Muhammed Ali Sekkaf
Yemenli yazar
TT

Batı ve Husilerin ateşkesi

İnsan haklarını ve uluslararası meşruiyeti savunmada ön saflarda yer alan devletler başta olmak üzere genel olarak, devletler arası ilişkilerin silahlı milislerle uğraşmaktan farklı olduğu kabul görmektedir.
Buradan hareketle ABD gibi büyük bir ülkenin liderliğinde bir dizi Batılı ülkenin tutumunun ve Husilere yönelik yatıştırma politikasının, Yemen’in eski Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih rejimine yönelik yatıştırma politikasına kıyasla çok daha fazla takip edildiğini görüyoruz.
Salih’in rejimine yönelik bu tutumun sebebi, onun birbirini izleyen Demokrat ve Cumhuriyetçi ABD yönetimlerine, ‘teröre karşı duracağına, Yemen'deki el-Kaide örgütleriyle yüzleşmek için kendisine mali ve güvenlik desteği sağladığı sürece savaşmaya hazır olduğuna’ ilişkin taahhütte bulunmasıydı. Cumhurbaşkanı Salih'in iktidarının sona ermesinden ve Husi hareketinin Sana'da iktidarı ele geçirmesinin ardından hareketin terörizm ve el-Kaide konusundaki tutumu hakkında birçok kişinin aklındaki soru şuydu: Husi hareketi, Cumhurbaşkanı Salih’in rejimi gibi ülkedeki el-Kaide varlığına karşı savaşmayı sürdürecek mi yoksa farklı bir tavır mı alacak?
Bunun yanıtı, Yemen Enformasyon Bakanı'nın 7 Aralık'ta Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamalar ile resmi olarak geldi. Bakan, Yemen hükümetinin Husilerin el-Kaide ile işbirliği yaptığına dair kanıtlara sahip olduğunu söyledi. Buna delil olarak, Aden valisinin konvoyuna yönelik yapılan saldırıda güvenlik güçlerinin Husilerle bağlantılı terörist unsurları tutuklarını dile getirdi. Geçen yıl 10 Ekim’de gerçekleştirilen bu saldırıda valiye eşlik eden 5 kişi hayatını kaybetmişti. Bakan, aynı ay içerisinde Aden Uluslararası Havalimanı yakınlarında yayaları hedef alan ve beş kişinin ölümüyle sonuçlanan ikinci bombalı saldırıya atıfta bulundu. Bu saldırının arkasında Husilerin idare ve finanse ettiği bir ağın bulunduğunu ifade eden bakan, saldırıyı gerçekleştiren isimlerin Salih Vedi’ ve Salih el-Haddad liderliğindeki terörist unsurlar olduğunu söyledi.
Bakan el-İryani, Husi milis hükümetinin liderinin, el-Kaide örgütü kumandanlarından biri olan Arif Salih Mecla’yı onurlandırılmasına ve Ebu Leys San’ani takma adlı bu kişinin silahlandırma operasyonlarındaki rolü nedeniyle Sana'ya vali yardımcısı olarak atanmasına dikkat çekti. Oysa bu ismin, bir dizi terör operasyonuna katıldığı için el-Kaide'nin en tehlikeli liderlerinden olduğu bilinmektedir. 2002'de Hadramut’un Mukalla limanında bir Fransız petrol tankerinin (Limburg) bombalanması da söz konusu operasyonlar arasında yer almaktadır.
Burada Amerikan yönetiminin tuhaf paradoksu, teröre karşı mücadeleyi farklı biçimde ele alma tarzında ortaya çıkıyor. Yemen devletini temsil eden Salih rejimiyle olan ilişkisi ile eski Başkan Donald Trump yönetimi tarafından terör örgütü olarak sınıflandırılan darbeci milislerle ilişkisi, bunu açık bir şekilde göstermektedir. Nitekim Başkan Joe Biden’in iktidara gelmesiyle birlikte aldığı ilk kararlardan biri, Husileri “salt insani gerekçelerle” terör örgütleri listesinden çıkarmak oldu. Öte taraftan ABD Dışişleri Bakanı, Washington'un, Yemen'de barışı, güvenliği ve istikrarı tehdit eden eylemleri nedeniyle Husi liderleri Abdülmelik Husi, Abdülhalık Bedreddin Husi ve Abdullah Yahya Hakim'e yönelik yaptırımları sürdürmeye karar verdiğini” söyledi.
