Emel Abdulaziz Hezzani
Suudi yazar
TT

El-Kaide geri mi dönüyor?

Afganistan'da hız kazanan eylemler el-Kaide hayaletini canlandırdı. Taliban Hareketi’nin ülkenin birçok bölgesinde kontrolü ele geçirmesi, dışlanan uluslararası çaptaki örgütün faaliyetlerine geri dönmesine ilişkin artan bir endişe yarattı. Peki, Taliban’ın kazandığı ivme el-Kaide’nin de dönüşü anlamına mı geliyor?
Başlangıç ​​olarak bugün Afgan topraklarında yaşananlar, yani Taliban güçlerinin eyaletleri ve merkezlerini, hatta 20 yıldır Amerikan kuvvetlerinin operasyonlarının merkezi olan Bagram Hava Üssü’nü kontrol etmesi, İran, Pakistan, Hindistan, Çin, Rusya ve Orta Asya ülkelerinin de aralarında olduğu yönetimlerin çıkarlarının çakıştığı Afganistan’da büyük bir dönüşümün habercisi niteliğinde.
ABD başkanı Donald Trump, Beyaz Saray’daki son yılında eski Afgan hükümetinden uzakta, Taliban Hareketi ile tek taraflı bir anlaşma imzaladı. Washington, anlaşma ile Taliban’ın şiddet eylemlerini azaltması karşılığında sayıları 2 bin 400 olan askerlerini tamamen çekmeyi taahhüt ediyordu. Esasında bu basit bir anlaşmaydı ve Washington, kendisine 3 bin 400 ölüye ve 1 trilyon dolara mal olan bir savaş arenasından çekilme hedefini gerçekleştiriyordu.
 Aslında Washington, en az 20 yıl önce, 2001’de el-Kaide'nin ideolojik ve lojistik sponsoru olan Taliban'ı devirerek 11 Eylül olaylarının intikamını aldıktan sonra geri çekilebilirdi.
ABD uzun savaşlardan, toplumları çatışan ve birbirini boğazlayan  topraklarda askerleriyle birlikte kalma lanetinden kurtulmak istiyor. Doha’da imzalanan anlaşma da kendisine istediğini verdi: Geri çekilme ve hedef alınmama güvencesi. Bunun karşılığında ne Afganistan ne de tabii ki seyirci koltuğunda kalan Afgan hükümetine herhangi bir şey sunmadı.
Bugün Amerikan kuvvetleri, önümüzdeki ağustos ayının sonunda ülkeden tamamen ayrılmaya hazırlanıyor. Arkasında da yükselişinin zirvesindeki Taliban'ı ve egemenliğinin dönüşüne direnen, özellikle kuzey ve kuzeydoğudaki eyaletlere ve güvenlik merkezlerine yönelik saldırıları püskürtmeye çalışan bir Afgan hükümetini bırakıyor. Herkes korku içinde. İran Şii azınlığı, çabalarını ve pozisyonunu Afgan hükümeti ile birleştirmeye teşvik ediyor. Rusya, Sovyetler Birliği’nin çöküşünden önce olduğu gibi radikal Sünni gruptan ve Orta Asya ülkelerine nüfuz etmesinden çekiniyor. Hindistan, Taliban’ı Pakistan’ın stratejik derinliği olarak görüyor. Doğu hilalinde sınır komşusu olan Çin de istikrarsızlaştırıcı bir cephe oluşmasından korkuyor.
Kısaca ABD, Afganistan’dan çıkarak herkesi cezalandırdı. Bölgeyi kaderine terk etti. Afganların geleceğiyle oynayan, bazen Taliban liderlerini kucaklayarak, bazen de saflarını bölerek müdahalelerde bulunan İran bile Taliban’ın devlet üzerinde kontrolü sağlayıp başkent Kabil'i işgal etme olasılığı nedeniyle kendisini tehlikede hissediyor.
Bu nedenle bugün, Hareket’in liderleri ile Afgan hükümeti arasında uzlaşıya dayalı bir hükümet konusunda tatmin edici bir formüle ulaşmak için yürütülen siyasi müzakereleri kucaklamakta acele etti.
Gündemde çeşitli senaryolar var. En kötüsü de Horasan'da DEAŞ ile Taliban ve hükümet arasında bir iç savaşın patlak vermesi ve silahlı el-Kaide örgütünün dünyayı tehdit etmeye geri dönmesi. Ancak bu sayfa Taliban için her zaman istediği şeyi gerçekleştirme, yani yönetme gücünü ele geçirme konusunda büyük fırsatlar içermiyor da değil. Tüm koşullar Taliban'ın lehine. Ancak tek bir faktör dışında; o da uluslararası topluma kabul edilmek. Bu, hükümete siyasi katılımla çözülebilecek bir mesele. Özellikle de Washington ile anlaşmasının kendisine bir siyasi oluşum sağlaması ve Afgan arenası üzerindeki etkisini üstü kapalı kabul etmesi hesaba katıldığında. Taliban liderleri, eyaletleri ve belki de başkenti işgal ettikten sonra müzakerelere güçlü taraf olarak katılmak, yönetim, seçim ve anayasa mekanizmasıyla ilgili koşullarını dayatmak istiyorlar. Afgan hükümetinin korktuğu ve karşı durduğu şey de bu. Ancak ister uluslararası isterse İran veya Türkiye gibi durumla ilgili bir ülkenin sponsorluğunda yürütülsün, tüm müzakere fırsatları tükenmeden bir yargıya varmak zor.
Hareketin sahip olduğu en büyük avantaj, sahadaki mücadele gücü ve aynı zamanda halk arasındaki popülerliği ki bunlar da müzakerelerde kendisine sağlam bir konum sağlayacak. Taliban birinci yolu, yani iç savaşı, çete ve mağara savaşlarını, korkunun geri dönüşünü müjdelemeyi seçebilir. Aynı şekilde ikincisini, devlet kurumlarının koridorlarını ve uluslararası kabulü de seçebilir. Bu, liderlerinin pragmatizminin boyutuna ve mevcut koşullara dair yaptıkları değerlendirmelere bağlı. Keza Batılı düşmanın, yani ABD'nin sahneden çekilmesi, dolayısıyla dayandıkları önemli bir manevi faktör olan yabancı düşmana karşı savaş doktrininin yokluğu başta olmak üzere yaşanan değişkenleri kavrama boyutlarına da…
Taliban adil ve dürüst seçimlerden sonra hükümete katılmayı başarırsa, güç ve kontrol kazanacaktır. Ardından Afgan hükümetinin önemli bir bileşeni olarak başta İslam İşbirliği Teşkilatı olmak üzere uluslararası kuruluşlara katılmaya başlayabilir. Böylece bu sayfa da on yıllardır vahşetin ve zulmün hüküm sürdüğü bir bölgede istikrarla kapanabilir.
Afgan hükümetinin ise pek fazla seçeneği yok. Batılı ülkeler Afganistan'dan tamamen elini çekmiş ve hükümeti kontrolünü kaybettiği bir gerçekle boğuşmaya terk etmiş durumda. Hükümet, uluslararası tanınırlılığa sahip. Gelgelelim sahada Taliban ile arasındaki güç dengesindeki büyük fark hesaba katıldığında gerçekte bunun çok da bir önemi yok.
Onlarca yıllık kanlı çatışmalardan sonra yaşanabilir bir ülke olmak, bir emniyet supabı gibi hassas bir coğrafyada istikrarı sağlamak için Afganistan’ın önünde büyük bir fırsat bulunuyor.