Ömer Özkaya
Yazar
TT

Olağanüstü sapma normal olurken ya da küresel stres testi

Pandemi süreci öncesi ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşları polemiği son on yılın, önceki yılların tüm sorularını anlamakta anahtar rol üstlenebilir mı? Çünkü Çin-ABD ticaret savaşları Batı’da bozulan tüm dengeleri tanımlayan bir kavramdır da. Özellikle sosyal, ekonomik ve siyasal dengelerin köklü şekilde bozulduğunun en çarpıcı açıklaması ticaret savaşlarıdır.
Dezavantajlı kesimler ve ülkeler bu olağanüstü denge ve sosyo ekonomik statü yitimlerini, anormallikleri kendilerini kurtaracak sorunlar olarak görüp bireysel ve ailesel problemleri için sığınak olarak değerlendirebilir mi? Eğer bu şekilde değerlendirilirse pandemi, savaşlar, krizler gibi makro sorunlar dezavantajlı tüm kesimler için mazaret olarak ileri sürülebilecek bir kurtarıcı olacaktır.
Hem dezavantajlı toplumsal kesimler hem de sıkışmış ülkeler için bu olağanüstü durumlar, olağanüstü korunaklı sığınaklar olarak işlevsel olacak ve geniş kitleler yoğun bir şekilde kaos için adeta içsel ve bilinç dışı yoğun talepte bulunacaklardır. Kitlesel içsel dualar seremonisi bir anda dezavantajlı kesimlerin günlük rutini haline gelerek metafizik bir yaşam atmosferi yaratacaktır.
Bilinçdışı ve refleksel bir talep eylemi olarak büyük felaketler, kurtarıcı veya sığınak olarak yoğun şekilde istenildiğinde acaba evrenin buna yanıtı ne olacaktır?
Bu bağlamda "Kar ya da başka sebeplerle okulların tatil edilmesi sonucu öğrencilerde oluşan sevinç hava koşullarında gerçekleşen olağandışı mevsimsel yağış yoğunlukların devamını sağlamamıştır." Bu bölgesel tatil devam etsin yakarışı ve yoğun duası sonuç vermemiştir. Fakat çok daha geniş nüfus söz konusu olunca bu "felaket" istençleri sonuç verebilir mi?
Bu soruya paralel olarak çok güçlü kesimler, odaklar ve üst organizasyonlar da dezavantajlı kesimler, odaklar ve üst organizasyonlar gibi böylesi olağanüstü durumları hesaplaşma ve hatta hedeflerini iyice ezmek için bir olağanüstü bir fırsat olarak görürler mi?
Bu kilit sorunun yanıtını çok hızlı ve “kısaca hayır” olarak verebilirsek Üçüncü Dünya Savaşı çok uzaktır. Tersi bir durumda ise olağanüstü felaketler, bölgesel veya daha dar kapsamlı savaşlar bütün kesimler için sığınak veya kurtarıcı işlevi görecektir şeklinde bir yanıt gelişirse de Üçüncü Dünya Savaşı veya geniş kapsamlı savaşlar kapımızda demektir.
Felaketler, savaşlar, pandemiler ve çoklu krizler, dezavantajlı gruplar için tüm sorunları örten ve kendi yetersizliklerini gizleyen bir işlev olarak "kurtarıcı" bir kimlik kazanması durumunda ortaya çıkacak olan sosyolojik ve psikolojik sapma veya anomali, en büyük zihinsel sağlık ve akılsal bütünlük sorunumuz olacaktır.
Felaketlerin, pandemilerin, savaşların ve krizlerin toplumların genel sorunlarını ortadan kaldıran kitlesel nüfus kırımları ile sonuçlanan yıkımlar, yangın gibi her şeyi silip süpürüp ortalığı "temiz”lerse bu tabloyu nasıl tanımlamak ve hangi kavramı kullanmak gerekecektir?
“Yaratıcı yıkım” gibi genel olarak herkesleri kurtaran "kitleleri onaran temizleyici yıkım" veya "temizleyici yangın" işlevi kazanan olağanüstü felaketler, savaşlar ve krizler bu durumda bir "nimet" olarak değer kazanmışsa ve kazanmaya devam edecekse, insanların ve kurumların zihinsel süreçleri ciddi başkalaşımla olağanüstü yıkımları "normalleştirecek", "meşrulaştıracak" davranışsal ve akılsal sapmaları "genel kamu menfaati" sebebiyle görmezden gelmeye başlarsa geleceğimiz nasıl olacaktır?
