Abdulaziz Tantik
TT

İz Düşüm…

İnsansız bir dünyaya yönelirken, insanın karşı karşıya kaldığı ‘durum’ üzerinde durulması gereken temel bir sorundur. Hümanist çağ olarak kendisini isimlendiren bu çağın süreç içinde insansızlığa yönelmesi ve buna dair yeni bir felsefi yaklaşım geliştirme çabaları, tedirginlikle izlenmektedir. Bu tedirginlik sadece batı dışı toplumlarda değil, batılı toplumlarda da yeterli düzeyde bir gerginliğe neden olmaktadır. İnsan, yok oluş ile var oluş arasındaki cendere içinde kendi varlığının anlamını kaybetmeye matuf göstergeleri çoğaltarak varlık kazanmaktadır. Pandemi süreci ve bu sürece yönelik gösterilen tepkiselliği bu çerçeve içinde yorumlamak için elimizde çokça malzeme bulunmaktadır. Çünkü pandemi süreci, aşı meselesi, alınan önlemler üzerinden yeterli düzeyde ikna edici açıklamalar yapılamadığı gibi işin asli veçhesine dair örtülülük ise hala sürmektedir. Bu giz, insanların kafasını karıştırmaya, ayrıca bu konu üzerine yapılan açıklamalar ise karışıklığı sadece artırmaya yaramaktadır. Ülkemizde de sorunu izleyen her aklı başında insan için açıklamaların yetersizliği üzerine bir ortak kanaat olduğu belli… Ancak, bu konuda yeterli bir bilginin varlığının olmadığı tezine yaslanan bir savunma argümanı ileri sürülebilmektedir.
Modern tarih, açığa çıkmaya yeltenen her hakikatin çok hızlı bir şekilde yeniden üstünün örtüldüğü bir tarihi işaret eder. Modern düşünce, modern tarih bağlamında kendisinden önceki tarihi kurgusal bir zeminde yeniden inşa ederek, kendi tarihini yegâne tarih olarak kabul ederek, kendisi dışında ilerlemeci ve bilimsel bir medeniyet olmadığını dillendirerek, kendisinden önceki tarihsel kesiti olumsuzlayarak tarihte kalması gerektiğini ilzam ediyor. Modernlik, kendi çağını hümanist çağ kılarak kendisinden önceki çağı büyü, kutsallaştırma yakıştırması yaparak mevcudu olumlayan bakışın evrensel ölçekte kabulünü sağlamaya matuf çok büyük bir propaganda yapmaktadır.
Modern kültür, nefsin ayartıcı gücünü şehvetle buluşturarak her türlü sapkınlığı hakikatin örtüsü olarak kullanarak gösteriyi ve yapaylığı bir aldatma aracı olarak kurgulamaktan da geri durmadığı aşikâr! Aşkınlığı içkinliğe indirgediği gibi hakikatin varlığını sınırlandırarak onu hakikat dışılığa yöneltiyor.
Şeffaflığın savunulduğu bir zeminde gizliliğin saklı yüzünü açığa çıkarmak her gün biraz daha zorlaşmaktadır. Her şeyi bilme arzusu aslında herhangi bir şey bilememe olgusunu gizlemektedir. Bilim ve bilimsel bilgi üzerinden sosyal hayata dair bir tahakküm geliştirme arayışı öne çıkmaktadır. Teknolojik gelişmeler üzerinden insanları yönlendirme arzusunu giderme ve böylece kamuoyu üzerinden yeni gelişmelere dair bir beklenti üretme ve bunu pompalayarak kabulünü sağlamaya imkân hazırlanmaktadır.
Unutulmaması gereken temel unsur ise; modern düşünce, kendisinden önceki düşüncenin pozitif taraflarını bir tarafa bırakarak negatif bir boyut üzerinden yaşamsal hale dönüştürme çabasındadır. Yani insan özneliğini tanrısal özneliğin yerine ikame etme çabası gibi… Aklı, vahyin bilgisinin yerine ikame etme arayışı gibi…
Mesele, modern düşüncenin biricik, yalnız ve hiçbir kültürün izini taşımadığı savı kocaman bilimsel bir yalandır. Bu yalana gönüllü inanan propaganda diline mahkûm insanların varlığı ise bir başka sorunsal alanı işaret eder. O zaman biz hakikati modern düşüncenin tasallutundan çıkararak kadim kültürün izini takip etmeye yönelelim ve bunun niteliğini öne çıkartalım…
İnsanoğlu, öğrendikçe bilgisi azalır. Bilgi ve cehalet ise ters orantılıdır. Cehalet bilgiçliliği, bilginin artışı ise cehaleti fark ettirir. Yaşama tutkuyla sarılmak ölmeyi, ölme başarıldıkça da yaşamın niteliği artar...