Ayrıca Biden yönetimi, ilgili karara paralel olarak, krizin başlangıcından bu yana ilk kez Yemen ve Körfez ile ilişkiler konusunda geniş deneyime sahip olan Timothy A. Lenderking’i Yemen’e özel elçi olarak atadı ve temel odak noktasının ABD ile Birleşmiş Milletler özel temsilcilerinin çalışmaları yoluyla Yemen'deki savaşı sona erdirmek için diplomatik çaba sarf etmek olduğunu vurguladı.
Lenderking, Kasım ayının başlarında Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda şu değerlendirmelerde bulundu:
“Birleşmiş Milletler (BM) öncülüğünde yeni ve daha kapsayıcı bir barış sürecini teşvik etmek için BM Özel Temsilcisi ve diğer uluslararası ortaklarla yakın bir şekilde çalıştık. Ne yazık ki, tüm bu adımlara rağmen, Husiler insani krizi şiddetlendirmeye ve barışı engellemeye devam ediyor. Bu çatışmayı sona erdirmek için uluslararası toplumun ortak çabalarının yanı sıra, Yemenlilerin büyük çoğunluğunun barış çağrısında bulunan seslerini yükseltme çabaları da gerekecektir. Ekibim ve ben bu misyona bağlıyız ve buna inanıyoruz, çünkü barış mümkün.”
Ayrıca ABD’nin Yemen’deki insani durumu hafifletmek için hayati adımlar attığını ve yaklaşık yedi yıl önce krizin başlangıcından bu yana Yemen halkının acılarını dindirmek için takribi 4 milyar dolar bağışta bulunduğunu belirten elçi, ABD'nin çağrılarının, Yemen'i BM'nin en çok finanse edilen ülkelerinden biri haline getirmeye yardımcı olduğunu vurguladı. ABD’nin birçok Husi liderini ve mali ağlarını yaptırım listesine aldığını, bunun Husi operasyonlarının üzerinde gerçek bir etkisi olduğuna dikkat çeken elçi, bu etkinin ne olduğuna dair herhangi bir açıklama yapmadı.
Lenderking, İran'ın Husiler üzerindeki etkisi ve Suudi Arabistan ile İran arasındaki görüşmeler hakkında sorulan bir soruya ise şöyle cevap verdi:
“ABD, güvenlik ve istikrar için bölge ülkeleri arasındaki diyaloğu desteklemektedir. Ama genel olarak İran'ın Yemen'de olumlu bir rol oynadığını görmedik ve uzun zamandır şunu söylüyoruz: İran sorumlu bir aktör olabileceğini göstermek istiyorsa Yemen'deki çatışmaya katkısını sona erdirerek bir başlangıç yapmalı.”
Devletlerin ve Birleşmiş Milletler'in (BM) Husilere yönelik tutumları arasındaki en önemli fark, Husilerin Yemen hükümetinden bazı yetkilileri tutuklanması karşısında takınılan tutumlar oldu. Yemen Cumhurbaşkanı Abdurabbu Mansur Hadi, Başbakan Halid Bahhah ve Bakanlar Kurulu üyelerinin de aralarında bulunduğu yetkililer ev hapsinde tutuldu. Bu olay karşısında, Güvenlik Konseyi’nin 2015 tarihli 2201 sayılı kararınca, yalnızca konsey üyelerinin derin endişeleri ve Husilerin meclisi feshetmek ve hükümet kurumlarını ele geçirmek gibi tek taraflı eylemlerinden duyulan memnuniyetsizlik dile getirildi. Ülkede yaşananlar meşru yönetime karşı yapılan darbe olarak ele alınmadı.
Aynı şey, Güvenlik Konseyi’nin 2014 tarihli 2140 sayılı kararı için de söylenebilir. Bu kararla, Salih'in cumhurbaşkanlığı sayfasının artık kapandığı kabul edildi ve milislerden ibaret Husilerle ilişkilerde ne konsey ne de diğer ülkeler tarafından cezalandırmaya yönelik bir dil kullanılmadı.  Bu meseleye ilişkin söylemlerdeki ikili tutum, Husilere ‘uluslararası toplumun başa çıkması zor bir aktör ve fiili bir otoriteden daha fazlası oldukları’ hissi verdi. Devletler arasındaki ilişkilerin sürekli bir gel-git içerisinde olan çıkarlarla yürüdüğü açıktır. Fakat uluslararası örgütün, değişen çıkarlara göre pozisyonlarını belirleyen devletleri aşması ve uluslararası hukuk ilkelerine sadık ve bağlı olması beklenmektedir.