Fuad Matar
Lübnanlı gazeteci, araştırmacı yazar.
TT

Miras emaneti ve liderlik kabusu

Saad Hariri ya da tam adıyla Saadeddin Refik Hariri 24 Ocak 2022 Pazartesi günkü açıklamasıyla, Sünni siyaset camiasının kendisiyle uyum içinde, hakaretlere maruz kalan itibarına saygı duyan en parlak lideri gibi göründü. Bu meselenin bir yönü, diğer yönü ise hükümetin başına geçtiğinde her zaman devleti yönetenler arasında bir seçenek olarak pekiştirmeye çalıştığı siyasetten emekli olma kararıyla, babanın ispatladığı bir liderliğin mirasçısının yaşadığı şokun çehresini çizmiş olmasıdır. Ne kadar çabalarsa, yenilerse ve üstüne eklemeler yaparsa yapsın, mirasın sahibinin daha önce ulaştığı ve insanların hafızasında ve sohbetlerinde yer edinmiş olana ulaşamayan mirasçının şokunu.
Benzer bir durumu Reşid Kerami de yaşamıştı. Başbakanlık yıllarında gösterdiği çabalara rağmen Lübnan hafızasında hatırlanmaya devam eden babası Abdulhamid Kerami oldu. Bir diğer örnek, Hristiyan siyasi liderlerden Raymond Eddé. Vefatından sonra dahi Marunilerin babası Emil Eddé ve rakibi Maruni lider Bişara Huri ile çekişmesine dair hatıraları, seviyeli ve dengeli siyasi aktivizminin parlaklığını gölgede bırakıyordu. Daha sonra siyaset dünyasında aynı durumu Dory Şamun da yaşadı. Siyasi takipçileri, faaliyetlerini ve pozisyonlarını değerlendirirken babası cumhurbaşkanı Kamil Şamun’un adına odaklanıyordu. Fuad Şahap çocuğu olmadığı için mirasçı bırakmadığından bahsi geçen olgunun psikolojik etkilerinden kurtuldu. Aynı şekilde Şarl Helu ve Elias Serkis de. Eski cumhurbaşkanlarından Süleyman Frenciye’nin iki oğlundan biri ve Süleyman’ın varisçisinin babası (Tony Frenciye) öldürülmeseydi, babadan miras kalan liderlik olgusu, torun Süleyman Frenciye’nin kişiliği ile de bağlantılı olacaktı. Onun siyasi emelleri ve beklentileri baba değil de dede ile bağlantılı olduğundan mirasın sahibinin parıltısı olgusundan çektikleri ve siyasi kariyerine olumsuz etkisi diğerleri kadar değil. Beşir Cemayel de bahsi geçen olgunun etkilerinden kurtulabildi ve bunun nedeni, babanın değil oğlunun Lübnan’da benzeri görülmemiş bir liderlik tesis etmesiydi. Onun yerine abisi Emin Cemayel cumhurbaşkanlığı görevini üstlendiğinde bu olgunun hikayesi daha net bir biçimde yaşandı. Zira Emin Cemayel, hem ikinci miras sahibinin (Beşir) hem de mirasın tarihi sahibi ve Lübnan Ketaib Partisi’nin kurucusu Piyer Cemayel’in mirasçısıydı. Emin Cemayel görevinden ayrıldığında oğlu Piyer’in kendisinin yapamadığını yapması umudunu taşıyordu. Ne var ki teröristler hem oğlunu hem de bu hayali öldürdüler. Şimdi ikinci oğlu Sami, elinden geldiğince Raymond Eddé gibi mirasçının mirası bırakanın gölgesinde kalması olgusu ile başa çıkmaya çalışıyor. Siyasi kariyerini kendi kendine inşa etmiş bir siyasetçi pırıltısını güçlendirmeye gayret ediyor. Aynı bağlamda ailevi koşullar Lübnan’ın 8. Cumhurbaşkanı Elias Hravi, 9. Cumhurbaşkanı Emil Lahud ve 10. Cumhurbaşkanı Mişel Süleyman’a bu konuda yardımcı olmadı. Bundan sonra denklem yenilendi. Şimdi mirası devralma çalışmaları mirasın sahibi (11. Cumhurbaşkanı Mişel Süleyman) henüz hayattayken gerçekleşiyor. Sona ermeye yakın olan 6 yıllık cumhurbaşkanlığı görev süresinin son derece zayıf geçen 5 