Salih Kallab
Ürdünlü yazar. Eski Enformasyon, Kültür ve Devlet Bakanı
TT

İran, İsrail'den çok Arapları hedef alıyor!

İran'ın 1979'dan sonra yaptığı en kötü şey, Arap ülkelerine bu utanç verici müdahaleyi yapması, dört ana Arap ülkesini, yani Irak’ı -Mezopotamya-, Suriye’yi (Arap milliyetçiliğinin atan kalbi), Lübnan’ın özellikle güneyini ve Yemen'in kuzeyini işgal etmesidir.
Tabii ki İran tüm bunları ‘Veli el-Fakih’ devleti ve mezhepsel gerekçelerle yaparken aslında eski tarihi hesapları kapatmak istediğinin de farkında. Hatta bunu amaçlıyor diyebiliriz. Bu onun ‘stratejik’ politikasıdır. Rejimin borazanlarının sürekli tekrarladığı gibi; Tahran’ın önceliği ‘Siyonist düşmanı’ hedef almak değil. Aksine, tüm saygımla söylüyorum, Şii mezhebinin takipçileri olarak değil, milliyetçi olarak Zî Kar ve daha sonra aldıkları yenilgilere karşılık vermektir.
Bu noktada şu kesin ki İran sadece yukarıda bahsedilen Arap ülkelerini değil, aynı zamanda tüm Arapları hedeflediğinde bizzat İsrail’in, yani ‘Siyonist düşmanın’ yerini alıyor. ‘Siyonist düşman’ olarak nitelendirdiği devletin, ne ‘şâh-ı şâhân’ (şahların şahı) döneminde ne de ondan sonra gelen Humeyni ve Hamaney döneminde kendisini hedef almadığını biliyor. İran bütün bunları yaparken bazı Arapları İsraillilerden yardım istemeye, bazı ülkelerin İsraillileri kabul etmeye ve doğudan gelen ‘Pers’ işgaline karşı mücadele etmek için İsraillilerden destek talebinde bulunmaya itiyor.
Kesinlikle onuncu ve hatta bininci kez diyorum ki İran’ın Şii bayrağı kisvesi ile yaptıkları, aslında Araplarla olan eski hesaplarını kapatmak içindir. Nitekim Araplar, İslam geldikten sonra İran'ın kadim kalelerini yıkıp Doğu'nun büyük bir bölümünde, Batı'nın bir kısmında ve adı ‘Endülüs’ diyarı olan İspanya'nın ötesinde İslam'ın sancaklarını yükseltmişlerdi.
İranlı Pers şahlarının sonuncusu olan İran Şahı (Muhammed Rıza Pehlevi) tabii ki Humeyni devriminden önce -ki doğrusunu söylemek gerekirse bu devrim bir ‘Pers devrimiydi’ ve halen da öyle- Mısır'ın ilk kralı Fuad'ın kızı; son kralı Faruk'un kız kardeşi Prenses Fevziye’den sonra son eşi Farah Diba’yı da yanına alarak Ürdün’ü ziyaret etmişti. Ürdün'ün ez-Zerka kentinin doğusundaki 'Hav' bölgesinde kendileri için büyük bir askeri geçit töreni düzenlenmişti.
Aslına bakarsanız Şah Rıza Pehlevi’nin neden eşi Farah Dibe ile birlikte Ürdün’ü ziyaret ettiği bilinmiyor. Kimileri Pehlevi’nin yaklaşmakta olan kendisine karşı bir ayaklanma olduğunu hissetmesi, hatta bunu bilmesinden dolayı Araplara ‘sıcaklık’ göstererek iktidarının temellerini güçlendirmek istediğini söylüyor. ‘Şahların şahı’ döneminin sonlarında ülkesinden sürülen Humeyni ilk olarak Türkiye’ye, oradan da Irak’a ‘geçmişti’. Irak’ta 13 yıl kalan Humeyni daha sonra Saddam Hüseyin tarafından kovulmuştu -ki daha sonra bunun bedelini de ödedi-. Humeyni daha sonra 1978 yılında Fransa’ya sığınarak Neauphle-le-Château bölgesine yerleşmiş ancak 14 yıldan uzun süren bir gurbetin ardından, Şubat 1979’da ülkesine geri dönebilmişti. Humeyni ülkesine geri dönüşünü “bir zafer” olarak nitelendirmişti.
Şah Rıza Pehlevi, Ocak 1979'da iktidardan çekilmeye ve ülkesini terk etmeye zorlandı. Bunun üzerine Şah önce Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat döneminde Mısır'a, ardından da Fas'a sığındı. Bir süre Fas'ın Marakeş kentinde yaşayan Şah daha sonra sırasıyla Bahamalar'a, Meksika'ya, ABD'ye, ardından tekrar Meksika'ya ve Panama’ya gitti. Burada uzun bir süre kalmayan Şah, Enver Sedat'ın çağrısıyla yeniden Mısır'ın başkenti Kahire'ye döndü ve öldüğü 1980 yılına kadar da burada yaşadı.
İşte böyle... Bu gerçekten çok uzun bir dönemdi. Hamaney ve Humeynici İran şimdi olduğu gibi o zaman da sadece bölgeye yayılmakla kalmadı, Lübnan'da ve Suriye'de Golan Tepeleri yakınında konuşlanmayı başardı. Bu konuşlanmanın sebebi de Filistin’i kurtarmak ya da ‘Siyonist düşmanla’ mücadele etmek değildi. Bilakis bu bölgede kontrolünü artırmak ve Kızıldeniz, Babülmendep ve oradan da Umman Denizi’ne geçmekti. Bu, tüm Arapların anlaması gereken bir meseledir. Zira Suudi Arabistan’ın, okyanustan Körfez’e kadar bütün Araplara yönelik bu tehlikeli meydan okumayla yüzleşirken tek başına bırakılmaması gerekiyor!!
Bu tehlikeli meydan okumanın delili de şu: Hasan Nasrallah bile ayak parmaklarının uçlarında durarak şu an İran'ın takipçisi olmayan tüm Araplara meydan okuyor. Emrinde Veli el-Fakih'i takip eden 100 bin silahlı adam olduğunu duyuruyor. Bu noktada Lübnan’ın fiili olarak işgal edilmiş bir devlet olduğu herkesçe bilinen bir gerçektir. İran’ın bu işgali, Körfez'den Akdeniz'in bazı doğu kıyılarına kadar uğradığı bütün Arap ülkelerini fiili olarak ‘yutmaya’ başladı. Tahran'ın mollaları, kadim ‘Pers’ olarak gördükleri devlete eski ihtişamını geri kazandırmak istiyorlar!!
Bu yüzden söz konusu tarihsel meydan okumayla fiilen mücadele etmek isteyen Arap ülkelerinin saf tutması gerekiyor. Şu bir gerçek ki bu ülkeler aslında tarihi olan bu meydan okuma karşısında aralarında milli bir birlik oluşturmazlarsa eski ve modern tarihlerinin en kötü dönemini yaşayacaklardır. Bazı Arapların bu meseleyi sadece göz önünde bulundurmakla kalmayıp ciddi bir şekilde ele aldıkları açıktır!