Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Dinde yenilemenin anlamı

Toplumsal ilerlemenin, yaşam, din ve kültür anlayışımızda yenilenmeyi gerektirdiğini iddia edenlerden biriyim. Dini mirasın yaşam ve kültür üzerindeki derin etkisinin her zaman dinde yenilenme tartışmasını beraberinde getirdiğini biliyorum. Yenilenme nasıl olacak? Asılda bir yenilenmeden bahsedilebilir mi? Din yenilenebilir mi? Yenilenme özde mi olur yoksa araçlar, detaylar ya da görünüşlerde mi?
Buradan hareketle değerli okuyucuları şu iki noktayı kabul etmeye davet ediyorum. Birinci noktayı veciz bir şekilde şöyle ifade edebiliriz: “Her Müslüman nesil, önceki nesillerin ürettiklerine bağlı kalmaksızın dini hayat kavramını yeniden formüle etme ve zamanına uygun bir dindarlık modeli benimseme hakkına sahiptir.”
Diğer noktaya gelince, hayatımızdaki iki daireyi birbirinden ayırmamız gerekmektedir. Bu dairelerden ilkini “dini” olarak nitelendirebiliriz ki bu, şeriatın ahkamının hüküm sürdüğü alandır. Diğeri ise, aklın teorik, pratik ve ahlaki hükümlerinin alanı olan din dışındaki bir dairedir. Bu her iki nokta, geleneksel dini eğilim ile onun reformist karşıtı arasında bir anlaşmazlık kaynağıdır. Nitekim gelenekçiler, modern zamanlarda insanın bildiği her şeyin İslam geleneğinde ayrıntılı veya ilkesel düzeyde bulunduğunu dile getirirler. Bu nedenle yeni neslin şeriat sisteminde herhangi bir rol üstlenmesi ve tasarrufta bulunmasının hiçbir gerekçesi yoktur.
Bu fikrin kökeni, İslam hukukunun hayattaki her şeyi içerdiğini veya hayatın her yönünü düzenlediğini söylemektir. İnsanlar bu fikre tartışılmaz bir aksiyom olarak bakıyorlar. Muhtemelen bazı okuyucular, “İslami Alternatif”, “İslam Daha Önce Söyledi” ve “Yirmi Birinci Yüzyıl İçin Din” gibi başlıklarda kitaplara rastlamışlardır. Çoğu insan bunun sabit ve değişmez bir hakikat olduğunu düşünüyor. Onların bu konudaki fikirlerine karşı çıktığınızda ve bunun doğru olmadığını söylediğinizde İslam'ı noksanlıkla itham ettiğinizi düşünürler. Bu kimseler sizinle fikri düzeyde tartışmaya girmez, bilakis dini savunmaya çalışırlar.
Ben de bir zamanlar bu fikirdeydim. Ancak sonra bazı ilimlerin ne erken dönemde ne de ona yakın olan zamanlarda bulunmadığını fark ettim. Bilmek bir kenara, hayal bile edilemeyen bir şey hakkında nasıl yargıda bulunursunuz? Konuyla ilgili araştırmam sırasında, bu soruyu önde gelen bir fakihe sordum ve bana herkesçe bilinen şu cevabı verdi: “Kur'an ve sünnette hükmü geçmediği takdirde, konuyla ilgili en yakın genel kaidelere bakılır.” Ona saat takmanın hükmünü sordum. Ses tonumda biraz ironi fark etti, fakat kendini kontrol etti ve bana bunun mubah olduğunu söyledi. Bunun üzerine mubahlığın bir hüküm olmadığı konusunda kendisiyle tartıştım. Nitekim mubahlığın bir hüküm olduğunu söylemek gerekçesiz bir sorumluluk olmasının yanı sıra aynı zamanda faydasızdır. Oysa burada söylenmesi gereken şey, saat takmanın bir şeriat meselesi olmadığıdır. Eğer benimle aynı fikirdeyseniz, şeriatın bu anlamda kapsamlı olduğunu söylemek doğru değildir.
Daha sonra iki meşhur fakih arasında bir tartışma yaşandı. Bunlardan ilki, “...Kitapta hiçbir şeyi ihmal etmedik” ve “… Bu kitabı sana her konuda açıklama getiren…” gibi ayetleri okudu ve bunların hepsinin, hayattaki her bir şeyin kitap ve sünnette bir hükmü olduğuna işaret ettiğini söyledi. Bunu söyleyen Şeyh Yusuf el-Bahrani’ydi. Şeyh Ahmed el-Naraki ise, ayetlerin bağlamının her şeyi açıklamak değil, kitapta açıklığa kavuşturulması gereken her şeyin bir açıklaması olduğunu ve bu konuda sessiz kalmanın doğru olmadığı anlamına geldiğini söyleyerek yanıt verdi. Bunun delilini bizzat gözlerimizle görüyoruz. Zira, kanun koyucunun bize bahsetmediği binlerce mesele var ve bunlar her geçen gün artıyor. Sözlerimize, Şehristanî'nin Milel ve Nihal'indeki şu ifadesiyle son verelim:
“Metin sınırlı ve olaylar ise sınırsızdır. Sınırlı olan, sınırsız ve sonsuz olanı nasıl kuşatabilir.”