yılı boyunca aslında biri Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın temsil ettiği resmi, diğeri damadı tarafından temsil edilen pratikte aktif iki başkan oldu. Damadın aktifliğinin dayanağı, General Avn’ın erkek çocuk sahibi olmaması, dolayısıyla damadını oğlu gibi görmesidir. Buna dayanarak  mirasçısı olması halinde cumhurbaşkanlığı görevi sona erdikten sonra kayınpederinin hesap ve çıkarlarını koruyacağını düşünmesidir. Böyle bir miras devri ancak damadın kayınpederinin kanatları altında önemli bir rol oynaması ve etkili olması ile mümkün olabilir ki olan da budur. Öyle ki damadın etkinliğinin kimi zaman Cumhurbaşkanının etkinliğini gölgelediğinden bahsedilir oldu. Damat Cibran Basil hakkında sabırlar taştığında, Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın iki cumhurbaşkanı tarafından yönetildiğini söyleyenlerin ateşini söndürecek bir açıklama gerekiyordu. Yazılı basının yaşadığı gerilemenin gölgesinde doğan günlük “Nida el-Vatan” gazetesinin 5 Ocak 2022 Çarşamba sayısında, meslektaşımız Gada Hellavi’nin Cumhurbaşkanı Mişel Avn’dan aktardığını söylediği ifadeler işte bu amaca hizmet ediyordu. Mişel Avn şöyle diyordu: “Ben ÖYH’nin (Özgür Yurtsever Hareketi) başkanı değil, Cumhurbaşkanıyım. ÖYH’nin başkanlığından 2015 yılında yani cumhurbaşkanı olmadan iki yıl önce vazgeçtim. Ama onlar Cibran Basil’i tanımadılar ve ne zaman ondan bir şey isteyecek olsalar onu ilgilendiren konulara karışmam için bana başvurdular. Ben Cumhurbaşkanıyım ve ülkeyi yönetiyorum, Cibran da ÖYH’nin lideri ve parti işleri ile ülkedeki siyasi işleri yönetiyor. Eğer Cibran Basil cumhurbaşkanlığına talipse, yetkin olmalı. Ama ondan korkuyorlar çünkü onu ben yetiştirdim ve o taviz vermez birisi…” Gelgelim işlerin gidişatı ve damat Cibran Basil tarafından benimsenen söylem, gerçekte durumun Cumhurbaşkanı’nın basitleştirmeye çalıştığı gibi olmadığını, damadın yaptıklarının cumhurbaşkanlığının iç ve dış aktivizminin iki başlı olduğunu teyit ettiğini gösteriyor. Bu başlardan birisi başında taç bulunan Cumhurbaşkanı General Avn, diğeri de giymeye hazırlandığı tacı elinde tutan damadı. Bu, miras bırakma olgusunu merhum Mısır devlet başkanı Cemal Abdunnasır’ın reddettiği, benzeri görülmemiş bir duruma doğru genişletiyor. Burada etrafındaki bilgiçlik taslayanların Abdunnasır’a büyük oğlu Halid’in ya da insanların tepkisinden kaçınmak için damatlarından birinin mirasçısı olmasının önemini süsleyen ama kendisinin reddettiği önerisini kastediyoruz. Ama Hüsnü Mübarek devrim yönetimini sürükleyip götürmeseydi bu öneriyi uygulamaya hazırlanıyordu. Nitekim 30 yıl süren yönetiminin son 10 yılı Lübnan’daki Avn dönemi gibiydi; kayınpeder ve damattan oluşan iki başlı bir yönetim. Mısır’da resmiyette başkan olan baba, Cibran Basil gibi hesaplanmış bir hazırlık ve etkili yetkilerle donatılmış oğul Cemal de varisiydi. Tıpkı şimdi Mişel Avn ve damadı Cibran’ın temsil ettiği Maruni Hristiyan ikilisi ile dayanışma içinde olan Şii İkilisi Cumhuriyetinde olduğu gibi. Cibran Basil konusunda bir noktaya daha dikkat çekilmeli; o da bir süreliğine de olsa cesur bir asker olarak kayınpederi General’in mirasçısı olmaya daha layık olduğunu sanan diğer damat Şamel Rokuz’a tercih edildiği.
