Memun Fendi
TT

Teatral toplumların ahlaki temelleri

Genel olarak toplumlar, farklı derecelerde tiyatro performansı sergilerler. Ancak burada Arap toplumlarının son derece teatral olduğunu iddia ediyorum. Yani demem o ki, Arap toplumlarında birey, toplumsal tiyatro sahnesinde belki de tüm uyanma alanını kapsayan süre boyunca bir rol üstlenir.
Teatral toplumlarda bedenin politik, dini ve toplumsal işaretlerle dolu bir reklam panosu olarak abartılı bir şekilde kullanıldığını da görüyoruz. Burada yüz ve kafa en önemli reklam öznesi olarak kullanılır. Ya kadınlarda başa veya baş ve yüze birlikte belli bir şekilde örtü konulur ya da erkeklerin yüzüne sakal ve çok namaz kıldıklarının bir işareti yerleştirilir. Toplumumuzda dikkat çeken şey, reklamların çoğunun iyi ya da dindar bir vatandaşın alametlerini tasvir etmesi ve bunun sosyal gerçekliğin ötesine geçerek sanal dünyaya taşınmasıdır. Örneğin, bazılarının Twitter ve Facebook sayfalarında ya vatanseverlik sembolü olarak bir ülkenin bayrağını ya da başka türden bir siyasi veya dini açıklama görürsünüz. Buradaki soru şu; toplumlarımızdaki bireyler neden haddinden fazla bir dindarlık iddiasında bulunurken ya da kimsenin ayrıcalıklı olmadığı, herkesin eşit bir şekilde duyduğu varsayılan vatan sevgisini ilan ederken abartılı davranıyorlar? Tüm bu abartı neden?
Elbette reklamcılık, Arapların ve diğer toplumların tekelinde değil. Nitekim diğer toplumlarda insanlar giydikleri ünlü markalar üzerinden sosyal kimliklerinin reklamını yaparlar. Ancak bunların çoğu abartılı reklamlar değillerdir ve güç ilişkileri üzerinden başka birine üstünlük ilan etmek için içinde bir nevi kabalık olan ayrımcı bir sınır çizgisi çizmezler.
Teatral toplumlar çoğunlukla yelpazenin bir ucunda kölelik, diğer ucunda özgürlük dünyasının ve aralarında da geniş alanların bulunduğu kapalı olanlardır. ABD’deki “Köleliği Azaltalım” başlığı altındaki toplumsal çalışmalarda bilim adamları, kölelerin söylemlerini inceleyerek efendilerin evlerinde günlük hayatın draması olarak adlandırdıkları şeyi fark ettiler. Fark ettikleri şey şuydu; köle efendisinin huzurundayken oturma odası olan tiyatro sahnesinde canla başla hizmet eden itaatkâr kişi rolünü oynuyor. İçten içe ya da efendisi odadan çıkınca ise ona lanetler okuyor. Kadın köle mutfağa sığınıyor ya da erkek köle, kendilerinin yaşamı için ayrılmış tiyatro sahnesinden inip kendi olduğu yere gidiyor ve arkadaşlarına efendisinin zulmünden ve acımasızlığından bahsediyor. Efendisinin önünde itaatkâr bir hizmetçi olduğuna dair reklam yaparken efendisi hastalandığında köle ona şöyle diyor “Hasta mıyız efendim?” Yani onun hastalığına ortak oluyor. Ancak tiyatro sahnesinden inip güvenli bir ortamda arkadaşlarıyla olup hayata döndüğünde efendisine en sert sözlerle lanetler yağdırıyor.
İster evin içerisinde kölesi ve efendisi arasında, isterse diktatör veya otoriter toplumların durumunda genel düzeyde olsun dramatize edilmiş bir dünyayı yaratan şey güç ve korku ilişkisidir. Burada sadece devlet-toplum ilişkisinden değil, toplumlardan da bahsediyorum. Zira güç ilişkileri her zaman devlet ve toplum arasındaki yukarıdan aşağıya doğru giden değil, bilakis toplumun kendi bileşenleri arasındaki yatay ilişkilerdir. Toplumlarda gözle görülür bir riyakârlık durumuna yol açan da budur.
Teatral toplumların ahlaki değerleri, rezalet ve arsızlık ile karakterize olmuş toplumlar ile içsel bir suçluluk duygusu hisseden toplumlar arasındaki farkla ilişkilidir. Rezalet ile karakterize olmuş toplumlarda insanlar hırsızlık veya zarar verme suçunu hissetmezler. Bilakis sadece herhangi birinin onu görmemesini isterler. Zira insanlar rezilliği bilmezse ortada utanılacak bir şey de olmaz. Ancak içsel bir suçluluk duygusu hisseden toplumlarda hırsız suçunu hisseder, vicdan azabı çeker ve toplumdan korktuğundan daha çok vicdan azabından korkar.
Rezillik dünyasından vicdan azabı dünyasına geçiş, normal insani toplumlar ile rezalet ve toplumsal utanç ile karakterize olan toplumlar arasındaki farkı temsil ediyor.
İçe değil de dış görünüşe önem veren toplumlar, içinde gizli şiddet çeşitlerinin dört bir yana yayıldığı, rezillik adı altında şantajın hakim olduğu, erkeğin karısına, annesine ve kız kardeşine şantaj yaptığı, siyasetin cinsiyetçi olduğu, erkeklerin kadınların bedenlerini ehlileştirdiği, kadın bedenlerinin de siyasi ve toplumsal mücadeleler için bir tiyatro sahnesine dönüştüğü toplumlardır.
İnsanların teatral toplumlarından tabii toplumlara geçmesi için ahlaki kısıtlamaların dışsal değil, içsel olması gerekiyor. Burada esas hakim olan şey ve birinci ve temel caydırıcı etkenin toplum değil vicdan olması gerektiğidir.
Dış görünüşe önem veren ya da teatral toplumların ahlaki temellerinin parçalanması, geri kalmıştan normal toplumlar durumuna geçmenin ilk adımıdır.