Salih Kallab
Ürdünlü yazar. Eski Enformasyon, Kültür ve Devlet Bakanı
TT

Hasta bir Arap anı ama yükseliş kesin ve yakında

İsrail ve Araplar, özellikle Ürdün, Filistin Otoritesi ve Mısır arasında barışçıl bir çözüm yokmuş ve yakın uzak bir dizi Arap ülkesinde İsrail büyükelçilikleri bulunmuyormuş gibi (işgal altındaki) Kudüs şehri, sürekli Yahudileştirme planlarına ve yerleşim faaliyetlerine tanık olduğunda, bu şu anlama geliyor; Siyonist düşman devlet kendisi ile Ürdün, Mısır ve Filistinliler arasında gerçekleşen tüm barışçıl çözümlerle ilgilenmemektedir. Bütün dünya ülkelerinin başkentlerinde bu aldatıcı barış sürecinin bayrağını kaldırmamış gibi davranmaktadır.
İsrail hala Filistinlilerle imzaladığı Oslo Anlaşması, Ürdün ve Mısır ile arasındaki barış anlaşmaları gibi anlaşmalar ve barış süreçleri yokmuş, pek çok Arap ülkesinde tüm bu büyükelçiliklere sahip değilmiş gibi davranıyor. Bu, olup bitenlerin ciddi bir şekilde gözden geçirilmesini zorunlu kılıyor. Siyonist düşman devlet, evet, Siyonist düşman devlet, tüm bu yaptıklarına devam ederse, kendisine Filistin halkına davrandığı gibi davranılması gerektiğini anlamalı.
Burada soru şu: İsrailliler, Kutsal Şehir'deki Filistin varlığını açıkça, her yol ve yöntemle sınırlamaya, küçültmeye devam ettikleri sürece, sözde barış sürecine tüm bu bağlılığın anlamı nedir? Filistinliler ve Araplar, Mescid-i Aksa ve Kubbet-üs Sahra'nın olduğu Kudüs-ü Şerif'te tüm bunları yaptığı sürece İsrail ile kesinlikle barış olmayacağı konusunda hemfikirken barış sürecine bağlı kalmanın ne anlamı var? Kudüs’ün dahil olmadığı hiçbir çözümün Filistinliler, Arap ve İslam dünyası, haklı davaları destekleyen tüm dünya halkları tarafından kabul edilmeyeceği bilinirken, İsrail Kudüs ile ilgili tutumunda direttiği sürece barış sürecine bağlı kalmakta diretmenin ne anlamı var?
Peki, bütün bunları yapan İsrail ile Filistin ve Arap barışı nasıl olabilir? İsrail sadece Kutsal Şehir'de değil, tüm Batı Şeria'da Filistin varlığını sınırlama ve küçültme çalışmalarına devam ediyor. Araplar ve Filistinlilerle imzaladığı tüm bu barış anlaşmalarından sonra bile, Filistin halkına, özellikle de Kudüslülere karşı tüm bu “çılgın” savaşı sürdürmekten asla vazgeçmedi. Aynı şekilde tüm bu işgalci genişleme, Filistinlileri anavatanlarından kovma ve dünyanın dört bir yanındaki Müslümanlar için ilk kıble olan tarihi başkentlerinde zorla yerinden etme faaliyetlerini sürdürmeyi asla bırakmadı. Kutsal Şehri Yahudileştirme faaliyetlerini durmamakla kalmayıp, şiddet ve gücünü arttırdığı ne Filistinliler ne de Araplar için artık bir sır değil. Naftali Bennett, Moşe Ya'alon ve diğerleri tarafından yönetilen İsrail aşırı sağının, tüm bu geniş çaplı değişiklikleri alenen, korkmadan ve utanmadan herkesin gözü önünde sürdürdükleri artık gizli değil. Kutsal Şehir'deki demografik denklemi değiştirmeye yönelik Yahudileştirme faaliyetleri net ve artık yakın uzak herkes tarafından biliniyor.
