Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Ahmaklıktan kaçınarak uzlaşıya varmak mümkün mü?

Cemal Bin Ömer, İsmail Vild eş-Şeyh ve Martin Griffiths’ten sonra şimdi de Hans Grundberg, eyersiz BM Yemen Özel Temsilcisi atının sırtına biniyor. Atın kendisinden önceki üç temsilciyi de sırtından atmasından sonra Grundberg’in bu dikbaşlı atın sırtında çok kalması umut edilmiyor.
Husilerin talepleri açık; Sana Havaalanı ve Hudeyde Limanı üzerindeki kısıtlamaların kaldırılması, dolayısıyla İran’dan daha fazla ve çeşitte silah getirtmek. Yemen’in tamamını, kıyılarını, zenginliklerini ve insanlarını istila etmek. Diğer taraftan, İran Cumhurbaşkanının yemin törenine Yemen’den Filistin’e bir grup Arap gücü, diğer ülke ve örgütler katıldılar. Hepsi de İran rejiminin destekçisi ve onun modelini kendi halklarına zorla uygulamak istiyorlar. Nedeni de mutlaka en iyisine özlem duymak değil, belki sadece mevcut olana nispet yapmak! Son olarak Hizbullah ile İsrail arasında olduğu gibi, silahlı kollarına küçük çatışmalar (ancak şu ana kadar açıklandığı gibi kontrollü) başlatma talimatı vermenin yanı sıra, birçok kaynak tarafından doğrulandığı gibi, aynı zamanda açık denizlerden geçen gemilere yapılan saldırılara doğrudan katılmak yoluyla da İran rejimi sertleşiyor. İran tarafı, Viyana'daki müzakerelerin süratle sonuçlandırılmasını ve daha fazla uzatmadan tüm detaylarıyla 2015 anlaşmasına geri dönülmesini talep ediyor. Çevresini kemirme faaliyetlerini genişletmek, yandaşlarını silahlandırmak, füzeler geliştirmek, ayrıca nükleer teknoloji geliştirmek için milyarlarca dolar elde etmek istiyor. Modern insanlık tarihinde bir noktadan yola çıkıp orta çözümlere ulaşmak şeklindeki pratik anlamıyla siyasetin, Ortadoğu denklemini terk ettiği ya da terk etmek üzere olduğu açık ve net. Farklı taraflar tam tersini tasavvur etmeye çalışsalar da geriye kalan tek şey savaş.
Ortadoğu’da güvenlik şiddetli bir biçimde sarsılıyor ve yüzeyin altında kalanlar üstündekinden çok daha büyük. Savaşlar ölümcül, tüm kaynakları sömürücü ve tüketicidir ve çoğu zaman onları ateşlemeye katkıda bulunanların hayal ettiği gibi sona ermezler. Şimdi kontrollü olduğuna inanılanın orta vadede öyle olmadığı ortaya çıkar. Büyük soru belki de şu; İran rejimi, neden Arap tarafına doğru yayılmak ve etkisini genişletmek konusunda ısrar ediyor. Din-mezhep karakterli bir ideoloji taşıyorsa, batıda kendisine daha yakın komşuları var. Sorunun birinci açıklaması, Muhammed, Mahmud, Hasan ve son olarak İbrahim (bazı İran cumhurbaşkanlarının adları) Arap adları olduğu ve birçoğu Arapça konuşabildiği için, Araplarla görevlendirilmiş olduklarına dair bir algının var olduğu. Bu gerçekçi değil. İkinci yorum, Arap komşuların zenginlik kaynaklarına sahip oldukları. Son yorum ise, çıkarlarını bir yandan zorbalık, diğer yandan kendisine tabi kesimleri toplumlarına karşı ayaklanmaya ikna ederek pekiştirmek. Gerçek şu ki, İran'ın içeride yeterince ve aklı başında bir insanın İran halkı için temenni edemeyeceği kadar çok sorunu var; işsizlik, büyük ekonomik gerileme, önceki İran rejimlerinde bile benzeri görülmemiş baskı, su, yiyecek ve ilaç kıtlığı, kendisiyle mücadele için tüm olası çabalara ve mevcut fonlara ihtiyaç duyan ölümcül bir salgın. Şimdiye kadar İran’dan bazı çevre ülkelere ihraç edilenler ise, Beyrut’a ilaç, Sana’ya tedavi, Suriye’ye hastaneler değil. Normal bir insanın, insanların temel ihtiyaç olarak gereksinim duyacağını tasavvur ettiği her şey çok kıt. Üstüne bir de yolsuzluk denilen bir öcü var. Bütün bunlar, İran halkını ve dışarıda kontrol edilen halkları, kriz dışında daha büyük bir yere yerleştiriyor. Tam bir düş kırıklığı ve hüsran adı verilen yere.