Yine bu bağlamda her türden egemen, dezavantajlı her türden varlığı yine aynı sebeple yok etmeyi, esir etmeyi veya ezmeyi "normalleştirirse", entelektüeller, elitler ve felsefeciler bu tabloyu nasıl açıklayacaklardır?
Daha net ifade ile olağanüstü durumlar yani anormallikler yeni normal, sağlıklı bir durumu ifade eden normal de olağanüstü hale evrilerek extrem olarak tanımlanacaksa bu durum insanlığın "insanlıktan" çıkışı ve insanın ormandaki yerini alması olarak saptanmayacak mıdır?
Ya da orman kanunları normaldi fakat insan yine bugünküne benzer sapmayla asıl özünden uzaklaşarak ve sapmayı da süsleyerek "insanlaşma" adını mı vermiştir? Sonunda insanlık zihinsel deformasyonlar yaşayarak sarkaç gibi bir insanlık alanına bir ormanlık alana mı gidip gelmektedir?
İnsanlığın sürekli olağanüstü gelişmeler ile "normal"ini yitirmesi ve sonuçta ulaştığı "yeni normal", yine ormanda kaybolmamıza mı neden olmaktadır?
Bu paradoksal zincir veya döngü Batı ile Rusya arasında yaşananları ve gelecekte dünyada yaşanacak yeni olağanüstü felaketleri açıklayacak bir şifre kırıcı olabilir mi?
Rusya kendisini en güçlü gördüğü anda Ukrayna’ya yöneldiyse ve Ukrayna da çaresiz bir durumdayken Rusya'nın saldırısı ile karşılaştıysa ve bu karşılaşma her iki taraf için tüm sorunları kanıksatan bir anlayış geliştirirse, savaş, debisi yüksek bir nehir gibi akar mı?
Gerçi Rusya önemli oranda Ukraynalıların ülkelerini daha derli toplu ve yıkım boyutunda demoralize psikolojisine yakalanmalarına yol açmadan terk etmelerine olanak sağlamıştır. Ukrayna ve Rusya arasındaki savaşın en çarpıcı görselleri, savaşa rağmen Ukraynalıların bireysel bakımlarını, estetiklerini ve kıyafet kalitelerini koruyabilmeleri olarak karşımıza çıkmıştır.
Bir başka ülkeye göç veya iltica durumunda böyle bir estetik düzey normal görünebilir. Fakat savaştan kurtulmak için ülkeler arası bir yolculuğa çıkan Ukraynalıların estetik kimliği onlara Avrupa'da daha yüksek bir itibar sağlamıştır.
Bu olgu bile dezavantajlı kesimlerin -Ukrayna’dan savaş sebebiyle ayrılanlar bağlamında- kendi konumlarını tahkim edecek kesitler üretebildiklerini göstermektedir.
Konumuz dezavantajlı kesimlerin pandemi, savaşlar ve krizler gibi yıkım üreten dalgaları kendi ekonomik, sosyal, ailesel ve bireysel yitimlerini izahta ve normalleştirmekte kullanabilme kapasiteleridir. Bu "onarıcı" işlev gören yıkımların nasıl kavramlaştırılması gerektiği sorunu, psikoloji ve sosyolojinin en güncel sorunudur.
Rusya'nın güçlü bir devlet olarak Ukrayna’ya askerî olarak girmesi sonucu karşılaştığı yaptırımlar serisinin Rusya’ya yaptırım uygulayan ülkelerde ekonomik, sosyal ve psikolojik dengeleri nasıl etkileyeceği kaba olarak hesaplanmış olmalıdır.
Bu durumda Rusya’ya yaptırım uygulayan avantajlı ülkelerin kendilerini en güçlü konumda görmelerini sağlayacak bir ittifak örgüsü vardır.
En dezavantajlı panelde yer alan Ukrayna’nın bile tüm Batı’nın ve hatta dünyanın önemli bir kesiminden hem moral destek hem de tüm destekleri gördükleri açıktır. Bu tablonun Ukrayna için ne kadar yaşamsal olduğu ve Ukraynalılara moral verdiği de açıktır.
...
