İmil Emin
Mısırlı yazar
TT

İran: Timsahı memnun etmeye çalışmak faydasız

İngiltere’nin saygın başbakanı Winston Churchill’e atfedilen en gerçekçi ve etkili sözlerden birisi şudur: “Herkes timsahı yeterince beslerse, yiyeceği son kişi olacağını umar.”
Gelgelelim tarihsel deneyim timsahı memnun etmeye çalışmanın faydasız olduğunu gösteriyor. Aksi takdirde Hitler Avrupa’nın geri kalanını işgal etmekten cayardı. Yahut Sovyetler Birliği gerek ideolojik gerekse askeri savaşlarından geri adım atardı. Dolayısıyla fırtınanın geçeceği konusunda iyimser olanlar, fırtınanın ıslık sesleri ve yoluna çıkan her şeyi kökünden sökmesi karşısında şok olmaya mahkumdurlar.
Churchill'in yaklaşık 80 yıl önce söylediği şey, bugün ABD'nin İran rejimine karşı tutumuna neredeyse tastamam uyuyor. ABD kendini kaybetmiş tek taraflı bir aşık gibi görünüyor. Nafile müzakereleri sürdürmek için yoğun bir şekilde çabalarken, öte yanda İran işlenmemiş bir bahaneyle ağırdan alıyor. İran’ın Viyana’daki Başmüzakerecisi Abbas Arakçi’nin açıklamasında ifade ettiği gibi, bu bahane yeni Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin seçilmesinden sonra demokratik sürecin seyrini tamamlaması.
Gerçek şu ki Başkan Joseph Biden yönetiminin kendisi, yeni bir anlaşmaya ulaşmak arzusuyla süreci tamamlamak için Tahran’ı teşvik eden, sevdiren bir biçimde çaba harcarken, açık ve bariz bir teslimiyet gösterirken, uzman Amerikan araştırma enstitüleri İran sahnesinin gerçeklerini ortaya koyuyorlar. Tabiri caizse Biden politikalarını bekleyen feci başarısızlığı ifşa ediyorlar.
American Enterprise Institute (Amerikan Girişim Enstitüsü) ve The Institute for the Study of War’ın (Savaş Araştırmaları Enstitüsü) İran’ın savaş vekillerinin Ortadoğu'daki davranışları, Amerikan çıkarlarını hedef alan gelecek planları, ayrıca iki taraf arasındaki nükleer anlaşmaya dönmek için yapılan dolaylı müzakerelerin sonucuna bakmaksızın, ABD güçlerine yönelik saldırıların artmasıyla ilgili yayınladıkları çalışmalar, çok sayıdaki örnektendir.
İran'ın gerçekte istediği şey, yeni bir anlaşmadan çok uzak ve geniş mesafede; Arap Körfez bölgesinde egemenlik ve hegemonya, Doğu Asya'ya, özellikle de Afganistan'a uzanmak. Bu nedenle Mollaları, Washington'u dize getirmek ve onu çekilmeye zorlamak amacıyla civardaki  Amerikan hedeflerine (insan ve bina) yönelik saldırıların yoğunlaştırılmasının kaçınılmaz olduğu kanaatine ulaşmış bulunuyorlar. Bu fiilen tek bir durumda gerçekleşebilir; Amerikan kurbanların olması.
ABD'nin Afganistan'dan mantıksız bir şekilde çekilmesi, Amerikalıları hedef alma ve onların siyasi iradelerini tüketme konusunda İranlı liderleri daha cüretkar hale getirecek. İran ile bağlantılı Asaib-i Ehlil Hak milislerinin liderinin Nisan ayında söylediği, “Afgan yöntemi, Amerikan güçlerini Irak'tan çıkarmanın tek yoludur” sözü, Ayetullahların ve Devrim Muhafızlarının Sam Amca'nın askerlerine yönelik zihinlerinde gizli olanları açığa vuruyor.
Amerikan politikaları İranlıların buna yönelmesine katkıda bulundu mu?
Sözde ve fiilde katkıda bulunmuş olabilir ve bu da geçmişten beri Amerikan tarihinin derinliğinde yer etmiş bir sorundur. ABD’nin tarihi, 4 yıllık bir verim ve büyüme evresinden sonra, inşa edilen her şeyi yıkan fırtınalı bir 4 yılın yaşanmasının muhtemel olduğu bir nehir kenarında yaşama hikayesi gibidir.
İranlılar, birkaç yıl içinde müstakbel bir ABD başkanının göreve gelip, daha önce Trump tarafından uygulanana benzer bir azami baskı politikası uygulamasından korkuyorlar. Beyaz Saray'ın bir sonraki efendisinin bir imzayla geçersiz kılabileceği herhangi bir Amerikan anlaşmasına güvenmiyorlar. Bu nedenle, askeri olarak varlıklarını güçlendirme, siyasi olarak konumlarını takviye etme, yalnızca Washington’un değil müttefiklerinin de sırtında bir hançer olmaları için bölgedeki vekillerinin gücünü pekiştirme konusunda kararlı ve azimli olmaktan yana tercihlerini kullandılar. Nitekim ABD Ortadoğu İşlerinden Sorumlu Savunma Bakan Yardımcısı Dana Stroul da Amerikan “el-Hurra” kanalına verdiği son röportajında, “Amerikan çıkarlarına en büyük meydan okumanın, İran ve bölgede terörizme verdiği destek, yalnızca Amerikan kuvvetlerine saldırmakla kalmayan, aynı zamanda ABD'nin ortaklarını da hedef alan, onların egemenliğini ve istikrarını tehdit eden bir milis ve vekil ağı inşa etmesiyle cisim bulduğunu” belirtti.
ABD’nin dolaylı katılımı ve Avrupa Birliği'nin himayesi altında Batılı ülkeler ile yapılan 6 görüşme turundan sonra, İran’ın pozisyonunu sis bürüdü. Nükleer veya balistik füze programından geri adım atma niyeti, komşuları ile gerçek bir uzlaşma vizyonu da yok.
Biden'ın görmezden geldiği gerçeği Wall Street Journal ifşa etti; İran zenginleştirilmiş uranyum biriktirdi, bazı gelişmiş santrifüjleri en iyi şekilde kullanmak için gerekli teknolojide ustalaştı ve iki ila üç ay içinde yeterli bölünebilir malzemeyi bir araya getirerek nükleer silah üretebilir seviyeye ulaştı.
İran'ın bir balistik füzeye nükleer savaş başlığı yerleştirmek için 250 kilogram yüzde 20 oranında zenginleştirilmiş uranyuma ihtiyacı var. Halihazırda zaten 130 kilograma sahip, artı olarak 10 kilogram yüzde 60 oranında zenginleştirilmiş uranyum ile 4 tondan fazla yüzde 5 oranında zenginleştirilmiş uranyumu bulunuyor.
Dikkat çekici soru şu, Tahran'ın karşılıklı caydırıcılık açısından kendisine öz koruma sağlayacak silahı elde etmesinden önce, Washington ve Brüksel gibi İran timsahını memnun etmeye çalışacak, hiçbir şey yapmayıp elleri bağlı duracak başka bir bölgesel güç var mı?