâh kılacağı" ruhsatının, ruhsatsız, tonlarca, ülkesel, bölgesel ve küresel olaya ve olguya sebep olması, bu ruhsatlı ve ruhsatsız olay ve olguların kurumsallaşması ise akıl, fikir, muhakeme, bilgi, anlayış, kültür, sanat, şahsiyet, etik, estetik ve vizyon kayıpları olarak karşımıza çıkmaktadır.
En küçüğünden en büyüğüne iktidar, güç ve statü mücadelelerinin yasaları olduğu ve bu türden mücadelelerin de ruhu ve dinamikleri olduğu gerçeği de akıl ve göz ardı etme alışkanlıklarımız çerçevesinde yitip gitmektedir.
Doğu’da siyasetname kültürü, Batı’da da antik Yunandan beri geçerli olan "Güç, her şeyi meşru ve mübâh kılar" kültürü, küresel anlamda insan olgusunu onarılmaz bir biçimde örselemiştir.
Hükümdarlara, devleti ve toplumu yönetme kural ve ne yazık ki tüyoları veren, bir kısmı gerçekten çok iyi siyasetname külliyatı ile gücünü tanrılaştıran antik Yunan geleneği, makyavelist içerikli yönetsel ve ekonomik kültürün askerî, siyasal, ticarî ve popüler birikimin insanlık olgusundan alıp götürdükleri, kalanın da muhafazasını olanaksız hale getirmektedir.
Coğrafyanın, tarihin, talihin, gücün ve zenginliğin ve hatta fakirliğin yasaları, ruhu ve dinamikleri giderek daha incelikli ve yoğun bir şekilde ihlal edilip yok sayılırken, dengenin daha fazla ihlal ve yok sayma ile kurulacağı vizyonsuzluğu, küresel bir pompei kültür ve yaşam tarzını çok daha yoğun bir şekilde dayatmaktadır.
Bu tabloda Türkiye ve Ortadoğu, bölgesel ve küresel olarak klasik bir tarihsel ve coğrafyasal göstergeler panosu fonksiyonunu daha da işlevsel olarak görmektedir.
Tövbe ettiği günahı işlemek için daha incelikli ve dolambaçlı yollar bularak tanrıyı aldatabileceğini düşünen "mümin"lerin vizyonu ve dünyası, dehşete düşmemiz için yeterlidir.
Tarihin sopası olmamakla birlikte adı üstünde hafızası yani belleği vardır ve tarih, kâbuslarımızı taze tutarak siyasal ve ekonomik aklımızı sağlıklı ve zinde tutmaya çalışır. Fakat yorumlar ve olumsuz siyasal tarih örnekleri, tarihin rüyalarımıza derç ettiği kâbusları aklımızı ve vizyonumuzu takviye ederek level atlatacağına korkularımızı tetikleyerek bilinçsizleştirmek gibi bir fonksiyon görmeye başlamıştır. İşte bu sebeple başta Türkiye olmak üzere Ortadoğu ülkeleri kâbuslarını gidermek için Batı’lıların çaldıkları ilk kapı olmuştur.
Oysa Güneş doğup ilerlerken, önüne gelen her nesneyi ışıldatıp beslerken ardında karanlığa doğru ilerleyen bir zaman ve nesneler topluluğu bırakır. Onun için Tibet’te bir mabette "Güneşle birlikte ilerle ve onunla birlikte dön ki ölümsüz olasın" yazar. Bu zengin anlamlı mottoyu nasıl anlamak ve uygulamak gerektiğini öğrenenler evrenin önderi olurlar.
Rivayet olunur ki, Enver Paşa, Osmanlı'yı kurtarmak maksadıyla Orta Asya'ya gittiğinde karşılaştığı soru karşısında şaşkınlığa düşer."Alî Osman’ı kurtarmamız gerekir" dediğinde, “Alî Osman’ı, milleti için yaptıkları kurtaracaktır. Alî Osman milleti için ne yapmıştır?" sorusu tatmin edici bir karşılık bulamamıştır. Bu noktada başlayan şaşkınlık ve tereddüt silsilesi, istediği sonucu üretmesini engeller. Şüphesiz hanedan kavramı, her topluluk, ulus ve coğrafya için farklı anlamlar içerir.
Tarihsel deneyimler göstermiştir ki Türkiye ve Ortadoğu, şu aşamada tüm Dünya’da olup biteceklerin kronolojik dökümünü vermektedir. Türkiye gibi jeopolitik bir eşsizliğe sahip ülkenin bu eşsizliği nasıl değerlendirmesi gerektiğini bilmesi, Dünya’nın kaderini değiştirecektir. Bunu bilen lideri bu topraklar yetiştirmiştir. Islahat devri padişahları, 2. Abdülhamit, Atatürk gibi.
