Adil Derviş
Mısırlı siyasi yorumcu, Westminter Parlamentosu ve Downing Caddesi muhabiri ve Ortadoğu Siyaseti uzman tarihçisi
TT

Trump'ın sosyal medya karteline karşı davasının önemi

Eski başkan Donald Trump, en önemli üç sosyal medya platformuna dava açacağını açıkladıktan hemen sonra dünya çapında kamuoyunu oluşturan kurumların çoğu, yasal bir başarı elde edemeyeceği tahmininde bulunarak kendisiyle alay etmeye başladı, onu haber bültenlerinde adını öne çıkarmaya çalışmakla suçladı.
Batı dünyasının tamamında, İngiltere’deki en yeni haber kanalı GB News ve bağımsız enstitüler gibi ifade özgürlüğünü önemseyen müstesna medya ve basın kurumlarının sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor.
Bugün solcu ve liberal akımların egemen olduğu geleneksel basın kurumlarının taraflılığı sadece esef verici değil, aynı zamanda tehlikeli. Zira Dördüncü Güç, resmi makamlardan ve kurumlardan bağımsız, sessizlerin sesi, yani özellikle demokrasinin çoğunluğun diktatörlüğüne dönüştüğü özel geçici durumlarda, okuyucularından, dinleyicilerinden ve izleyicilerinden halkın fikrini temsil ettiği için böyle adlandırıldı.
Örneğin, seçim belirli bir partinin ezici bir çoğunlukla seçilmesi ile sonuçlandığında, muhalefet, bir salgınla mücadele veya kötüleşen ekonomiyi düzeltmekte başarısız olsa da kamusal politikanın gidişatını değiştiremez hale gelir. Üç buçuk yıl sonra düzenlenecek seçimlere kadar İngiltere’de halihazırda olduğu gibi büyük bir parlamenter çoğunluğuna sahip olduğundan hükümetten hesap soramaz.
Geleneksel olarak, demokratik parlamenter sistemlerde muhalefet siyasi olarak zayıf olduğunda, Dördüncü Güç kamuoyunun bir temsilcisi olarak hükümet ve yetkililerden kendi sayfalarında analiz ve makalelerle veya ekranlarındaki canlı yayınlarda bakanlar ve yetkililerle yapılan röportajlarla hesap sorarlar.
Medya ve basınının rolü şu iki durumda da büyüktür; birincisi, Batı demokrasileri dışında kalan veya hükümetin seçimle değiştirilmediği dünyanın birçok ülkesinde kamuoyunu etkilemek, politikasını değiştirmesi için hükümete baskı yapmanın pratik bir aracıdır. Demokratik ülkelerde parlamenter temsilin hatta seçmen oylarının temel konularda neredeyse iki yarıya bölündüğü durumlarda da bir baskı aracıdır. Yani parlamenter hesap sormanın gerçek etmenlerinin, her biri diğerine zıt bir eğilimi temsil eden iki parti arasındaki kutuplaşmanın arkasında kaybolduğu durumlarda. Bugün bunun en açık örneği, Kongre’nin iki kanadının bir tür parlamenter iç savaşla Cumhuriyetçiler ile Demokratlar arasında bölünmüş olduğu ABD’dir.
İngiltere örneğinde olduğu gibi, bugün Amerikan halkı da özellikle temsilin ulusal ve eyalet olmak üzere iki düzeyde olduğu federal bir sistemde, kamuoyuna yol göstermekle kalmayıp düşünce, ifade ve bilgi özgürlüğünü de savunan tarafsız, araştırmacı bir basın rolüne çok ihtiyaç duyuyor.
Ancak Amerikan basın kuruluşlarının çoğu, eski başkan Trump ve halkın en az yüzde 40'ını oluşturan destekçilerine patolojik bir düşmanlıkla davranıyor. Büyük tabloyu görmelerini engelliyor. Bu, dünya halklarını temsil eden hiçbir tarafa hesap verip boyun eğmeyen küçük bir milyarder grubun küresel ifade araçlarını kontrol etmesinin temsil ettiği tehlikedir. Öyle ki bu tehlike, en güçlü ve zengin devletin başkanlığını üstlenmesi bir yana, Trump hacminde bir iş adamı ve şahsiyeti, ABD anayasasının birinci maddesini korumak için yargıya yönelmek zorunda bıraktı.
