Racih Huri
Lübnanlı yazar
TT

Afgan sıkıntısı ve İran sorunu!

Bir Avrupa diplomatik raporu, İran'ın geçen haziran ayından bu yana askıya alınan Viyana müzakerelerine dönmeden önce daha fazla zaman kazanma girişimlerinin birbiriyle bağlantılı iki arkaplana dayandığını ifade ediyor. Birincisi, özellikle Yemen ve Lübnan'da açıkça görüldüğü gibi bölge ülkelerindeki müdahaleleri körüklemekle birlikte uranyum zenginleştirme faaliyetlerini artırmak için yalan söyleyerek zaman kazanmak. İkincisi, Taliban'la uzlaşmalar yapmayı basitleştirenlerin İran'la da bunu yapacağı varsayımından hareketle Afganistan'da ve hatta bölgede ABD'nin başarısızlıkları üzerine bahse girmeye devam etmek.
20 Ağustos'ta İran Parlamentosu Ulusal Güvenlik Komitesi Üyesi Zehra el-Lahyan, Nükleer Anlaşma’yı canlandırmak üzere müzakerelerin İbrahim Reisi hükümetiyle devam edeceğini söylemiş ancak “müzakere yönteminin değişeceğine” dikkat çekmişti. Hasan Ruhani hükümeti dönemindeki müzakereleri eleştiren Lahyan, bunlardan hiçbir sonuç alınamadığını ve bu yüzden de Reisi hükümetinin deneyeceği müzakerelerin farklı olacağını kaydetmişti. O zamandan sonra, Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan defalarca Tahran'ın mart ayında başlayan ve altı tur yapılan müzakerelerin sonuçlarını incelediğini ve yakında Viyana'ya döneceğini söyledi!
Her zaman ‘yakında’ ifadesi kullanıldı. Bu da özellikle Tahran'ın santrifüjlerin sayısını ciddi şekilde artırdığına ve uranyum zenginleştirme oranını yüzde 60'a çıkardığına ilişkin duyurularıyla aynı zamana denk gelmesi hasebiyle, Washington ve Avrupalı ortakların bu ifadeyi ciddiye almamasına ve şüphe duymasına yol açtı. İşi daha da komik yapan şey, ABD’nin Afganistan’dan geri çekilmesiyle ilgili haberler Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nun tartışmalarına hâkim olduğunda Abdullahiyan’ın şu sözleri söylemekten çekinmemiş olmasıydı:
“Bazıları ısrarla ‘yakında’ kelimesinin ne demek olduğunu ve bununla kaç gün, kaç hafta, kaç ayı kastettiğimizi soruyorlar. İran’ın ‘yakında’ kelimesi ile Batı’nın ‘yakında’ kelimesi arasında büyük bir fark var. Bizim için ‘yakında’ kelimesi nükleer dosyanın incelemelerini, çalışmaları bitirdiğimiz an demektir. İran’ın ‘yakında’ kelimesi ile Batı’nın ‘yakında’ kelimesi arasında bir fark var.”
Geçen hafta sonu Abdullahiyan, ‘yakında’ kelimesini bir kez daha kullandı. Ancak bu sefer Beyrut’tan ve Tahran’ın Washington'a tekrarlanan mesaja benzer şekilde ‘sınırsız bir ordu’ olarak gördüğü bölge ülkelerinde altı ordusunun olduğunu duyurmasından sonra kullandı. Geçtiğimiz pazartesi günü Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Said Hatipzade, müzakerelerin yakında yeniden başlayacağını söyleyerek İran heyetinin yeni bir metni müzakere etmeyeceğini vurguladı. Bu da Zehra el-Lahyan’ın İran'ın müzakere modelini değiştirmek istediği yönündeki açıklamasıyla ilgili soru işaretlerini gündeme getirdi. Ancak görünen o ki, Rusya'nın Viyana'daki Uluslararası Kuruluşlar Daimî Temsilcisi Mikhail Ulyanov, Nükleer Anlaşma ile ilgili Viyana müzakereleri önceki turlarda büyük ve faydalı bir ilerleme kaydetmişken sıfırdan başlatılmaması gerektiğini söylerken bu sorulara yanıt verdi.
Haftalar önce Politico sitesinde yer alan bir habere göre, ABD'nin İran Özel Temsilcisi Robert Malley, Nükleer Anlaşma’nın geleceğinin büyük bir soru işareti olduğunu ve bu anlaşmaya dönmenin artık ABD’nin elinde olmadığını belirtti. İran’ı ciddiyet ve bağlılık eksikliği olduğunu söyleyerek eleştiren Malley, ABD tarafının İranlılarla bir başarısızlık senaryosuna hazırlandığını söyledi. Bu senaryonun unsurlarından birinin, tamamen farklı kriterlere göre ayrı bir anlaşmanın imzalanması veya Avrupalı ​​müttefiklerle ortaklaşa bir dizi yaptırım tedbirine başvurulması olduğunu ortaya koydu. Özellikle İran nükleer alanda kışkırtıcı adımlar atmaya ve bölgesel müdahalelerde bulunmaya devam ederse bu, anlaşmadan sapmak demektir. Örneğin, bununla ilgili olarak Beyrut'ta şu soru ortaya çıkıyor:
İran ve Hizbullah açık açık ABD’yi Lübnan’dan ve aynı şekilde Suriye ve Irak’tan kovmakla tehdit ettiğinde ve Husiler İran yapımı uçakları ve silahları ile Suudi Arabistan Krallığı’na saldırmaya ve Körfez ülkelerine tehditler savurmaya devam ettiğinde bu, bölgedeki sıkıntıların ve istikrarsızlaştırıcı müdahalelerin devam etmesi anlamına gelmiyor mu?