Ortadoğu’nun ise giderek daha fazla pergelin iğnesinin battığı noktaya evrilmesi ve bu sürecin hızlanması jeostratejik bir sanata gereksinimi açığa çıkarmaktadır.
Teostratejinin vites yükselttiği bu zaman diliminde Suudi Arabistan’ın Vehhabilik sürecini arkada bıraktığını deklare etmesi ve yeni dinsel perspektifi, teostratejinin küresel survivorda odak olacağını göstermektedir. Türkiye’nin de bu bağlamda izleyeceği teostratejinin yaşamsal olacağı açıktır.
Fransa'da, Almanya’da, İngiltere’de, Amerika'da, Hindistan'da, Ortadoğu’da, Rusya’da ve 15 Temmuz ile birlikte Türkiye’de teostratejinin yaşamsal içerikle devreye alındığı bir gerçektir.
Suudi Arabistan'ın Vehhabiliği Şiilik gibi bir kutup olmaktan çıkarması, İslam dünyasındaki alanını ve ağırlığını artıracak çok stratejik bir ataktır. Bu bağlamda Türkiye’nin geçmişten beri izlediği Türkiye’ye özgü "laik" çizgide Türkiye’nin küresel konumunu takviye edeceği yönünde analizler ve perspektifler gelişmektedir.
Açık olduğu üzere Suudi Arabistan, Sünni dünyanın denklemini değiştirecek bir hamleyle Türkiye’nin İslam ve Ortadoğu jeopolitiğini ve teostratejisini yeni bir içerikle dizaynını zorunlu hale getirmiştir. Bu zorunluluk zincirleme olarak başta Türkiye ve Ortadoğu olmak üzere tüm İslam dünyasına yönelik Batı teostratejisini de içerik modelleme olarak etkileyecektir. ABD’den Japonya’ya kadar tüm Dünyanın özellikle yeni İslâmî paradigma oluşumundan etkileneceği de meydandadır.
Fransa'da kadın imam tartışmasının gündemde olması, Türkiye’den bir ilahiyat profesörünün ülkeden ayrılmak zorunda kalması, Hollanda ve Almanya'da İslam'ın temel kaynakları bağlamında yapılan çalışmalar, yine Türkiye’de devletin tarikat ve cemaatlere yönelik strateji geliştirme çabaları, Ortodoks Hristiyanlığa enerji yükleme işlemleri, Myanmar ve Çin'de Müslüman kitlelere yönelik stratejiler, yakın tarihte Balkanlar’da yaşanan ayrıştırmalar, Suriye, Fas, Nijerya, Sudan, Somali, İran, Pakistan, Bangladeş, Endonezya ve Hindistan ile diğer İslam ülkelerinde İslam kimliği ile ilgili fırça darbeleri, tüm yazı boyunca neden Türkiye ve neden Ortadoğu vurgusu yaptığımızı da izah etmektedir.
Suudi Arabistan'ın yakın tarihte Vehhabilik hareketi ile tarihin akışını değiştirmesi, Türkiye’nin laiklik girişimi ile Ortadoğu’ya model olması, büyük olasılıkla adı konulmamış teostratejik bir rekabetin de somutlaşması olarak görülebilir.
İran, Türkiye ve Suudi Arabistan üçgeninde İslam teostratejisini Batı'nın nasıl öreceği şimdi daha da önemli hale gelmektedir. İslam içerikli her beyanın Tokyo’ya kadar etkili olması ve Çin’in Doğu Türkistan üzerinden küresel bir hizalama çabasına alınması, önümüzdeki zaman perspektifinde daha yaşamsal olacaktır.
Sonuç olarak coğrafyasal ve tarihsel yasaları bilmek ve doğru kullanabilmek, bekâ sorununu aşmanın temelini oluşturur. Tarihsel geçmiş, tarihin ve coğrafyanın yasalarını ve ruhunu bilen ve doğru kullanabilen devletlerin olmadığını da ne yazık ki teyit etmektedir. Bilen devletler olsaydı model problemi ortadan kalkardı. İmparatorlukların uzun ömürlü olmaları çok etnikli, çok dinli, çok kültürlü ve çok boyutlu koalisyonlara evrilmesindendir, tarihsel ve coğrafyasal yasaların ve ruhun bilinmesinden değil.