Kadim kültür, bilgiyi, bilgisizliğinin bir işareti olarak okur. Bu yüzden bilgi üzerinden bir kibir üretmez! Tekebbür eden bilgini ise masum, makul ve meşru görmez. Çünkü bilgi, sadece bilgimizin azlığına delalet eder. Öğrendikçe, ne kadar çok şey bilmediğimizi öğreniriz. Ama cehalet bizi çok biliyor havasına taşır. Bu yüzden cahil cesur olur, her şeyi bildiğini zanneder. Teenni ile hareket etmek yerine hızlı hareket ederek yıkıcılığını gözlerimize sokarak hatasını aşikâr kılar. Aldığımız her nefeste öldüğümüzü hatırlatır, kadim düşünce ve bu düşüncenin kaynağı olan ed din… Yaşama tutku ile sarılmak ise ölümsüzlüğünü kaybetme ile karşı karşıya bırakarak gerçek bir ölüm deneyimini mümkün kılar. Ama ölümü yaşadıkça, yani her an öldüğünü idrak eden bir akıl/zihin ise ölümsüzlüğü tadacaktır. Bu onun için gerçeklik zeminine sahip olacaktır. Ona hayatın gizleri, Yaratıcısı tarafından bildirilecektir. Tıpkı, Allah, peygamberler aracılığı ile gönderdiği vahiy ile onları gizlerinden haberdar ettiği gibi… Bu çelişik bir durum değil, ona olan açıklık ile anlamlandırılabilecek olandır.
İnsan bir dilemmadır. Fark ettikçe yalınlaşır. Yalınlaştıkça kompleks hale gelir. Kendinden uzaklaştıkça yakınlaşır... Kendisine yakınlaşma arzusu ise uzaklaştırır...
Kadim düşüncede yeryüzü insan açısından bir imtihan dünyasıdır. Ed din bunu bütün açıklığı ile haberdar eder. Bir imtihan dünyası ise içinde bir dilemmayı içerir. Vahyin ifade ettiği gibi insana fücur/kötülük ve takva/iyiliğin sorumluluk olarak tezahürü olarak verili kılınmıştır. Bu dilemmadır. Bu dilemma ancak her olgunun ikili yapısını insanla olan ilişkisi bağlamında anlamlandırıldığı zaman açıklığa kavuşacağını görmek ile aşılabileceği dikkate alınmalıdır.
Fark etmek, insanı karşı karşıya kaldığı şeyin neliğini kavrama konusunda bir uyarıcı işarettir. Farkındalık, kişinin olay, olgu ve durumlar karşısında nasıl bir tepki ortaya koyması gerektiğine dair bir açıklığın meydana gelmesi anlamına gelir. Farkındalık, şuurun açığa çıkışın sağladığı gibi insanın eylemlerinin anlam ile bütünleşik bir olguya dönüşmesi anlamına geleceğini de hatırlatmakta yarar var. Hatırlamak, dinin en temel ilkesidir. Bu ilke üzerinden meselelerin asli veçhesini görmek mümkün olacaktır. Artık yalınlık, karmaşıklığı içinde taşıdığı gibi karmaşıklık da bir yalınlığı içermektedir. Bu yalın ve karmaşık olana yönelik insanın hangi bakış ve yöntem üzerinden ilişki kurduğuna göre netlik kazanır. Karşı karşıya kaldığımız her durum için çok katmanlı bir yapı olduğu anlayışı bize o durumun gizini anlama konusunda bir imkân hazırlar. Gördüğümüz bizi aldatmamalıdır. ‘Görüntü aldatır’, bu söz ciddiye alınmalı…
İnsanın kendisine yakınlık kurma arzusu beraberinde bir yabancılaşmayı içerir. Modern kültürde bu durum apaçık şekilde ortadadır. İnsan çağında en çok kendisine yabancılaşan insan ve diğer bütün varlık kategorileridir. Yani bir yabancılaşma çağı olarak tesmiye edilebilir, modern dünya… Hâlbuki din, insanı kendisini düşünmekten çok başkasını düşünmeye davet ederek, kendisine yakınlığını nispet eder. Çünkü başkası için var olan kişi; hem insan olarak kendisine yakınlık kesbeder, hem de Allah ile bir yakınlığın oluşmasına zemin oluşturur. Dine göre yakınlık ve uzaklık ile modern olana göre uzaklık ve yakınlık ters orantılıdır.
Yaşamda müthiş bir denge ve harmoni var. Bu denge ve harmoni ise görüntüye düşmez, perde gerisindedir. Gönül gözü ile görülen bu muhteşem senfoni ve senkronizasyon temaşa edilerek farkındalığına sahip olunur. Temaşa, bir hayret ve hayranlığı içerir. Yani o muhteşemliği seyredecek bir hayret ve hayranlık; insanın, varlığın, oluşun ve gerçekliğin gizini kavrama ve idrake yükseltme açısından öncelik taşır.
Yaklaşmak, yakalamak değil teslim olmayı ve açık olarak kabul etmeye hazır olmayı ister. Diken üstünde iken sükûnet üzere olmayı başardığınızda idrakinize sunulan şeye açıklığınız şuurunuzu besler. Modern kültür varlıkla tahakküm üzerinden ilişki kurar. Dini düşünce ise varlıkla barış üzerinden ilişki kurmayı önceler. Onu olduğu gibi görerek ona verilen değeri değer olarak görür. Bu varlıkla kurulan ilişki insana derin bir farkındalık ve derin bir basiret sağlar. Böylece görüleni aşan bir bakışın imkânları elde edilir. Sükûnet, olup bitenin neliğini idrak etmekle meydana gelen bir olgudur. 
Ey insan evet dediğinizde hayır, hayır dediğinizde evet için kapı aralanır. Sessizlik içinde çığlıklara gebe, çığlık çığlığa olmanızda derin bir sessizlik olmalı ki oluş, varlık, yaşam ve gerçeklik size gizini açık kılsın...
Selam basiretini kuşanan ve aklını nur üzere aydınlatıp istikamet üzere olanların üzerinedir...