Hazım Sağıye
TT

İran’ın Kazimi ile Beyrut Limanı arasına sıkıştırdığı Suriye!

Iraklı ve Iraklı olmayan muhalifler, Mustafa el-Kazimi’ye iftira atıyorlar.
Zira onlar, Irak Başbakanı Kazimi’yi ABD’yle iş birliği yapan ya da ABD lehine ajanlık yapan birisi olarak görüyorlar.
Kazimi, Irak parlamentosunun isteğini Washington’a taşıyıp Biden yönetiminden ülkedeki Amerikan askeri varlığının eğitim ve danışmanlık hizmetleriyle sınırlı kalacak şekilde minimum seviyeye indirilmesini talep etmesine ve Biden yönetiminin de bu talebe karşılık vermesine rağmen Kazimi’ye yönelik saldırılar devam etti.
Gerçekleştirilmek istenen, Amerikalılara ait tüm izleri yok edip Bağdat’ı Washington’a karşı mutlak düşmanlık durumuna getirmektir. 1950’lerdeki Bağdat Paktı, Batı’yla beraberken bu kez de Bağdat Paktı’nın Batı karşıtı olması bekleniyor.
Bazı gözlemcilere göre Kazimi’nin gerçekleştiremediği bu talep, büyük bir ihtimalle 2021’in sonlarında seçilmesi ve ezici çoğunluğu İran’a bağlı Şii güçlerin oluşturması tahmin edilen yeni parlamento tarafından gerçekleştirilecek.
Fakat unutmamalıyız ki 5 Ocak 2020’deki parlamento oturumunda milletvekilleri, Amerikan güçlerinin Irak’tan çekilmesini kabul ettiği zaman söz konusu oturumda Kürt ve Sünni Araplardan oluşan bloklar mevcut değildi.
Öyleyse ABD’ye tam düşmanlık ve İran’a tam bağlılık ile Irak’ta geriye kalan ulusal birliğin parçalanması arasında net bir ilişki var. Dolayısıyla Kürtlere ve Sünni Araplara göre bu politika, ABD’ye duydukları sevgiden değil de İran’dan ve İran’ın Irak’ta bireysel hareket etmesinden korktukları için cezbedici gelmiyor. Detayları bir kenara bırakırsak Kazimi’nin temel politikası şudur: Irak, çok uluslu bir ülkedir ve bu ülkenin dış politikası da söz konusu çoğulcu yapının şartlarını ihlal etmemelidir. Kazimi, eğilimi ne olursa olsun herhangi bir Bağdat Paktı istemiyor. Buna karşılık rakipleri ise, Batı karşıtı dışında bir pakt istemiyor. Bundan dolayı Kazımi’nin rakipleri, Kürtleri ve Sünni Arapları hesaba katma niyetinde değiller.
Tahran’a bağlı çevrenin programının Irak’ı parçalamak olduğu net bir şekilde görülüyor. Irak ve birlikte yaşam, onlar için şansızlık ve nefretten başka bir şey ifade etmiyor.
Karşılaştırma yaparak bu programın doğası hakkında bir çıkarımda bulunabiliriz: Siyasetçi ve 2006’den beri başbakan olarak ismi, Sünni-Şii savaşıyla (2006-2008) ilişkilendirilen Nuri Maliki, iç savaşlardan uzak durmak isteyen Kazimi’den nefret eden çevrenin kahramanlarından birisidir.
Buna başka bir örnek de şudur: Milisler, 2019-2020 intifadasında 700 sivil göstericiyi öldürdü, 23 bin kişiyi yaraladı, aktivistleri ve muhalifleri kaçırdı ve onlara suikast yaptı. Bu, sürekli kutlanan ve ödüllendirilen bir durumdur. Onlar, bu çevrenin militanlarıdır. Kazimi ise göstericilerin taleplerine karşılık vermeye ve toplumsal barışı gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Bu da sürekli eleştirilen bir durumdur.
Böyle bir gerçek, bize muhaliflerin gözünde ülkelerin durumlarının ve halkların çıkarlarının kesinlikle önemli olmadığını söylüyor. Üstelik onların programları, ülkelerin ulusal yapısını parçalamaya ve diğerleri üzerinde hakimiyet kurmaya dayanıyor. Sonuç ise malum: İç savaşı garanti edecek şekilde muhalif çevreye katılan DEAŞ gibi tarafları çağırmak. Ülke içinde onları ilgilendiren tek şey, İran ve İran’ın hegemonyası için dış şartları sağlamak. İlk şart da ABD’nin bölgeden uzaklaşmasıdır. Tahran’ın şartlarıyla İran-ABD yakınlaşması için bu kozların -ilk koz da Irak’tır- kullanılması halinde işte o zaman başka şeylerden de bahsedilebilir.  
Aynı kural Lübnan için de geçerli. Beyrut Limanı’ndaki patlamanın birinci yıldönümüyle birlikte şu soru yeniden gündeme geliyor: Halka danışılmayan, devleti daha fazla zayıflatan ve devletin denetim mekanizmasını bozan bölgesel çekişmelere dahil olunmasaydı böylesine korkunç bir patlama olabilir miydi? Elbette hâkim siyasi sınıfın yolsuzluğu, yönetim araçlarının demode oluşu, bankacılık sisteminin bozukluğu ve diğer faktörler de bu kategori içerisinde yer almaktadır. Fakat bir yıl önce meydana gelen nükleer patlamaya benzer bu patlama, daha fazla şeyin meydana gelmesini zorunlu kılıyor.
Lübnan’ı imha etmek, İran’ın çıkarları söz konusu olduğu zaman sadece önemsiz değil, aynı zamanda gerekli de olabilir. Aynı kural, Suriye’yi imha etmek için de geçerlidir.
Suriye halkı, 2011 Dera’sından 2021 Dera’sına kadar 10 yıldır gösteri yapıyor, öldürülüyor ve tehcir ediliyor.
Bununla birlikte bu 10 yıl, “Suriye üzerinde dış savaş” olarak isimlendiriliyor.
Diğer bölge halkları gibi Suriye halkı da İran rejimi için bir detaydan ibarettir.
Esas olan, İran’ın bölgedeki imparatorluk nüfuzunun çıkarlarıdır!