Sevsen Şair
TT

Biden ve Trump sendromu

"Trump pürüzü" Amerikan dış politikasının ana itici gücü olmasının yanı sıra yeni yönetim ile Amerikan çıkarları arasında durmaktadır. Hatta bazen ABD’nin güvenliği ve gereksinimleri ile yönetim arasında bir engel olabilmektedir.
Trump'ın onayladığı her şeyden geri çekilmek yeni yönetimin belirlediği yol haritasıdır. Trump, Husileri terör örgütleri listesine aldı, fakat yeni yönetim bu kararı iptal etti. Trump, İran'la olan nükleer anlaşmadan çıkmaya karar verdi, yeni yönetim anlaşmaya tekrar dönmeyi kararlaştırdı. Cumhuriyetçilerin baskısı olmasaydı yeni yönetim, yalnızca Trump’a aykırı hareket etmek için İran'a yönelik yaptırımları kaldırırdı.
Biden yönetimi, önünde net bir hedefle iktidara geldi. Bu hedef, Trump'a karşı çıkmak ve gerek Rusya gerekse de Ortadoğu dosyasında yanlış hareket ettiğini kanıtlamaktı. Yönetim her geçen gün onun ABD’nin çıkarları ve güvenliğiyle ilgili kararlarının doğruluğunu hissediyorsa da bu kanıtları göz ardı ediyor ve ne pahasına olursa olsun geri adım atmadan yoluna devam ediyor.
Husiler, İran balistik füzesi kullanarak Abu Dabi'deki Zafra Hava Üssü’nü vurdular. Ancak Biden yönetimi buna rağmen nükleer anlaşmayı tamamlamak adına daha fazla taviz vermekten geri adım atmayacak. Yönetim için, Trump’ın paramparça ettiği bu anlaşmanın tamamlanması kadar önemli bir şey yok. Dahası Trump'ın hata yaptığını ispatlamaktaki ısrar, İran'ın anlaşmaya dönme konusunda gerçekten istekli olup olmadığını hesaba katmamasına sebep oldu. Bununla birlikte hiç kimse bu teokratik rejimle yürütülen müzakerelerin ufkunda bir ışık görmüyor. İlahi bir güçle hareket ettiğine inanan bir rejimin müzakerelere ihtiyacı yoktur. Çünkü ilk anlaşmanın mimarı Cevad Zarif, anlaşmayı imzaladıktan sonra bunun daha büyük hedefi, yani İran projesini gerçekleştirmek için atılan bir adımdan ibaret olduğunu itiraf etti.
İran için anlaşma hiçbir zaman bir araçtan öteye geçemedi. Bunu hepimiz biliyoruz. Ancak bu yönetim tünelin sonunda ışık olduğu konusunda ısrar ediyor. Oysa bu ışığı ondan başka kimse görmüyor. Dolayısıyla ABD yönetimi tavizler vermeye devam ediyor. Husiler Zafra Üssü’nü vursa da durmayacak, Amerikan askerleri ölse de durmayacak. Bu yönetim, suskunluğunda ve göz yummasında, kendisini koruyacak ve tepki vermeye zorlamayacak diplomatik bir çıkış yolu buluyor. Nitekim Obama yönetimi, İranlı subayların önünde diz çökmeye zorlanan Amerikalı askerlere yapılan hakarete sessiz kalmadı mı? Mevcut yönetim de bunun bir devamıdır. Ortada zaman zaman medyada çıkan sert açıklamalar dışında bir şey yok. ABD’nin prestijini korumak amaçlı herhangi bir yaptırım kararı alınmayacak. Biden, Ukrayna ile ilgili trajik açıklamalarda bulundu ve ülke prestijini yerle bir etti. Sonra yönetim, onun hatalarını düzeltmekle uğraşmak zorunda kaldı.
ABD’nin yeni yönetimi, Afganistan'daki utanç verici geri çekilmenin ardından kaybettiklerini Ortadoğu'da geri kazanmaya ya da en azından kalanları muhafaza etmeye çalışıyor. Şayet İran füzesine karşılık verme kararı alırsa bunun İran'ın müzakerelerden çekilmesine sebep olacağını düşünüyor. Oysa İran müzakere masasına diyalogdan daha ziyade zaman kazanmak için oturdu. ABD yönetimi bunu görmek ve kabul etmek istemiyor. Çünkü bu durumda Trump’ın nükleer anlaşmadan geri çekilme kararı, doğru ve isabetli bir karar olacaktır. Bu yönetimin İran rejimine karşılıksız vermediği hiçbir taviz kalmadı. Hatta ABD’nin prestijine yönelik hakaretlerin de bir önemi kalmadı. Öyle ki ABD'nin İran Özel Temsilcisi'nin Yardımcısı Richard Nephew, -Trump haklı denilmesin diye- Amerikan onurunun nasıl ayaklar altına alındığını ve güvenliğinin nasıl tehlikeye atıldığını kendi gözleriyle gördükten sonra istifa etmek zorunda kaldı.