Paralel bir tırmanış ve meydan okuma hattında İran, uranyum zenginleştirme faaliyetlerini ve santrifüj makinelerinin sayısını artırdığına dair art arda duyurular yayınlamaya devam ediyor. Örneğin bu, ülkesinin Viyana müzakerelerine katıldığı Angela Merkel’i Tel Aviv ziyareti sırasında, dünya İran’ın Viyana müzakerelerine geri dönmesini beklerken İran’da santrifüjlerin dönerek var gücüyle çalıştığını söyleyen İsrail Başbakanı Naftali Bennett’in sözlerine şöyle yanıt vermeye itti:
“Bu konu daha acil bir hal aldı. Uluslararası toplum, özellikle İran'ın şu anda 120 kilogramdan fazla yüzde 20 oranında zenginleştirilmiş uranyuma sahip olduğunu açıklamasından sonra, İran'ın nükleer silah edinmesini önlemek için artık her şeyi yapmalı.”
İran Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Muhammed İslami geçen hafta cumartesi günü ülkesinin şu anda bu miktara sahip olduğunu açıklamıştı. Bu da İran’ın böyle bir miktara izin vermeyen 2015 Nükleer Anlaşması’nın metnini pratikte yırtıp attığını gösteriyor!
ABD Başkanı Joe Biden, yaklaşık iki ay önce Beyaz Saray’da olduğu sürece İran'ın nükleer silaha sahip olamayacağını açıkladığında, İran uranyum zenginleştirme faaliyetlerini artırdı ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) gözlemcilerinin çalışmalarını engellemeye çalıştı. Hatta bununla da kalmayarak bu ayın dördünde, 2015 yılında imzalanan anlaşma kapsamında çalışmaları durdurulan Arak Ağır Su Reaktörü’nün bir yıl içinde yeniden faaliyete başlayacağını duyurdu.
İran’da ekonomik krizin daha kötü bir hal alması ve geçtiğimiz aylarda halk protestolarının daha da artmasıyla birlikte İran rejimi, ABD’nin stratejik önceliklerinin Orta Doğu’dan Çin ve Hint-Pasifik bölgesine doğru kayacağını düşünerek, bölge ülkelerinde nükleer gerilim ve yıkıcı müdahale davullarını çalıyor gibi görünüyor. Bu ayın beşinde, Abdullahiyan’ın yaptığı açıklama ile İran’dan Washington’a “iyi niyet göstergesi bir adım atılması ya da Viyana’ya dönülmesi karşılığında taviz verilmesi” gerektiğine dair göndermeler yapıldı.
Ancak ABD'li yetkililer, müzakerelere geri dönmesi karşılığında Tahran'a herhangi bir taviz vermeyi reddetti. ABD merkezli Axios web sitesi geçen hafta başlarında, Başkan Biden'ın yardımcılarının İsraillileri Washington'un nükleer müzakereler konusunda İran'la diplomasi taahhüdü konusunda bilgilendireceğini, ancak bu müzakerelerin başarısız olması durumunda başka yollara başvuracağını söyledi. Biden’ın yardımcılarına üzerinde düşünülen önlemler ve bunların askeri seçenekler içerip içermediği sorulduğunda, “Gerekli önlemleri almaya hazır olacağız” şeklinde cevap verdiler.
Bu bağlamda Abdullahiyan, bu ayın üçünde İran televizyonuna verdiği bir röportajda ABD'ye müzakerelere geri dönmenin bir ön şartı olarak dondurulan 10 milyar dolar değerindeki İran fonlarına erişmelerine izin verme çağrısı yaparak, “ABD’nin niyeti ciddi ise dondurulmuş olan İran varlıklarının bir kısmını serbest bıraksınlar” demişti!
Ancak ABD merkezli Demokrasileri Savunma Vakfı’nın (FDD) ABD’nin Afganistan'dan çekilmesi ile Orta Doğu ve Güneydoğu Asya'daki rakipleriyle mücadele etmekten geri çekilmesini ilişkilendirip üstü kapalı bir şekilde sunduğu varsayım, İran’ın, Taliban'la uzlaşmalar yapmayı basitleştirenlerin İran'la da bunu yapacağı yönündeki varsayımının yanlış ve temelsiz olduğunun bir delilidir. Bunun birinci sebebi Afganistan’dan geri çekilme kararının, İran’ın başını ağrıtan bir karar olması. Kunduz kentine bakarak bunu görebiliriz. İkinci sebebi ise, İran'ın nükleer silah üretmenin eşiğinde olduğu uyarısı yapıldığında iki şeyden birinin öne çıkması. Bunlar:
Ya bölgedeki ülkelerin tamamında var olan füzeleri ve İran müdahalesini içerecek şekilde revize edilmiş anlaşmayı canlandırmak için Viyana’ya dönülecek ya da ABD ve İsrail’in B planı yürürlüğe konulacak. Yahut parmaklar ısırılmaya ve İran’ın bölgedeki istikrarsızlaştırıcı müdahaleleri artmaya devam edecek. Özellikle Lübnan’da İran, petrol konusunun ötesine geçerek ABD çıkarları ile mücadele etme tehdidinde bulundu ve Abdullahiyan ABD’lilerden Viyana’ya dönmek için mahsuben ödeme yapmalarını istediğini unutarak, yakın bir zamanda Lübnan'da iki enerji santrali ve tüneller inşa etme teklifinde bulundu. İlginç!