Çarşamba günü, eski başkan Trump, Florida'daki Federal Mahkeme'ye Facebook'un sahibi milyarder Mark Zuckerberg, Twitter'ın sahibi Jack Dorcey ve Google'ın sahibi Sundar Pichai’ye karşı üç dava başvurusunda bulundu. Üç dava, eski Amerikan başkanının söz konusu kişilerin kurumları tarafından kapatılan hesaplarının yeniden açılması ve tazminat istemiyle açılmış olsa da, dünya çapında (sessiz çoğunluğu temsil eden) ifade ve basın dünyasındaki azınlık bu davaları büyük bir ilgiyle izliyor.
Almanya Şansölyesi Angela Merkel’ın hesapları askıya alınarak eski başkan Trump'a uygulanan yasaktan duyduğu rahatsızlığı dile getirdiği gibi, Trump da geçen hafta düzenlediği basın toplantısında, dava açmasının nedenini, “Amerikan başkanının dahi kendini ifade etmesini engelleyebiliyor ve sansür uyguluyorlarsa, dünyadaki herhangi bir kişi veya tarafı kolaylıkla engelleyebilirler” diye açıkladı.
Gerçekten de, kanunen yasak olmayan her konuda özgürce ve açıkça görüş belirtmenin araçları olması gereken bu platformların, düşünce yapılarına uymayanları engellemek dışında engelleme ve izin verme konusunda belirli bir standartları yok.
Başkan Trump'ın bir grup aptal göstericinin Kongre'ye düzenlediği baskından sorumlu olduğu konusu, belgeli kanıtların olmaması nedeniyle henüz kesinleşmiş değil, aksi takdirde muhalifleri onu ceza mahkemelerine sürüklemekten geri kalmazlardı. Gelgelelim Twitter yine de hesabını askıya aldı. Öte yandan, İran liderlerinin bir ülkenin haritadan silinmesini ve ulusların yok edilmesini talep eden, şiddete teşvik eden paylaşımları halen Twitter’da yayınlanıyor.
Geçen hafta Facebook’taki kişisel hesabım, açıklamadıkları bir nedenle donduruldu ve 24 saat paylaşım yapamama cezasına çarptırıldım.
O günkü tek gönderimim, Kraliçe Elizabeth'in gülümseyen bir fotoğrafı ve Danimarka'ya karşı oynayacağı maçta İngiliz milli takımına destek olarak St. George (İngiltere) bayrağı olduğu için, tek açıklama, Facebook’u kontrol eden sol akımların bunu “milli şovenizm” olarak değerlendirmiş olduğu.
Birkaç ay öncesine kadar Facebook ve Twitter, yeni tip koronavirüs ve Çin'deki bir biyolojik silah laboratuarında mı üretildiği veya bu laboratuardan mı dış dünyaya sızdırıldığını sorgulayan tweetleri veya gönderileri engelliyordu. Ne zamanki yeni ABD Başkanı Joe Biden aynı soruyu sordu, 3 platform da engeli kaldırdı. İnsanlar bu olasılığı tartışmaya başladılar ve 16 aydan sonra ilk kez tıp ve bilim dergilerinden bilim adamları ve araştırmacıların konuyla ilgili makale ve raporlarının yayınlanmasına izin verildi. Buna benzer onlarca örnek bulunuyor.
Bu çelişki, bize trajik kahkahalar attıran bir felakettir, çünkü Facebook tarafından yasaklananların çoğu fakenews yani yanıltıcı haberler ve daha önce gazetelerde, kitaplarda ve diğer özel dergilerde yayınlanmış. Ancak maddi, sosyal, coğrafi veya dilsel nedenlerle sıradan insanların erişiminde değildi. İnternetin icadı ve sosyal medyanın ortaya çıkışı ile bir bilgi demokrasisi şafağı doğdu, ancak o da 10 yıldan kısa bir süre içinde Trump tarafından dava edilen 3 platformun tekeline girdi.
Bazıları alternatif iletişim platformları kurmaya çalıştıklarında bile, Silikon Vadisi karteli, bu 3’ünün baskılarına yenik düşerek bu hizmetlerin başlatılmasını engellemekte birleşti.
Sorun tarihsel bir öneme sahip, çünkü sorumlu makamlar, örneğin gençleri korumak, zararlı bilgileri veya şiddet propagandalarını kontrol etmek için onlardan bir filtre koymalarını istediğinde editoryal politikaları olan bir yayınevi olmadıklarını, Hyde Park'taki “Konuşmacının Köşesi” gibi insanlarının kendilerini ifade etmeleri için açık bir platform olduklarını savunuyorlar.
Elbette nedeni bu paylaşımlara gelir getiren reklamların eşlik etmesi. Gel gör ki yapılan paylaşım, kamuoyuna dayatmaya çalıştıkları ideolojik akımla çeliştiğinde, üçüncü bir dünya ülkesindeki bir yayınevi gibi yazı ve sansür kuruluna dönüşüyorlar.