Diğer yandan felaketlerin tolere edilmesi veya en azından sığınak olarak görülmesine yönelik bir çözümleme en riskli girişimdir. Fakat insan doğasının her hal ve şartta varlığını idame ettirme çabası ve kendini psikolojik olarak güçlü göreceği bir alanda konumlandırması işlemi stratejik bir eşiktir. Bu eşik Suriye’de, Irak’ta, Afganistan’da, Libya’da ve daha birçok savaş bölgesinde inanılmaz trajediler ve yine olağanüstü hayatı idame öyküleri yaratmıştır.
İnsanların bu süreçte yaşadıkları felaketlerin ve bu süreçte karşılaştıkları olumlu ve onarıcı durumlara Nietzsche gibi bakmak mı gerekmektedir?
Nietzsche’nin insanın aldığı yaraları ruhunu, aklını ve bedeni güçlendirici ve arındırıcı olarak nitelemesi de bir anomali midir?
Güçlü kesimlerin böylesi durumlarda hedeflediği noktalara yönelik örgütlü veya tek başına yapacağı hareketler mevcut dengeleri ve koordinatları bozacak ve yenilerini üretecektir.
Endişemiz birilerinin felaketlerinin başkalarının nimetine dönüşmesi gibi olguların normal olarak tanımlanmasının bilimin, felsefenin ve insanî değerlerin ulaştığı düzey ile oluşturduğu tepkinin de "doğal ve yeni normal" olarak kabul edilmesi veya böyle bir olasılığın belirmesidir.
Ormandaki besin zincirinin veya evrensel besin zinciri kavramının olağanüstü sorunlu olduğunu, insana level atlatacak gelişmelerden birinin de bu kavramın reddi olduğu gerçeğidir.
Eğer besin zinciri kavramı başta olmak üzere, savaşlar, krizler ve daha birçok felaketleri olağan ve doğal karşıladığımız sürece barbar ve vahşi olarak varlığımızı -kullandığımız araç ve gereçler, bilimler, teknolojiler ne olursa olsun- devam ettireceğimiz gerçeğidir.
Dünyanın yüzyıllardır devam eden işleyişini değiştirmeye yönelik bir girişim gibi görülse de aslında aklın işleyişinin değişmesi yönünde bir çaba ve çağrıdır bu. Belki de insanı orjinine götürecek yegane yol aklımızın normal bulduğu veya normalleştirdiği olguları tekrar irdelemek ve sorgulamaktan geçmektedir.
Avantajlı ve dezavantajlı kesimlerin davranış kalıpları, zihinsel refleksleri ve olaylara verdikleri tepkiler ve sorunlara buldukları "çözümler", önemli oranda trajedimizi oluşturmaktadır.
Her işte ve oluşta bir hayır ve hikmet arayan ve hikmetinden sual olmaz kuralıyla zamanın seline kapılıp gitmek ve akışa teslim olmak en yüce yol olarak görülse de işleyişe teslim olmanın kumların ve yaprakların da yaptığı bir "eylem" olduğunu ve pek de sorun çözücü olmadığını kabul etmek zorunluluğu vardır. Tanrı’nın veya evrimin hangisine inanıyorsanız insanı işleyişe teslim olma yetisini ölçmek için yaratmadığı gerçeğini kabul etmediğimiz sürece her türlü felaketler bizlere doğal ve normal gelecektir. Böyle durumlarda da ilahî takdir budur diyerek boyun eğmek ve bulunduğumuz avantajlı/dezavantajlı konumu sığınak olarak değerlendirmek ve böylece mevcut konumumuzu "meşrulaştırmak" veya ilahî bir referansla Tanrı’ya mal etmek çıkar yol değildir.
Dünyanın kabul edilmiş işleyişine bir yandan pasif bir onay verirken diğer taraftan bu "işleyişi" değiştirmek en yüce uğraş olmalıdır. Bu bağlamda hayvanatla ve ziraatle uğraşmak ile "insanat"la uğraşmak arasında bir fark oluşturmak istiyorsak aklî işleyişimizi ve vizyonumuzu değiştirmek zarurettir. Yoksa mistik şairimiz Asaf Halet Çelebi'nin, “Bilmemek bilmekten iyidir. Düşünmeden yaşayalım Mara” dizelerindeki anlamı da kaçırmış oluruz.
Ya da Nietzsche gibi delirmekle kurtulabilir miyiz?
Ukrayna’da olan biteni mercek altına alınca küresel bir stres testi ile karşı karşıya olduğumuzu düşünmeden edemiyoruz.