Ahmed Mahmud Ucac
Lübnanlı yazar
TT

Erdoğan: Dengeleme oyunu ve başarısızlığın riskleri

Cumhurbaşkanı Erdoğan bir kez daha zor bir seçimle karşı karşıya bulunuyor. Batı ile Rusya arasındaki ilişkilerin çatışma ihtimaline ulaşmasının ardından bu kez Ukrayna'da zor bir seçim yapmalı. Bu çatışma Türkiye'yi NATO üyesi olarak yükümlülükleri ve Rusya ile olan hayati çıkarları arasında bir seçimle karşı karşıya bırakıyor. Seçim yapmak zorunda olmasının nedeni, Erdoğan'ın Türkiye'nin kazanımlarını korumak, ülkesini büyük ülkelerin çıkarlarını dikkate aldığı önemli bir bölge ülkesi haline getirme projesinin başarısını sağlamak için dengelere dayalı ve çelişkilerden yararlanan politikasıdır. Denge politikasını gerçekleştirmek için Erdoğan, Başkan Putin ile Suriye, Libya, Azerbaycan ve Ermenistan'da kendisiyle çatışmadan kaçınmasına izin veren kişisel bir ilişki kurdu. Buna karşılık Putin, bir NATO müttefikinin Suriye'de kendisine düşman olmayan, Libya topraklarında onunla savaşmayan, Kafkaslar ve Asya'daki İslami ayrılıkçı hareketleri desteklemeyen bir ülkenin dostluğunu elde etti. Ancak Putin ile olan bu ilişki, Batı'yı Türkiye'yi bu ilişkiyi kesmeye itmek için yaptırımlar uygulamaya sevk etti. ABD yaptırımlarının etkisine rağmen Erdoğan, Batı ve Rus kampları arasında bağımsız bir dış politika sürdürmesini sağlayan bir denge kurmayı başardı, çünkü elverişli koşullar nedeniyle ikisinden birinin tarafını tutmak zorunda değildi.
Erdoğan'ın politikası iki sütuna dayanıyor: Turancılık ve İslamcılık. Bu Türk eğilimini düşünür Samuel Huntington ünlü kitabı Medeniyetler Çatışması'nda öngörmüştü. Türkiye'de hüküm süren ve yüzünü Batı’ya çevirmiş laik elit sınıfın yerini milliyetçi ve İslamcı elitin alacağını söylemişti. Nitekim Erdoğan, Turancılık sloganını benimseyerek bu öngörüyü fiilen somutlaştırdı ve Asya'da bu dili konuşan ülkelerden Türkiye'nin başını çektiği bir blok kurdu. Türk olmayan İslam halklarını kendi eksenine çekmek için de İslamcılık sloganını benimsedi.  Böylece Türkiye, Suriye ve diğer İslam ülkelerinde destek kazandı. Turancılık bayrağı altında Ermenistan-Azerbaycan ihtilafına askeri müdahalede bulundu.
Bu Türk politikasının Rusya'nın stratejik çıkarlarına yönelik tehlikesine rağmen Putin, Erdoğan ile koordineli çalışarak risklerini azaltmayı başardı. Erdoğan da bu koordinasyon sayesinde Suriye, Libya ve Azerbaycan'da hayati çıkarlar elde edebildi. Buradaki paradoks, Erdoğan ve Putin'in politikalarının içeriğinde hem aynı hem de tamamen farklı olmalarıdır. Zira Erdoğan gibi Putin de Slav ırkı ve Doğu Kilisesi bayrağını yükseltti. Ancak yine de ikisi şu ana kadar çarpışmaktan kaçındılar. Real-politik söylem altında, asgari düzeyde de olsa anlaşabildiler. Erdoğan, büyük bir Turan topluluğunun yaşadığı Kırım'ın ilhakının meşruiyetini tanımayı reddetti. Putin’e gelince bu ret eylem değil söylem çerçevesinde kaldığı sürece aldırmadı. Ancak sorun, Rusya'nın kuvvetlerini Ukrayna sınırlarına yığması, NATO'nun harekete geçmesi ve Rusya'ya karşı geniş yaptırım, Ukrayna topraklarını veya başkenti Kiev'i işgal etmesi durumunda Ukrayna direniş hareketlerine destek sağlama tehdidinde bulunmasından sonra belirginleşmeye başladı. Bu gerilime Erdoğan'ın Ukrayna'yı, doğu Ukrayna'daki Moskova destekli isyancıların topçu mevzilerini bombalayan insansız hava araçlarıyla silahlandırması, Ukrayna’nın Türkiye'ye yeni Türk savaş uçakları için modern motorlar sağlama sözü vermesi, Türkiye’nin Ukrayna Donanmasına savaş gemileri satması eşlik etti. Türkiye'nin bu hamlesi NATO liderlerini mutlu etti, çünkü onlar Erdoğan'ın Rusya ile ekonomik ilişkilerini ve Suriye, Libya ve Azerbaycan'daki tehdit altındaki askeri varlığını korumak için Ukrayna'yı desteklemekten vazgeçeceğine inanıyorlardı. Bu nedenle Batı Erdoğan'ı Putin'den uzaklaşmaya teşvik etmek için Türkiye'ye kur yapmaya başladı. Türkiye, Batı'nın NATO sistemine tehdit oluşturduğu için Türkiye’nin kullanmasını reddettiği Rus hava savunma sistemi S-400’e sahip olmayı sürdürse de ABD ona F-16 savaş uçakları ve askeri teçhizat vermeyi kabul etti.
