Abdulaziz Tantik
TT

İslamcılığın mevcut hali ile yüzleşme…

İslamcılığın mevcut halini, İslamcılığın tarihsel yürüyüşünden bağımsız ele alamayız. İslamcılığın tarihsel yürüyüşünde yaşadığı deneyimler ve karşılaştığı sorunlar onun mevcut halini oluşturan ve onu sorunlar yumağına taşıyan en önemli amillerdir. Etki ve tepki meselesi üzerinden kendisi olma yolunda sürekli tökezleyen İslamcılık, kendisini de aşan güçlü bir akıl üzerinden sürekli yeni bir durum ile karşı karşıya bırakılarak kendisi olma yolunda engeller oluşturmuştur. Bu engeller onu hep varılması gereken hedefe, hayalindeki sondan uzaklaştırmıştır.
İslamcılık varlık sahasına çıktığı andan itibaren bir karşıtlık üzerinden var olmuştur. Bu karşıtlık ise metafizik bir karşıtlık yerine fiziki bir karşıtlığı inşa etmiştir. Bu fiziki karşıtlığın ise sürekli İslamcılığın kendisi açısından bir zaaf taşıdığı ve yenilgiler dönemini beraberinde taşıdığı ise bilinmektedir. Batının güçlendiği ve gücünü artırarak tarihteki yürüyüşünü sürdürdüğü bu demlerde İslamcılar ve İslamcılık sürekli yenilgiyi tadarak varlık sahasındaki yerini korumaya çalışmışlardır. İşte bu olgunun kendisi bizatihi İslamcılığın kendisi olma hayalini sürekli ertelemeye matuf bir psikolojiyi hayata geçirmiştir.
İslam tarihi bağlamında İslamcılık, İslam’a ait diğer düşünce yapılarını dikkate aldığımızda salt kendisi olarak kendisini kurma yerine mevcut şartlar muvacehesinde kendisini sürekli değişime tabi kılarak var olma özelliğine sahiptir. Elbette ki her İslam düşüncesi akımının kendi tabiatı bir değişimi içerir. Ama aynı zamanda belirli bir yöntem üzerinden sahih bir İslami yapıya sahip düşünceden beslenmeyi de ihmal etmemiştir. Ama İslamcılık, başlangıç itibarı ile hem belirli bir yöntemden uzak düşmüştür. Hem de yöntem itibarı ile yabancı bir yöntemin tasallutuna uğradığını dikkate almadan yol almaya çalışmıştır. İşte bu yüzden İslamcılık inşa edici bir özellik kazanma yerine karşıtlık üzerinden kurulmayı öne çıkarmıştır.
İslamcılık çatışma kültürünü içselleştirdiği için hem kendisinin dışındakilerle çatışma üzerinden bir ilişki kurmuştur, hem de Müslümanların kahır ekseriyetinin tabi olduğu farklılıklarla da bir çatışma üzerinden ilişki kurmuştur. Bu çatışma hem dışarıdaki güçlerle, hem içeride kendisinin kuvvet kaynağı olması muhtemel yapıları dışlamayı beraberinde taşıyarak kendisinin zaafını oluşturan şeyi kendi elleriyle inşa etmesine neden olmuştur. Siyasal karakterinin baskın oluşu ise hem içeride hem dışarıda bir çatışma alanı oluşturmuş. Ancak bu çatışma İslamcılığın kendisini inşa sürecine olumsuz etki etmesine neden olmuştur. Saltanat karşıtlığı İslamcılığı gelenek ile çatışmaya iterken, demokrasi, insan hakları ve özgürlük bahsi ise kafasını karıştırmaya yaramıştır. Bir taraftan kesin bir karşıtlık, diğer taraftan ise geleneğe koyduğu mesafe ile elinde mevcut demokrasi üzerinden kurulmuş siyasallık kalmıştır. Kendisine ait bir demokrasi kavramını ortaya çıkarmaya çalışırken bu sefer İslamcılığın dayandığı İslami geleneğin düşünce zemininde sorunlar meydana gelmektedir. Geleneği tümden reddetmek İslamcılıktan kopmalar meydana getirmiştir. Onu siyasal İslamcılık terkibi ile suçlamaya ve beri olmaya iterken başka birilerini de… Bir başka zeminde ise demokratik tercihler yüzünden İslamcılığın kendi içinden yükselen itirazlar yüzünden bir parçalanma ile karşı karşıya kalınmıştır. Örneğin; Cemaati İslami ile İhvan hareketleri içindeki yaşlılar ve gençler ayrımı ve bunların yaşadığı çatışma zemini bize bunu işaret etmektedir.