Yukarıda acı verici duygusal ve psikolojik yönleriyle (zira varis ne kadar başarılı olursa olsun mirasın sahibinin parlaklığının esiri kalır) siyasi mirası zikretmemizin sebebi, Saadeddin Refik Hariri’nin benimsediği ve ondan önce farklı dayanaklarla Temmam Selam’ın da benimsediği benzer tutumdur. Gerek Hariri gerekse Selam, hak etmedikleri bir hayal kırıklığına uğradılar. Halbuki ikisi de Avn’ın küçümsemelerine içerlemelerine rağmen cumhurbaşkanı seçilmesine onay vermişlerdi. Avn’ın küçümsemelerinin Sünni toplumu üzerinde de etkileri oldu. Sünnilerin içinde artık amaçları gizli, yöntemleri aşikar ve Lübnan’ın yönetim formülünde belirli bir sarsıntı gerçekleştirmeyi hedefleyen bir ajanda olduğuna dair bir his var. Bu ajanda başarılı olursa Sünni başbakanın, Lübnan’daki başkanlık üçgeni piramidinin temel taşlarından biri olmaktan çıkıp bir sayıdan ibaret sayılması söz konusu. Aynı zamanda, geçmişte olduğu gibi bu destekleyici ve sempatik devletin genel olarak bölgesel meselelerde taraf tutmaktan kaçınmasının önüne geçen benimsenmiş pozisyonlar aracılığıyla başbakanın dayandığı herhangi bir rolü zayıflatmak da hedefleniyor. Sözgelimi, başbakanı Körfez ülkelerinin hedef alınmasını, bu hedef alma kampanyalarını yürütecek yabancılara ev sahipliği yapmayı, sokak adlarının değiştirilmesini, onlarca yerin resim, afiş ve pankartlarla doldurulmasını kabul etmeye zorlamak, bu hedefin gerçekleşmesidir. Diğer bir deyişle Sünni başbakan iki ikilinin dördüncüsü haline geliyor. İki ikili ile direnişçi vetosundan güç alan Şii İkilisi ve veto sahibinden güç alan General Avn ile Cibran Basil’in temsil ettiği cumhurbaşkanlığı ikilisini kastediyoruz. Damat Cibran Basil şu anda gözünü kötü niyetli ajandanın kayınpederini cumhurbaşkanlığına getirdiği seçimler gibi sonuçlanmasını beklediği yasama seçimlerine dikmiş durumda.
Bu noktada mesele babasının bıraktığı mirası istemeden de olsa dağıtan bir varise dönüşen Saad Hariri’nin kontrolünden nihai olarak çıkmış durumda. Bu nedenle neler yaşanabileceğini uzun uzun düşündükten sonra kararlı bir duruş benimsemeye karar verdiğini görüyoruz. Neler olabileceği ile yardım elini uzatmaları halinde farklı bir vatan yaratma çabasında olan yöneticilerinin küçük düşürdüğü Lübnan’ın ayağa kalkmasını sağlayacak tarafları hedef alma savaşına dair okumasını, 24 Ocak 2022 Salı günü yaptığı açıklamadaki şu ifade ile özetledi; “Bölge savaşlarında sınırlı bir ortaklık karşılığında Arap kimliğini, vatanının istikrarını ve halkının çıkarlarını satan bir tarafa tarih acımayacaktır.”
Bu sözlerin hedefi Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’tı. Hariri bu tweetini yazarken, çokça tekrarladığı ünlü ifadesiyle, bir nokta koyma kararını almıştı. Tercihi ve seçimlerde aday olma niyetinde olmadığına dair söylentileri konusunda şaşkın destekçileri, Abu Dabi’den döndüğünde, Riyad Sulh, Abdulhamid Kerami ve Saib Selam gibi bir liderliğin varisi olan Sünni lider rolünü sürdüreceğini zannediyorlardı. Destekçilerinin etrafında toplanmasına karşılık vereceğini sanıyorlardı. Onlara Sünni liderliğinde istikrarın devam edeceği, babası ve ondan önce ahirete göç edenleri hayal kırıklığına uğratmayıp yeniden başlayacağını ileteceğini düşünüyorlardı. Başbakanlığı küçümsenen ve karşılıklı atışmaların hedefindeki bir sayı değil de başkanlık üçgeninin üçüncü dayanağı olarak pekiştirmeye çalışacağı haberini vermesini bekliyorlardı. Bu varsayımlarını bir adım daha ileriye götürerek, destekçilerinin siyasete devam etmesini talep eden sloganları karşısında 48 yıl önce Cemal Abdunnasır’ın yaptığı gibi yapacağını düşündüler. Abdunnasır, 1967’de İsrail karşısında alınan hezimetin açtığı yarayı, cumhurbaşkanlığı görevinden istifa ettiği, halk ile birlikte hezimetin etkilerini silmek amacıyla mücadele etmek için sokağa ineceğini söylediği bir açıklama yapıp, ertesi gün bu kararından geri adım atarak tedavi etmişti. (Ne tesadüftür ki, 18 Nisan 1970 doğumlu olan Saad Hariri, 28 Eylül 1970'de Abdunnasır öldüğünde 5 aylık bir bebekti.)
Saad Hariri destekçilerinin kendisinden beklediği tüm bu şeyleri yapmadı. Böylece, belki de örtülü olarak kardeşi Baha’nın, Temmam Selam başta olmak üzere diğer varisçiler gibi zorla bırakılan miras olgusunun ve küçümsenmenin kardeşi üzerindeki etkilerini hafifleterek tedavi etmesinin zeminini hazırlıyor. Yeni gelecek Hariri’nin girdiği bahislerin hayal kırıklığıyla ayrılan Hariri’nin başına gelenleri yaşamamasını umuyor.