Erdoğan, Ukrayna krizi ile başa çıkarken bilinçli bir dengeleme politikası benimsedi. Rusya'nın Kırım'ı ilhakını reddetti ve Ukrayna’daki varlığını Putin'e bir tehditten ziyade bir rahatsızlık kaynağı oluşturacak biçimde pekiştirdi. Putin’in kuzey Suriye, Libya ve Azerbaycan'daki etki alanını tanımasını sağladı. Putin’e gelince, bu sayede NATO'da ABD'den sonra en büyük orduyu tarafsız hale getirdiği için buna aldırış etmedi. Erdoğan, Putin'in ve Batı'nın nasıl düşündüklerini biliyor, bu nedenle aralarında sıkışmamak için gerek Moskova gerekse Kiev'de sahip olduğu saygıyla arabulucu rolü oynamayı önerdi. Ayrıca Batı'nın sözlü gerilimi yükseltmesini eleştirdi, medya alanında, Kiev'i işgal etmek gibi bir niyeti olmadığını yineleyen Putin'in yanında yer aldı. Görünüşe göre Erdoğan'ın bir dengeleyici rolü oynamaktan başka seçeneği yok ve bunu çatışmanın iki tarafı olan Ukrayna ve Moskova ile var olan iyi ilişkileri sayesinde yapabileceğine inanıyor. Bununla birlikte, arabuluculuk rolünün kabulü, gelecekte anlık gelişmelere tabi olmaya devam ediyor. Bu da Birinci Dünya Savaşı sırasında Halife Abdülhamid'in başına geldiği gibi Erdoğan’ı istemediği durumlara zorlayabilir. O sırada Osmanlı Halifesi de bir dengeleme oyunu oynuyordu, ancak sonunda Almanya ile ittifak yapmak zorunda kalmış ve büyük bir kayba uğramıştı. Tarih tekerrür edebilir ve Erdoğan seçim yapmak zorunda kalabilir. Peki, kimi seçecek?
Bu, Erdoğan'ın karşılaşabileceği en kötü senaryo, çünkü benimseyeceği herhangi bir taraflı tavır ona hizmet etmeyecek, aksine politikasında büyük bir dengesizliğe neden olacak, Türkiye'nin güvenliğini ve ekonomisini tehdit edecektir. Bu nedenle, herhangi bir nesnel okumada şu görüş ağır basacaktır; Erdoğan, her zaman tarafsız kalmaya çalışacak ama tercih yapmak mecburiyetinde kalırsa Moskova'ya ve onunla birlikte Çin'e yönelecektir. Çünkü Batı'nın Türkiye'nin yükselişine karşı olduğuna, tarihsel olarak ona karşı düşmanlıkla yüklü olduğuna ve geleceğin Batı'nın değil Doğu'nun olduğuna inanıyor. Bu eğilim Türkiye’nin için tehlikeli, çünkü bir tarafta Batı'dan şüphe duyan ve bağımsız bir politikayı destekleyen geniş bir aydın, sanayici ve tüccar bir kesim, diğer tarafta da Batılı eğilim ve duruşa sahip, diğer tarafa karşı çıkan bir kesim bulunuyor. Bu, dış politika konusunda bir iç konsensüsün sağlanamamasına yol açacaktır. Batı da boş durmayıp, Türkiye'yi cezalandıracaktır. Böylece Türkiye, Rusya ve Çin'e daha fazla güvenmek zorunda kalacak ve dış politikadaki bağımsızlığını, bölgesel ve uluslararası bir oyuncu olarak bölgedeki seçkin konumunu kaybedecektir.
Erdoğan tarihi iyi biliyor ve ona düşkün. Osmanlı Hilafeti ve Avusturya İmparatorluğu'nun başına ne geldiğini biliyor. Kararını vermeden önce iki kez düşünmeli, çünkü filler üzerinde kavga ettiğinde çimenlerin başına ne geldiğini kesinlikle biliyor.