Modernleşmenin geliştiği en önemli zemin kadın meselesidir. İslamcılık kadın meselesinde modernliğin temel tezini dikkate alarak hareket etmiştir. Ve böylece kendi süreci içinde İslam coğrafyasındaki kadın üzerinden modernleşmenin sağlanmasının önemli gücü haline dönüşmüştür. Kızların okul okumaları, üniversitelerde varlık göstermeleri, sosyal hayatın içinde yer almaları, başörtüsü mücadelesi vesaire üzerinden kadın sokağa çıkmıştır. Siyasi faaliyetlerde ve sivil faaliyetlerde kadın sokağa inmiştir. Bu inişin sağlıklı olup olmadığı meselesi hala bir mesele olarak ortada durmaktadır. Bu konuda yeterli düzeyde bir düşünce geliştirilemediği gibi sağlıklı bir fıkhi yöntem de geliştirilmiş değildir.
Daha temel bir konu ise, İslamcılığın İslam ile kuracağı ilişki ve İslam’ın bugüne bakan yüzünü ortaya koyarken sahip olduğu usulsüzlüğüdür. Yöntemsizliği bir yöntem olarak belirgin kılan İslamcılık, aslında bir yöntem üreteme sorunu ile hala karşı karşıya bulunmaktadır. Daha da sorunlu bir zemini ise İslam ile kurduğu bağı modern epistemenin ürettiği modern disiplinlerden hareketle kurmasıdır. Bu İslamcılığın hala en sancılı boyutunu işaret etmektedir. Çünkü siyaset, yönetim, iktidar, güç, iktisadi zemin, sosyal barış, adalet, hukuk gibi temel kavramlara yönelik yeni yaklaşımları hangi disiplin üzerinden ürettiği çok önemli ve bu onun temel karakterini işaret eder. İslamcılığın yumuşatılarak akademik çerçevede yeniden tanımlanmasının en önemli amili, modern disiplinlerden hareketle bağ kurması; din sosyolojisi, din psikolojisi, dini pedagoji veya eğitimi gibi kavramsallaştırmalar bile bize hangi disiplinlerle iş tuttuğunu gösterir.
İslamcılığın bir arafta olma pozisyonu taşıdığını da ayrıca işaret etmekte yarar var. Bu arafta olma pozisyonu, modernlikle gelenek arasında karşı karşıya kaldığı psikolojik gerginliği gösterir. Bir taraftan geleneği olduğu kabul ederek başlamak mevcut durum ile çatışmayı göze almayı gerektirirken, bunun mümkün olmadığı tezini kabullenmekten kaynaklı bir gerilimin varlığı… Diğer taraftan modernlikle uyumun getirdiği dinden uzaklaşma kaygısının sağladığı yabancılaşma hissi ve vicdanı ile karşı karşıya kalınmışlığın yaşattığı derin acı ve travmatik ruh hali… Sanırım, şiddetin bu kadar gençler arasında kabulünü sağlayan şey tam olarak bu acı ve travmanın varlığıdır.
