Emel Musa
Tunuslu şair ve yazar
TT

Mücadelecilik fikri ve zararı karşılama

Herhangi bir konu dalavere ve müzayedelerle siyasallaşmaya maruz kaldığında kirlenir ve konuyu objektif bir şekilde ele alamayız. Çünkü gördüğümüz gibi genel olarak siyasetin sıkıntısı meseleleri mantıklı ve ilkeli bir bakış açısıyla umumi olarak tartışmaya açmak yerine çıkarlar temelinde bir taksim yapmasıdır.
Ancak siyasi savaşlardaki tüm tutumları alabora etmek isteyen yüksek dalgalar, rasyonel kamuoyu tartışmalarına yönelik bir ümitsizlik durumu yaratmamalı.
Tunus'ta 14 Ocak 2011'de devrilen eski rejimin mağdurlarına tazminat ödenmesi konusunda bir süredir devam eden yoğun tartışmaya girmek için böyle bir giriş yapmak istedik. Tabi ki bu dava, eski Cumhurbaşkanı Zeynel Abidin Bin Ali rejiminin tüm kurbanlarını, yani sol ve siyasal İslam savaşçılarını da kapsıyor.
Ancak tazminat farklı ideolojilere sahip kesimleri kapsayacak olsa da kamuoyunda baskın olan düşünce davanın Nahda Hareketi’nin mücadelecilerine özgü olduğu yönünde. Nahda Hareketi Şura Konseyi Başkanı Abdulkerim el-Haruni’nin, Başbakan Hişam el-Meşişi'yi Tunus Cumhuriyet Bayramı'na denk gelen 25 Temmuz'dan önce “Onur Fonu ve İstibdat Mağdurlarına Haklarına İade-i İtibarı” harekete geçirmeye çağırması ile birlikte bu düşünce son günlerde giderek daha da yaygınlaştı. Böylece çağrı mevcut hükümetin tazminat sorununu çözmek için bu ayın 25'ine kadar süresi olduğunu gösteriyor. Bu da pek çok Tunuslunun öfkesine yol açtı.
Hukuki olarak ortaya atıldığından günümüze kadar Tunus’ta hummalı çatışmalardan biri haline gelen tazminat dosyasındaki aksaklıkların ve problemli noktaların nerede olduğuna birlikte bakalım.
Tam olarak bu nokta üzerinde durduk çünkü siyasi olarak mücadele eden ve bu mücadelesi yüzünden çalışmaktan ve istikrardan mahrum kalan ya da sağlığını ve ailesini olumsuz etkileyen hapis cezasına ve kısıtlamalara maruz kalan bir kişinin tazminat talep etmesinde hiçbir sakınca yok. Özellikle de tazminat talebi Tunus’un icat ettiği bir şey değilken ve mücadeleden kaynaklı ağır kayıplar, kaybın arkasında duran sebepler ortadan kalktığında vatan tarafından öyle ya da böyle tazmin edilirken. Tabi ki tazminat ifadesinin eksik bir yanı var. Nitekim sağlık, hapislerde ömrün çürümesi ve benzeri trajediler gibi telafisi mümkün olmayan şeyler de mevcut. Bu yüzden “zararı karşılama” tabiri, bana tam olarak doğru olmayan geniş “tazminatlar” kelimesinden daha doğru ve anlamlı geliyor.
Öyleyse, mücadelecilerin “zararının karşılanması” Tunus’un icat ettiği bir şey değilse sorun nerede? Bu dosya Tunus’ta neden karışıklığa yol açıyor ve muhalifler bunu reddederken eski rejim tarafından zarar görenler buna tutunuyor?
İşin aslı, Tunus'taki tazminat dosyasının zayıflığı, mücadeleci statüsünü hak edip etmemekle başlıyor. Esas nokta burası. Çünkü tazminat talebini reddedenler Nahda Hareketi’nin destekçilerini mücadeleci olarak görmüyorlar ve Nahda hareketinin, takipçilerinin ve liderlerinin uğruna ağır bir bedel ödeyerek verdiği özgürlük ve demokrasi mücadelesi olarak adlandırdığı şeyi tanımıyorlar. Bununla da kalmıyor onlara göre Nahda Hareketi modern Tunus ulus devletinde yeri olmayan İslamcı bir hareket. Eski rejimin Nahda Hareketi devrimini yok etme çabası şiddet uygulama, demokrasiyi iktidara gelmek için bir araç olarak kullanma ve modern ulus devletinin kazançlarını yok edip yerine bir din devleti kurma niyetinin bir sonucuydu.
Bu değerlendirmelerden hareketle, tazminat talebini reddedenlerin aslında Nahda Hareketi’ni Tunus’un demokrasisi için savaşmış mücadeleci bir hareket olarak görmediğini söyleyebiliriz.
Diğer taraftan Tunus kamuoyundaki tazminat talebinin özellikle Tunus'taki İslamcılarla ilişkilendirilmesi, İslami gruplar tarafından ayırt edilmesi gereken zühd ve Allah yolunda cihat fikri ile dünyevi ve materyalist bir eğilimi ifade eden maddi tazminat talebi arasında bir imaj çatışmasına yol açtı. Zira İslamcı muhalifler için bu dosya, dünyevi olanın güçlü bir şekilde var olduğunun ve hükümet ve bakanlık portföyü peşinde koşanların çoğunda hakim olan ganimet düşüncesinin istisnasız herkesi bir araya getiren bir özellik olduğunun kanıtıydı.
Ayrıca tazminat dosyasını zayıflatan bir diğer şeyin de Nahda Hareketi Şura Konseyi'nin zamanlamasının oldukça kötü olması olduğunu düşünüyoruz. Nitekim ülke yeni tip koronavirüs (Kovid-19) tarafından kötü bir saldırıya uğramış durumda. Günlük vaka sayıları neredeyse 10 bine çıkarken günlük ölü sayıları da 200’e ulaştı. Bu panik, üzüntü ve aşılar için uluslararası yardım arayışı içerisinde tazminat konusu gündeme geldi. Bu yüzden özellikle Nahda Hareketi’nin muhalifleri salgın krizinin yönetilememesinden, devletin gücünün zayıflamasından ve ekonominin çökmesinden İslamcıları sorumlu tutarken, pek çok kişi ülke bu haldeyken tazminat konusunun açılmasını partici bir enaniyet ve Tunus’un sıkıntılarını umursamama olarak değerlendirdi.
Belirttiğimiz gibi Kovid-19 salgını salt sağlıktan ibaret değil. Daha çok boyutu var. Hatta kavga noktasına varıncaya dek zıt ve çeşitli siyasi iddiaların konusunu oluşturuyor.
Ancak bizce tazminat konusu ya da bu ada nazaran tercih ettiğimiz gibi “zararı karşılama” konusu devrim sonrasının son yıllarında geçiş dönemindeki adaletin başarısızlığının bir ifadesi. Zira zarar boyutunun tespit edilmesi ve gerçeklerin ortaya çıkarılması için anayasal olarak görevlendirilen kurumlar kendi yollarından saparak iki ayrı kola ayrıldılar; intikam arzusu ve devrimden önceki her şeyin şeytanlaştırılması. Bu da devletin bütçesinden ne koparılabileceğine bakan ganimet arzusu ile çakışıyor.
Şu soruyla bitiriyoruz: Nahda Hareketi’nin fırsatı elinden kaçırmasına yol açan şey zamanlamasının yanlış olması mıydı, yoksa ilgili tarafların baskısı yüzünden zaten tazminat konusuna girmenin kaçınılmaz olması mıydı?