Süleyman Cevdet
Mısırlıaraştırmacı yazar
TT

Manguş Türk kalesine gol atabilir!

Ankara’nın Kahire’yle ilişkilerini yeniden normalleştirme adımlarına başladığı bir zamanda Doha’nın da benzer adımlara başlamasına rağmen Katar, bu konuda bir miktar ilerleme kaydederken Türkiye, neredeyse hiçbir ilerleme kaydedemedi!... Acaba neden?
Bunun sebebi, ilk andan özellikle de bu yılın başında Suudi Arabistan’ın el-Ula şehrinde düzenlenen Körfez İşbirliği Konseyi Zirvesi’nden itibaren başkent Doha’nın, Kahire’nin ilişkileri olması gereken noktaya geri getirme konusundaki ciddiyetini anlamasıdır. Bunun için Kahire, el-Ula zirvesinin ardından iki ülke yetkilileri arasında düzenlenen ilk görüşmeden birkaç gün önce yapılan beşinci görüşmeye kadar Doha’ya ciddi bir karşılık verdi. Mısır Dışişleri Bakanlığı, beşinci görüşmelerde iki başkent arasındaki gelişmelerin genel anlamda olumlu olduğunu dile getirdi.
Söz konusu bu görüşme, Mısırlı ve Türk diplomatlar arasında Nil Nehri kenarındaki Dışişleri Bakanlığı karargahında 1 Mayıs’ta düzenlenen görüşmeye paralel olarak gerçekleşti. Mısırlı ve Türk diplomatlar arasındaki görüşme, iki ülkenin dışişleri bakan yardımcıları düzeyinde gerçekleşti. Bu, dışişleri bakanları düzeyinde takip edecek başka bir görüşme umuduyla sona eren bir görüşmeydi. Ancak bu beklenen ikinci görüşmeden hiçbir ses seda çıkmadı. Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, yakın bir zamanda bakanlar düzeyinde yapılacak görüşmeyi müjdeliyordu. Fakat bu görüşme, zamanla uzak bir ihtimal gibi gelmeye başladı. Çünkü Türkiye, bu görüşmenin yapılmasını hızlandırmak ya da yakınlaştırmak ve gelecekte de üst düzey diğer görüşmeleri gerçekleştirmek için şu ana kadar sahada hiçbir şey sunmadı.
Nil Nehri kenarında gerçekleşen dışişleri bakan yardımcılarının görüşmesinde Kahire, yeterince netti ve Türk tarafının önüne değişmez parametreler koydu. Bu parametrelerin başında Libya dosyası geliyordu. Çünkü mevcut şekliyle Libya topraklarındaki Türk varlığı, Mısır’ın hala kabul etmediği, onaylamadığı ve hiçbir şekilde kendisiyle iş birliği yapamayacağı bir meseledir.
Fakat buna karşılık Türkiye, aynı anda iki karpuzu tek bir koltuğa sığdırabileceğini düşünüyordu. Oysaki bunun imkânsız olduğunu anlamadığı ve bu düşüncesinden vazgeçmediği zaman Türkiye, Mısır kültüründe “elinden her iş gelen ama hiçbirinde uzman olamayan kimse” için söylenen kişinin duruma düşeceğini unutuyordu.
İşin ilginç tarafı ise Türkiye, daha önce de ABD’ye karşı aynı düşünceye göre hareket etti. Zira Türkiye, S-400 Rus füzeleriyle F-35 Amerikan uçaklarına aynı anda sahip olabileceğini hayal ediyordu. Fakat bunun hem Trump hem de Biden döneminde Türkiye için mümkün olmadığı hızlı bir şekilde anlaşıldı.
Yakın bir zamanda Brüksel’de düzenlenen NATO toplantısında ABD Başkanı Joe Biden, Doğu’nun füzeleriyle Batı’nın uçaklarına aynı anda sahip olmanın asla mümkün olmayacağını ve bu konuda seçim yapması gerektiğini Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yeniden ifade etti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kahire’yle ilişkileri yeniden normalleştirme konusunda karşı karşıya kaldığı mesele de tam olarak budur. Çünkü açık bir şekilde Müslüman Kardeşlerin tarafını tuttuğu 2013 yılı öncesi ilişkilere geri dönmek, başta Libya’dan çıkma meselesi olmak üzere Erdoğan’dan talep edilen şeylere bağlıdır. Yine Erdoğan’ın net kurallara dayalı normal ilişkiler çerçevesinde Kahire’ye girişinin, Türk kuvvetlerinin başkent Trablus’tan ayrılmasına paralel olarak gerçekleşmesine bağlıdır.
Fakat Erdoğan, hala pazarlık yapıyor. 23 Haziran’da Almanya’nın başkentinde düzenlenen İkinci Berlin Konferansı’nda da en nihayetinde fayda getirmeyecek aynı pazarlığı farklı türde sergiledi.