İslamcılığın daha temelde ıslah ile siyasallık arasındaki bölünmüşlüğün izlerini bugün daha derinden hissedebiliriz. Siyasal karakterin baskın oluşu ile ıslah boyutu geride bırakılmıştır. Fakat ıslah boyutunun İslamcılığın meşru zeminini kurduğunu unutmamalıyız. Yani kendi meşruiyet zeminine yönelik bu ilgisizlik başka sorunları beraberinde taşımıştır. İslamcılığın kendi içinde barışık olamamasının en önemli yanı ise bu meşruiyet zeminini sağlayan boyutun geri kalması ve onu öne çıkarma süreçlerinde hep bir çatışma izleği oluşturmasıdır ki bu da siyasal karakterinin çatışmacı yönüne taşır bizi…
Her ıslah, bir düzeltmeyi içerir. Islah ise marifet ve merhamet ile yükümlü olmalıdır. Bu Abduh ile Efgani arasındaki derin tezattır. Birlikte başlayan eylemlilik ise ayrılık ile neticelenmiştir. Ama Abduh’un ıslahı da bir çatışma tezini içinde taşımaktadır. Gelenek ile sert bir çatışma ıslah faaliyetini derinden etkilemiştir. Bizim kuşağın dahi yaşadığı anne baba ile gerilimin perde arkasında bu tavır yatmaktadır. Tekfir etme olgusunu besleyen bu yaklaşım, İslamcılığın toplumsallaşmasının önündeki en büyük engel olarak hala varlığını korumaktadır. Modern düşüncenin etkisinde kalan İslamcı düşünce kendi ayağına kurşun sıkmış gibi bir durum oluşturmaktadır. Yaralı hali ile sağlıklı bir koşu yapması beklenemez, bu eşyanın tabiatına aykırıdır. Bu yüzden İslamcılığın kendi içinde yapılan tartışmalarda da sağlıklı bir sonuç üretilememektedir. Çünkü İslamcılık bir çatışma üzerine ikame edilmiştir. Bu çatışma ise ‘bütün’ oluşturmaya engel teşkil etmektedir. Bir boyuttan bütün üretme çabaları ise çatışmayı derinleştirmektedir. İslamcılığın son yüzyılda yaşadığı temel serüven bu görünüyor.
Pakistan İslam devleti, İran İslam Cumhuriyeti deneyimi, Sudan İslam devrimi ve ardından kurulan yönetimler, irili ufaklı siyasal deneyimler, Ak parti deneyimi ve son olarak Mısır’da Mursi deneyimi; İslamcılığın siyasal boyutu itibarı ile sorunlu olduğunu göstermektedir. Tunus’ta Gannuşi deneyimi de mevcut gidişatı değerlendirdiğimizde sorunu çözme kabiliyeti göstermediğini söyletiyor. Böylece siyasal İslamcılığın karşı karşıya kaldığı bu durumu kabullenerek farklı bir arayışı tetikleyen unsurlar harekete geçecektir. İslam modernleşmesi talebini dillendirmeler ile bir İslam Protestanlığı arayışı da yeni bir durum değil, daha başından itibaren İslamcılığın içinde varlığını sürdüren arayışlara tekabül ettiğini biliyoruz.
Ortada bir Araflık olma hali ile bir keşmekeşliğin varlığı kaçınılmaz görünmektedir. Buradan kurtuluş için mevcudun dışına çıkma iradesi ve cesareti ile birlikte bu üç halin; gelenek, modernlik ve mevcut halin hem bir analitik eleştirisini hem de dışına çıkacak bir bilgi düzeyine erişmeyi şart koşar. Yeni bir yöntem ve yeni bir yaklaşım ile mevcut durumu analiz ederek bir kurtuluş reçetesi ortaya çıkartılabilir. Bu da bize din/İslam ile nasıl sahici bir ilişki kurulması gerektiğinin imkânlarını sunacaktır. Korku ve paniğe gerek olmadan yeni bir bakışa, ıslah kavramının içeriğine sadık kalarak yeni bir harekete ihtiyaç olduğu aşikâr…
Her yüzleşme beraberinde bir sıçramayı zorunlu kılar. Bu sıçrama ile birlikte yeni bir hamle arayışını tetikler. Korkuyu geride bırakarak sahih bir ilişkiler ağı içinde yeni bir yöntem ve bakışın imkânlarını yoklamak ve bunu müzakere zeminine taşımak bir sorumluluktur. Bu sorumluluğu üstlenecek olan kadro ise müslüman olma vasfını içselleştirmiş ve bunu iman olarak kabullenmiş aydın, ulema ve entelektüel kadrolardır.
Son birkaç günde vefat eden saygın müslüman aydınlardan Sezai Karakoç, Teoman Duralı, Mustafa Yazgan ve Yılmaz Yalçıner’e Allah’tan rahmet, yakınlarına ve ümmete baş sağlığı diliyorum… Rabbim dava insanlarının geride bıraktığı davayı omuzlarına alacak yeni bir dava adamlarının varlığına bizi şahit kılsın… Amin…