Hazım Sağıye
TT

Ukrayna savaşının sonrasında olası küresel saflaşmalar hakkında…

The Guardian gazetesinin dış ilişkiler editörü Julian Borger, son zamanlarda Rusya'nın Ukrayna'ya karşı savaşının yeni uluslararası saflaşmaları şekillendirmedeki rolünü ele alan yazarlardan biriydi. Büyük bir bölümünü sorular şeklinde formüle ettiği teorisi, ABD ve Batılı müttefikleri ile dünyanın Batılı olmayan geri kalanı arasında bir bölünme olduğu izlenimi uyandırıyor.
Bu bölünme içinde coğrafi olduğu kadar politik ve ideolojik bir yan da taşıyor. Ama ne coğrafi ne de politik ve ideolojik olan tam değil. Coğrafi olan, ünlü Batı ve diğerleri ikilemine uygun, bölünmenin bir "medeniyetler savaşı" olarak sunulmasını kolaylaştırıyor. Siyasi ve ideolojik olana gelince; onun bir “irade savaşı” veya “çıkar savaşı” olarak sunulmasına yardımcı oluyor.
Coğrafi açıdan, birkaç gün önce BM Genel Kurulu'nda yapılan oylama ile Rusya'yı kesin bir şekilde destekleyen ülkelerin Belarus, Kuzey Kore, Suriye ve Eritre olduğu açıkça ortaya çıktı. Bu ülkelerden üçü Avrupalı değil. Biri (Belarus) ise biraz Avrupalı. Ancak hepsi yalnızca Avrupa-Kuzey Amerika modeline düşmanlık ve ihtilafın birbirine bağladığı Rus modeline benzer bir yönetim modeli üzerinde birleşiyor.
Politik ve ideolojik açıdan, Ukrayna’ya verdikleri destek Rusya'ya yaptırım uygulamaya kadar uzanan Avrupa ve Kuzey Amerika dışındaki ülkelerin ise Japonya, Avustralya, Güney Kore ve Yeni Zelanda olduğu görülüyor. Asyalı ve yarı Asyalı olan bu ülkelerin tümü, Batı Avrupa ve ABD'de geçerli olan modeli, yani parlamenter demokrasiyi uyguluyor.
Çin bu bağlamda, böyle bir coğrafi ve politik-ideolojik saflaşmanın doğruluğunun en büyük kanıtıdır. Devasa bir Asya ülkesi ve aynı zamanda Batı demokrasisinin sert bir karşıtıdır. Buna karşılık Hindistan, bu saflaşmanın yukarıda bahsedildiği gibi şekillendirilmesinin doğruluğu konusunda büyük bir şüphe kaynağıdır. Zira kendisi hem büyük bir Asya ülkesi hem de büyük bir demokrasidir. Hindistan, Rusya'ya sempati duymakla kalmıyor, aynı zamanda Moskova'nın dolarize yaptırımlardan kaçınmasına yardımcı olmak için ruble ve rupi para birimlerine dayanan bir ticaret mekanizması oluşturmaya çalışıyor.
Burada Rus-Batı çatışmasının bir başka yönü dikkatimizi çekiyor: Ulusal popülizm ve küreselleşme çatışması. Ulusal popülizm son savaş yoluyla, küreselleşmenin kırılganlığını ve onu aksatma potansiyelini göstermeyi başardı. Küreselleşmiş ekonominin dağılımındaki adalet eksikliğinin ABD'den nefret eden bloğu genişletmiş olması muhtemel. Bu nefret "tek kutupluluğu kıran" Rusya'ya destek, Ukrayna'ya öfke şeklinde yön buluyor. Her halükarda, genel ve birincil coğrafi ayrımlara dayalı bu “medeniyet” yorumunun yaygınlaşması ve artması bekleniyor. Soğuk Savaş sırasındaki bölünme haritasına kıyasla yukarıda bahsedilen yorumun yaygınlaşmasına yardımcı olan bir faktör de söz konusu dönemde zaman Amerikan ve Sovyet "devlerinin" 6 kıtada çeşitli nedenlerle birçok destekleyici pozisyon bulmaları ama bunun bugün geçerli olmaması ya da öyle görünmesidir.
Bu dönüşümün arkasındaki sebeplerden biri, ABD'nin son 20 yılda dünyanın çeşitli bölgelerinden, özellikle Ortadoğu'dan çekilmesidir. İran'ın ABD’ye karşı cüretkarlığı, Beşşar Esed'in iktidarını sürdürmesi ve Afganistan'dan çekilme, birçoklarını Amerikan liderliğinin sonunun yakın olduğuna ikna etti.
Tüm bunlara rağmen halen hak ettiği gibi dakiklikle hesaplanmayan bir faktör daha var. Daha önce de belirtildiği gibi; küreselleşmenin kırılgan olduğu doğru. Ancak bu, kırılganlığın tüm gücünden yoksun olduğu anlamına gelmez. Küreselleşmenin gücü de hafife alınmamalıdır. Bu, bazılarının Çin’in pozisyonunda belirsizlik veya en azından tereddüt ve tökezleme saydıkları şeyin açıklaması olabilir. Zira Çin'in ABD ve Batı Avrupa ülkeleriyle olan ticareti, giderek daha da yoksullaşacak olan Rusya ile olan ekonomik çıkarlarına her şekilde ağır basıyor.
Hindistan'a gelince; birçoğu mevcut pozisyonunu uzun süre koruyabileceği konusunda şüpheci. Cevahirlal Nehru ve Nikita Kruşçev dönemlerinde gelişen Sovyet-Hint dostluğu, Nehru'nun Hindistan'ın yoksulluğuna en etkili çare olarak gördüğü hızlı sanayileşme politikalarıyla yakından ilişkiliydi. Bu geçmişte kaldı. Ayrıca mevcut Rus-Çin ilişkisi Hindistan’ı endişelendiriyor. Bu da onu ürkütüp pozisyonlarını değiştirmeye teşvik edebilir. Sovyet-Hint dostluğunun Moskova ile Hindistan'ın en büyük rakibi olan Pekin arasındaki anlaşmazlığın tırmanmasına denk geldiğini de hatırlatalım. Bugün bu durum değişti. Hindistan'ın daha küçük rakibi olan Pakistan'ın hem Pekin hem de Washington tarafından desteklenmesi de Delhi’nin Moskova'ya yönelme eğilimini perçinlemişti.
Her ne kadar genel açıdan bazı göstergeler buna işaret etse de bunun bir “medeniyet çatışması” veya “medeniyet rekabeti” olduğunu söylemek basitleştirme ve acelecilik olacaktır. Zira çalkantılı ve tüm olasılıklara açık pozisyonlarıyla tek başına Çin ve Hindistan ile ilgili söylenenler, aslında dünya nüfusunun üçte birinden fazlasını kapsıyor. Bir de Rusya, bu maceradan mağlup çıkar ve tek kutupluluğu kıran ve gelenekselliğe dönüşün referansı olan bir taraf olarak ona bağlanan hayaller yıkılırsa neler olur?