Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

Arap kalkınma ülkeleri ve inisiyatif cesareti

Suudi Arabistan, BAE, ABD ve İngiltere'nin BM Sudan Özel Temsilcisi Volker Perthes'in inisiyatifini memnuniyetle karşılama yaklaşımı benim ve diğer pek çok gözlemcinin dikkatini çekti. BM Özel Temsilcisinin inisiyatifi, sivil yönetimle sonuçlanması beklenen seçimlere hazırlık olarak askerler ve siviller arasındaki geçiş dönemini tamamlamak için bir hükümetin kurulmasına ilişkin Sudanlı siyasi taraflar arasında kapsamlı bir diyalog önermeye dayanıyor. Tarafların yaptığı ortak açıklama bir ilk değil. Aslında, Suudi Arabistan ve BAE, 2019'da değişimi amaçlayan devrim hareketinden bu yana Sudanlılara mali ve politik olarak yardım etmeye gayret ettiler. Diyalogu idare edecek olanlar elbette Sudan'daki tüm iç tarafların temsilcileridir. Özel Temsilci ve açıklamayı yayınlayanlara gelince, her taraf gerek askeri gerekse sivil kanat üzerinde ne kadar etkili olduğunu göstererek ikisi arasında arabulucu ve kolaylaştırıcı rolünü üstlenecektir.
İnisiyatif sahipleri, BM Özel Temsilcisi etrafında toplandılar, çünkü tarafsızlığı ve misyonu başarıyla tamamlama çabasını en çok hissettirecekler Sudanlılardır. Diğerleri gibi ben de geçtiğimiz yıllar içinde Suriye, Libya, Yemen ve Sudan'da görev alan çeşitli delegeleri ya da BM özel temsilcilerini dinledim, bazılarının kaydettikleri göreceli başarıdan duydukları gurura veya başarısızlıktan duydukları sıkıntıya şahit oldum. BM Özel Temsilcilerinin büyük çoğunluğu, üstlendikleri görev, başarı veya başarısızlıktan kaynaklanan itibar kazancı ve kaybı itibariyle tecrübe sahibi ve dürüst kişilerdir. Tesadüfe bakın ki, Alman araştırmacı ve Profesör Volker Perthes'i tanıyorum ve kanımca yapmaya çalıştığı şeyde gerçekten yetkindir.
Aslında amacım BM özel temsilcilerini övmek değildi, aksine, Suudi Arabistan ve BAE'nin Sudan ile ilgilenme yaklaşımlarına ve bu ilginin her şekilde devam ettiğine ve arttığına atıfta bulunmak istedim.
Biz Araplar, aslında hala 2011'de başlayan bahar ya da baharların ortaya çıkardıklarını ve yol açtıkları kargaşayı takip etme aşamasındayız. Arap Birliği veya Arap istikrar ve kalkınma ülkeleri neredeyse her zaman kargaşayı aşmak ve istikrarı yeniden sağlamak için değişen derecelerde müdahalelerde bulundular. Bazen başardılar, bazen de hayal kırıklığına uğrayarak geri çekildiler. Suriye'de, Irak'ta ve Libya'da olduğu gibi geri çekilmeye mecbur kaldıklarında uluslararası taraflar ya da Güvenlik Konseyi bu dosyalarla ilgilenme misyonunu üstlendiler ama tüm bunlar, ilgili ülkeler için bir çözüm veya rahatlama ile sonuçlanmadı.
Ama Arap ülkeleri, özellikle de Arap kalkınma ülkeleri, fırsat buldukça denemekten vazgeçmediler. Örneğin Irak’ta Araplar, Maliki dönemi de dahil pek çok kez Iraklılara el uzattılar. Son olarak Kazimi döneminde Mısır, Ürdün ve BAE geri dönüp yeniden ellerini uzattılar. Suudi Arabistan da güçlü bir şekilde geri döndü ve bu geri dönüş hala ivmesini koruyor. Pek çok anlaşma imzalandı ve Kazimi’nin çağrıda bulunduğu Arap ve uluslararası bir toplantı düzenlendi. Buna ek olarak, Irak, Mısır ve Ürdün arasında bir iş birliği konseyi kurulması yolunda ilerlendi. Peki, sonuçlar neydi? Büyük olarak tanımlanamazlar, ama yine de umut vericiydiler. Araplar Irak'a döndüler, onu terk etmediler ve hepsi de ona yardım ediyorlar. Dahası, İran'ın Irak'taki destekçileri aracılığıyla ifade ettiği kızgınlığını ve tehditlerini hiç umursamıyorlar. Mısır, Libya'daki Arap müdahalesinin en belirgin tarafıydı. Onun müdahalesi, Türk müdahalesini dengeledi. Ardından Mısır, Libya ile ilgili çeşitli konferanslara katıldı ve üzerinde düşünülen inisiyatifler sundu. Akdeniz ülkeleriyle iletişim kurarak Libya'nın karasularını korumaya çalıştı. Libya konusunda Mısır, uluslararası toplumun