Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Günbegün aynı tartışma

Bugün Arap dünyasındaki en hararetli tartışma, dinin kamusal yaşamdaki, özellikle de devletin idaresi ve günlük işlerindeki rolüyle ilgilidir. Her Arap ülkesinin, yoksulluktan işsizliğe, güvensizlikten zayıf siyasi katılıma ve sivil özgürlüklerin yokluğuna varıncaya kadar küçük veya büyük kendine mahsus kriz listesi vardır.
Tüm bu sorunlarla birlikte sloganları, kişileri, grupları ve tarihi ile birlikte Siyasal İslam hala tartışmalı bir konudur. Hatta hem halkın hem de seçkinlerin dikkatini çeken cazibesiyle diğer tüm krizleri geride bıraktığını söylersem abartmış olmam. Bu sözün doğruluğunu teyit etmek isterseniz herhangi bir Arap ülkesindeki sosyal medya sitelerine veya basınına bakın, “siyasal İslam” ile ilgili haber ve tartışmalardan yoksun bir gazetenin ender olduğunu görürsünüz.
İnsanların bu çaptaki ilgisi, konuyu araştırma ve analizde doydukları anlamına da gelmiyor. Aksine bu konu ne kadar konuşulur ve tartışılırsa o kadar muğlak hale gelir, çehresi belirsizleşir ve ilgili doktrinler çoğalır. Bu konuda uzman birinin, arayışına mâni olan veya onu neyin doğru neyin yanlış olduğuna dair içinden çıkılmaz bir hale getiren birileriyle karşı karşıya gelmemesi mümkün değildir. Bundan ötürü bu konuyu tartışmak dikenler üzerinde yürümeye benzer.
Bu hafta, ünlü Suudi yazar Prof. Yusuf Aba’l-Halil’in sözleri dikkatimi çekti. İlk olarak sosyal paylaşım sitesi Twitter'da şunları yazdı: “Sizin için önemli olan sizinle nasıl muamelede bulunduğum ve vatandaş olarak görevlerime bağlılığımın boyutudur. Bana göre bu, benimle yaratıcım arasındadır.” Aba’l-Halil ertesi gün çokça sert ve kötü yanıtlara maruz kaldığı şu ifadeleri kullandı: “Bu paylaşıma verilen gergin ve öfkeli cevapların çokluğu, modern bir sivil devletteki vatandaşların görevlerinin ne olduğu bilgisiyle aramızda hala mesafeler olduğunu gösteriyor.” Bu paylaşıma verilen “hakaret ve küfür” içerikli pek çok cevap gerçek dini savunduğunu iddia eden insanlardan geldi, ancak paylaşımın dinle uzaktan yakından ilgisi yok.
Bana öyle geliyor ki, yukarıda bahsedilen konuya ilişkin bu abartılı bilgiye olan ilgiyi değil, daha ziyade olumsuz bir duygusal durumu gösteriyor. Bu durumun sebebinin, ‘sürecin tersine dönmesi ve bunu takip eden hayal kırıklığı’ olduğunu düşünüyorum. Bunu şöyle açıklayabilirim:
Arap halkı (bir bütün olarak), Arap Baharı'nın rahminden doğacak yeni bir seçkini dört gözle bekliyordu. Tüm hayalperestlerde olduğu gibi insanlar, bu seçkinin yönetimde bilgili, elleri temiz, alçakgönüllü ve iktidar konusunda zahit biri olacağını hayal ettiler. Ardından gözlerini meydana çevirdiklerinde, “İslam sloganını yükselten ve elbisesini giyen kişinin” bu vasıfları taşımaya en uygun kişi olduğuna inandılar. Bu nedenle siyasal İslam'ın sembol isimleri ve liderleri eşi görülmemiş bir destek aldı.
Ancak çok geçmeden mesele tam tersine döndü. Çünkü yeni yıldızlar ne yönetimden haberdar, ne iktidar konusunda zahit, ne de katılımcı bir sisteme geçişin sorunlarını çözebilecek güçteydiler. Halk geri dönüp de ters yöne gittiğinde Mısır, Tunus, Sudan, Fas, Irak ve diğer ülkelerde neler yaşandığını biliyoruz.
Halkın daha önce desteklediği bu İslami akımı terk etmesi, bilimsel veya gerçekçi bir tartışmanın sonucu değil, aksine hayal kırıklığının bir neticesiydi. İşte bu nedenle, gelecekle ilgili kaygı deposu boşalmadı ve kolektif bilinçteki kesinlik güçlenmedi. İç kargaşa ve kitlesel göçlerin devam etmesi, mevcut politik süreçlere duyulan derin güvensizliğin en açık göstergesidir.
İnsanlar bugün İslam meselelerini tartıştıklarında (akide, ibadet ve hatta tarih konularında bile) çabucak bir kaygı seli onları sürüklüyor ve bu, “din ve kolektif kimlik” konusunda bir endişeye dönüşüyor. Oysa bunlar temelde yalnızca siyasi krizlerin bir yansımasından ibarettir, dinle hiçbir ilgisi yoktur.