Bu nedenle, olup biten her şey yeniden gözden geçirilmeli. İsrailliler Kudüs şehrinin Yahudileştirilmesinin kırmızı çizgi olduğunu, buna göz yumulamayacağını anlamalılar. Bütün bu yaptıklarının ve yapmaya devam ettiklerinin, kendileriyle Filistin halkı arasındaki herhangi bir barış süreciyle ilgilenmedikleri anlamına geldiğini kavramalılar. Mescid-i Aksa ve Kıyamet Kilisesini kucaklayan bu kutsal şehrin, 1967 sınırları temelinde bağımsız bir Filistin devletinin başkenti olduğu fiili ve kabul edilebilir bir çözüm olmadıkça barış sürecinin devam edemeyeceğinin ayrımına varmalılar.
Bu noktada Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas (Ebu Mazen) ile İsrail Savunma Bakanı Benny Gantz arasında, Amerikalıların bilgisi ve müdahalesi ile siyasi bir uyum olduğu biliniyor. Ancak sorun, Filistin davasının çok gerilemiş olduğu gerçeğinde yatıyor. İsraillilerin bu kadar genişlemiş ve yayılmış olmaları, bu bölgede tüm bu büyükelçiliklere sahip olmaları, Filistin sorununun epey gerilediği, Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkının artık garanti altında olmadığı anlamına geliyor. Bu elbette, bu bölgenin tamamında bazı gerekli dönüşümler yaşanmaz, İsrailli karar alıcılar, bunca yıldır çözülmeyen bu soruna makul bir çözüm bulunmadıkça, Filistinliler ve Araplar ile kendileri arasında işlerin askıda kalacağını idrak etmezlerse geçerlidir.
Tüm bunları Amerikalılar ve onlardan önce, bu kutsal şehrin daha önce birçok tarihi işgale maruz kaldığını ve çok geçmeden hepsinden kurtulduğunu bilen İsrailliler anlamalı. Kudüs bu işgalden ve tüm bu geniş yerleşim planlarından da mutlaka ve kesinlikle kurtulacaktır. Ataları İsrail işgalinden çok daha kötü tarihi işgallerden sonra nasıl geri döndüler ise, zorla evlerinden edilen ve topraklarından kovulan Filistinliler de anavatanlarına ve kutsal şehirlerine döneceklerdir.
Bu konuda kesin olan şu ki, en aşırılık yanlısı İsrailliler ve radikal Siyonistler, bu hasta Arap anından yararlanmaya çalışırken, Arapların tüm yaşadıklarının ve tanık olduklarının sadece geçici bir tarihi an olduğunu, daha önce aynısını ve daha kötüsünü yaşadıklarını bilmeliler. Veliyy-i Fakih devleti tarafından mezhepçi emelleri için sömürülen bu Arap çöküşünün ardından gelecek olanın şu anki durumdan çok daha iyi olacağını anlamalılar. Bu büyük ulus, geçmişte pek çok kez tökezledikten sonra nasıl ayağa kalktıysa, bundan sonra da ayağa kalkacaktır.
Emevi ve Abbasi hanedanlarının yıkılmasından sonra bu Arap milleti mevcut şartlardan çok daha kötü şartlardan geçti. Ancak çok geçmeden düştüğü yerden kalkıp, ekonomik, siyasi ve güvenlik açısından pek çok şey empoze eden uluslararası denklemde önemli bir yere sahip mevcut devletlerini kurdu. Dolayısıyla, bugün bu hasta anını yaşıyorsa, tarihte bundan çok daha kötüsünü yaşamış, ama her zaman tüm bunları aşarak, ayağa kalkmış ve yükselmişti. Kesin olan şu ki, bu yükseliş süreci başladı ve birçok konuda bazı Arap ülkeleri çok sayıda Avrupa ülkesini dahi geride bıraktı.