önemli bir parçası haline geldi. Ancak bu uluslararası yönetim,  ne Libyalıları ne de siyasi tarafları ve milisleri 24 Aralık’ta seçim yapmaya ikna edemedi. Vitrinde yer alanların çoğu doğu, batı ya da güneyde olan ötekilerin seçim istemediklerini savundular. Bir kez daha hemen hemen hepsi cumhurbaşkanlığı veya Temsilciler Meclisi üyeliğine (!) aday oldular. Mısır ve Fas, Libyalılara her koşulda ve her şekilde yardım etmek için hazırlardı, ama eğer yardım istemiyor ve kabul etmiyorsa hiç kimseye yardım edemezsiniz. Birkaç Libyalı taraf daha önce Türkiye'ye yönelenler gibi çözüm için değil, destek ve üstünlük elde etmek için Mısır ve Fas'a yöneldiler. Libyalı taraflar özellikle de petrol tesislerini kontrol edenler bir dönem de İtalya ve Fransa'ya kanmışlardı. Sonra Merkel günlerinde Alman ciddiyeti herkesi Berlin'de topladı. İtalya’nın Libya konusundaki etkinliği gözden kaybolurken, halihazırda Fransa AB dönem başkanlığını üstlenmiş bulunuyor ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce Macron’un aklından neler geçirebileceğini ancak Allah bilir. Arap ülkeleri, özellikle de Mısır, Libya'dan hiç vazgeçmedi, ancak Libyalı politikacılar henüz sağduyu ve aklıselime geri dönmüş değiller. İçinde Müslüman Kardeşler ve milislerin olduğu bir ülkenin nasıl güven ve esen içinde olması istenebilir ki?
Mısır’daki kalkınmacı devlet Gazze ile İsrail arasındaki son savaşta, ateşkesi sağlamak, yeniden imar ve mümkünse barış müzakerelerini yeniden başlatmak için girişimde bulunarak herkesin önüne geçti. Araplar ve uluslararası toplum Mısır’ın yanında ve arkasında durdu. Ancak bu heyecanın yatıştığı ve Mısır'ın bu büyük sorun karşısında neredeyse tek başına kaldığı dikkat çekiyor. Mahmud Abbas’ın Filistinlilerin koşullarını biraz olsun rahatlatmak için İsrail Savunma Bakanı'nı ziyaret etmesinden sonra, işgal altındaki topraklarda durumun olduğu gibi kalmaması gerektiği aklıma geldi. Şu anda İsrail ile barış ilişkileri kuran Mısır dahil olmak üzere 6 Arap ülkesi var, öyleyse neden Filistinlilerle barış için Arap ülkelerinin delegelerinin ve dünyadaki büyükelçilerinin başlatacağı, Suudi Arabistan'ın 2002'de Beyrut'taki Arap zirvesinde sunduğu Arap barış girişiminden yola çıkacak yenilenmiş bir Arap inisiyatifi ortaya konmasın?
Arap kalkınma ülkelerinin istikrar ve barışı yeniden tesis etmek için sürdürdükleri bir başka mücadele biçimini ele alalım. Bununla Husilerin darbe yaptıkları, topraklarını işgal etmeye ve halkına zulmetmeye başladıkları, hatta dini inançlarını değiştirmek (!) istedikleri Yemen devleti ile meşru hükümeti destekleyen Arap eKoalisyonu’nun dayanışmasını kastediyorum. Arap Koalisyonu, istikrar ve düzeni yeniden tesis etmeyi hedefleyen 2216 sayılı BM Kararını uygulamak için harekete geçti. 2014'ten bu yana ateşkes yoluyla en az 5 kez müzakerelerle barışçıl bir çözüme ulaşmak hedeflense de başarı sağlanamadı. İki hafta önce nasıl Tuğgeneral Turki el-Maliki'nin İran müdahalesini engelleme amacındaki yeni bir aşamadan bahsetti. Maliki, 11 Aralık Salı günü  “Mutlu Yemen'in Özgürlüğü” adlı operasyonun başladığını duyurdu. Yemen savaşı diğer savaşlar gibi değil, İran destekli bu başıbozukların saldırısına uğramış, yaşamayı hak eden barışçıl bir halkı kurtarma savaşıdır. Suudi Arabistan, Yemen'i kurtarma koalisyonuna öncülük ederken, kendi güvenliğini ve Körfez'in kara, deniz ve hava güvenliğini koruyor. Tüm bunlara ek olarak, Arapların kökeni olan ülkeye istikrar ve barışı geri getiriyor. Arap kalkınma ülkeleri, ya yolsuzluk ve iç üstünlük yarışı ya da dış müdahale veya her ikisi nedeniyle birçok Arap ülkesinde devam eden kaos ve kargaşanın karşısında duruyorlar. Bu ülkelerin ilgisi Sudan, Irak, Libya, Filistin ve Yemen'e uzandığı gibi, İran ya da uluslararası müdahalelerin mahvettiği diğer ülkeleri de kapsayacaktır.