Farklı formlarda, birden fazla açı ve mekânda daha da derinleşmeye aday bu durum karşısında, tam veya kısmi bir patlama yaşanması bekleniyor. Sorulması gereken artık patlayıp patlamayacağı değil, İran’ın politikaları inatçı ve gerçeğe aykırı olmaya devam ederse ne zaman patlayacağıdır? Okuyucuya karanlık bir mesaj vermek istemiyorum, sadece uyarı zilini çalmak istiyorum. Çünkü yaşanabilecekler mutlaka şu ana kadar çatışma yolları hakkında bildiklerimiz gibi olmayabilir. Kriz, kimsenin beklemediği bir yerde ve bir şekilde patlayabilir. Tüm göstergeler bir çatışmanın yakın olduğu yönünde. Keza görünen o ki, İran tarafının kani olduğu hesapları bulunuyor ve İran'da su yüzüne çıkmaya başlayan seslerden rejime en yakın olanların söyledikleri dahi kendisi için önemli değil gibi. Modern tarihte bir ideolojiyi benimseyen tüm rejimlerin sözlüğünde güvenli zorunlu iniş diye bir şey yoktur, bunun yerine ya hep ya da hiç vardır. İdeoloji dini fikirlerle iç içe geçtiğinde ise daha da katılaşır ve taviz bile verilemez hale gelir.
Bugün Ortadoğu'da şekillenen manzara budur. Ortadoğu şu anda bir “ahmaklığı” bekleyen bir barut fıçısı gibi. Uluslararası pozisyon ya zayıf, tereddütlü ya da bölgede olup bitenlere kayıtsız, mümkünse sadece patlamayı geciktirmek veya başlayacak yangını kontrol altına almak istiyor. Ancak odunların birikmesini ve kibritle oynayanları engelleyecek kudrette değil. İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, ekonomiyi iyileştirme sözü verdi ve bu İran halkları için önemli. Ne var ki bunu yapabilmesi için orta yolda bir uyum veya uzlaşı durumuna ulaşmalı. Yeni yönetiminin özellikleri henüz ortaya çıkmadı. Bazıları kişilerin önemli olmadığını, asıl önemli olanın izlenen politikalar olduğunu düşünüyor. İran’ın politikaları ise geniş çizgileriyle artık bilindik ve değiştirilmesi zorunlu hale geldi. Anlattığımız tünelin sonunda bir umut ışığı var mı? Belki de var ve bunun göstergelerinden biri de Lübnan ile İsrail arasında yaşananların sınırlı kalması ve kontrol altına alınması. İki taraf da kırmızı çizgileri aşmadı ve bu da söylem ve sloganlar bir yana, kâr ve zararı hesap eden bir akıl olduğu anlamına geliyor. İyimser miyim, evet ve bunda haklı olabilirim. Neticede tüm taraflar biliyor ki, bölgeyi tutuşturmak tüm taraflara ağır bir kayıp getirecek. Bu hedef- savaştan kaçınmak- savaşı ateşlemek için gereken cesaretten çok daha fazla cesarete ihtiyaç duyuyor. Krizlerin olduğu gibi kalmasına yatırım yapmak, her gün büyüyen bir kayıptır.
Son olarak; Ortadoğu'da Kovid-19 salgını henüz kontrol altına alınmış değil. Bazı ülkeler başarılı oldu, bazılarının ise acil bir yardıma ihtiyacı var. Bölge ülkeleri arasında ortak bir plan hazırlayarak iyi niyet inşa etmeye başlayabilir miyiz? Bu, sadece bir öneri.