Erdoğan, konferansta Türk kuvvetlerinin Libya’dan çıkmasını talep eden ve bu talebin Ocak 2020’de yapılan Birinci Berlin Konferansı’ndan beri değişmediğini yeniden hatırlatan katılımcılara şaşırdığı zaman o, önce Türk kuvvetlerini Libya’dan çıkmaya çağıran konferans kararlarındaki söz konusu madde hakkında çekincelerini ifade etmeye ve ardından da Libya’daki mevcut Türk kuvvetlerinin konferansın çıkmaya çağırdığı türden yabancı güçler olmadığını, aksine bunların Fayez es-Serrac liderliğindeki eski Libya hükümetiyle yazılı bir anlaşmaya göre Trablus’a gelen eğitmenlerden ve danışmanlardan oluşan güçler olduğunu dile getirmeye başladı.
Bu, yukarıdaki sözlerin sahibinin aşağıdaki soruyu cevaplaması halinde inanabileceğimiz bir sözdür:
Eğer Libya’daki mevcut Türk kuvvetleri, eğitmenlerden ve danışmanlardan oluşuyorsa o zaman Trablus ve çevresine konuşlanmış militanların ve paralı askerlerin yanı sıra yabancı savaşçıları Libya’ya kim getirdi?
Bu, şu an cevaplanmamış bir sorudur. Bu sorunun cevabı ise Türk tarafında mevcuttur. Çünkü Serrac hükümeti, Türk hükümetiyle olan ilişkilerini gizlemiyordu. O dönemde askeri konularla ilgili haberleri paylaşan siteler, Türk havalimanlarından kalkan ve yabancı savaşçıları Libya’ya taşıyan uçakları sürekli takip ediyordu.  
Ankara, önceki Libya hükümetiyle yapılan güvenlik anlaşmalarına göre gelen eğitmenlerden ve danışmanlardan bahsediyor. Oysaki Libya parlamentosu, bu anlaşmaları onaylamadı. Dolayısıyla mevcut Abdülhamid Dibeybe hükümeti, bu anlaşmalardan kolay bir şekilde kurtulabilir. Çünkü parlamentonun onaylamadığı anlaşmalar, yürürlükte kalmaz. Açıkçası Türk hükümeti, Dibeybe hükümetinin önceki hükümetin imzaladığı anlaşmadan vazgeçme konusunda kendisini zor bir durumda bulacağını düşünerek yabancı savaşçılardan ve paralı askerlerden değil de eğitmenlerden ve danışmanlardan bahsederek, topu Dibeybe hükümetinin sahasına atıyor.
Libya Dışişleri Bakanı Necla Manguş, yabancı savaşçılar meselesini benimsemesine ve her uluslararası platformda ve uygun gördüğü her toplantıda bu meseleye dikkat çekmesine rağmen o, ülkeler arasındaki anlaşmaların sadece parlamentoların onayıyla yürürlükte kalabileceğine işaret ettiği zaman bu topu alıp Türk kalesine gol atabilir.
Kahraman Ömer Muhtar’ı cesur bir şekilde yeniden anan Bakan Manguş, Serrac hükümetinin yaptığı Suheyrat Anlaşması’nın, kendisine ülkenin egemenliğiyle ilgili meselelerde anlaşmalar yapma hakkı vermediğini söyleyebilir. Eğer durum bu şekildeyse -ki öyle- önceki hükümetin askeri ve güvenlik alanında imzaladığı anlaşmaların egemenlikle ilgili olduğunu hiç kimse tartışamayacaktır.
Bu sözlerin maksadı, Ankara’nın Trablus’la normal ilişkiler kurma hakkına engel olmak değildir. Aksine amaç, Libya’daki normal Türk diplomasi varlığıyla Libya ulusal ordusunun işgalden farklı olmadığı şeklinde tanımladığı Türk varlığı arasındaki farkın halen devam ettiğini söylemektir. Yine amaç, Türkiye’nin Libya topraklarında meşru bir varlığa sahip olduğunu söylemekten vazgeçmesidir. Çünkü Türkiye, “meşru varlık” ifadesinin ismiyle müsemma bir isimlendirme olmadığını bilmiyorsa bile Türk varlığıyla ilgili gerçekleri iyi bir şekilde takip eden herkes, Ankara’nın bilmek istemediği ya da bildiği, ancak ciddi bir durumda inkâr ettiği söz konusu bu varlığın doğasını biliyor.
Manguş, Türk kalesine atmak istediği golleri atma imkanına sahip olmaya devam edecektir. Çünkü Manguş’un performansına baktığımızda sadakatinin, Libya’nın genel çıkarlarına odaklandığını görüyoruz. Çünkü Manguş, Libya’da milis devletinin değil de kurumsal devletin tarafını tutuyor. Çünkü Manguş, kahraman Ömer Muhtar’ın uğruna yaşayıp öldüğü şeyi cesur bir şekilde dile getiriyor.