Prof. Dr. Ahmet Abay
Akademisyen
TT

Peygamberlere arka çıkan adam

Vahiy, insanın kendi hayatını doğru bir şekilde inşa edebilmesi için Allah’ın insana en büyük ihsanıdır. Kendilerini bu nimetten mahrum bırakanlar kendilerine en büyük kötülüğü yapanlardır. Zira Allah Teâlâ insana hiçbir zaman zulmetmemiş fakat insanlar hem kendilerine hem de başaklarına zulüm edegelmişlerdir. İnsanın hem kendisine hem de başkasını yaptığı bu zulme bir son vermek ve ona yaptığının yanlışlığını ve vebalini hatırlatmak için Allah Teâlâ dönem dönem toplumlara elçiler göndermiştir. Gönderilen elçiler, kavimlerine vahyin mesajını iletmişler ve onları Allah’a kulluğa davet etmişlerdir.
Yasin suresinde de Allah Teâlâ Hz. Resul’e kendilerine elçiler gönderilen bir şehir halkının[1] elçilere ve vahye karşı takındıkları tavırları örnek/misal olarak vermesini emreder. Allah Teâlâ bu şehir halkına önce iki, sonra da bir kişi daha göndererek toplamda üç elçi göndermiştir. Fakat anlaşılan odur ki şehir halkı elçilerin hepsini yalanlamışlar ve onları yalan söylemekle suçlamışlardır. Bununla da yetinmemişler elçileri tehdit ederek; “eğer bu yaptığınız işe bir son vermezseniz, sizi recmeder ve öldürürüz” demişlerdir.
Ashab-ı kehf ve diğer birçok kıssaya yapıldığı gibi insanların çoğu verilmek istenen mesajlardan çok, kişiler, mekânlar ve zamanlar üzerinde durmuşlardır. “Ashabu’l Karye”[2] kıssasında da verilmek istenen mesajdan daha ziyade; “şehrin neresi olduğu, elçilerin adları, şehrin uzak noktasından gelenin kim olduğu, kralın adı, elçilerin ve onlara iman eden bu yiğit adamın nasıl şehit edildikleri, mezarlarının nerede olduğu vs.” gibi birçok detay üzerinde durularak verilmek istenen mesaj ihmal edilmiştir.
Hâlbuki “Ashabu’l Karye” kıssasının anlatılış gayesi son derece basit nettir. Bu gayeyi şu şekilde özetlemek mümkündür: “Ey vahye muhatap olanlar, (öncelikli olarak Mekke halkı) zamanın birinde şehrin birine elçiler göndermiştik tıpkı şu an size gönderdiğimiz gibi. Onlar elçileri yalanladılar. Oysa yapmaları gereken şey şehrin uzak noktasından gelerek elçilere iman eden o yiğit adam gibi inanıp elçilere destek olmaktı. Şu anda sizlerin ve kıyamete kadar vahye muhatap olacak olanların yapması gereken de budur. Eğer şehir halkının yaptığını yapar elçileri/vahyi yalanlarsanız sizin için de ordular indirmemize gerek kalmadan bir emrimizle sizi helak edebiliriz. Yok, eğer elçileri tasdik eder onların yolundan giderseniz, sizlere ‘buyurun cennete girin’ denilecektir. Tercih sizin!”
Verdiğimiz bu kısa özetten sonra bu yiğit adamın çağlar üstü mesajı üzerinde bir düşünelim. Elçilerin bütün gayretlerine rağmen şehir halkı onlara bir kişi hariç inanmamışlardır. Şehrin bir ucundan gelen yiğit adam[3] kavminin aksine elçilere iman etmiş, bununla da yetinmeyerek adeta kavmine bir tevhid dersi vererek elçilere arka çıkıp onların yanında yer almıştır.
İman eden bu yiğit adam, öncelikle kavmini elçilere tabi olmaya çağırır. Çağrısında elçilerin ve davetçilerin olmazsa olmaz iki temel niteliğini ön plana çıkarır: Yaptıkları tebliğe ve anlattıklarına karşılık her hangi bir ücret/karşılık istememek ve hidayet üzere olmak. Elçilerin sizden dünyevi herhangi bir çıkar ve beklentisi yoktur ve onların hidayet üzere oluşları da tescillidir. Çünkü Allah’ın elçi olarak gönderdiği kişiler sırat-ı müstakim üzeredirler.[4] Onların izinden hakkıyla giden kimseler de hidayet üzere olurlar.
Daha sonra bu yiğit adam, kendisi üzerinden bir anlatımla “Beni yoktan var eden Rabb’ime ne diye kulluk etmeyeyim ki? hepiniz O’na döndürüleceksiniz!”der. “Ben birine kulluk edeceksem bu ancak beni yaratan olabilir” diyerek yaratma özelliğinden yoksun olana ibadet yapılamayacağını ilan eder. Kaldı ki bütün insanlar, inansalar da inanmasalar da sonunda O Yaratıcının huzurunda toplanacaklar. Ayrıca “Sonsuz Merhamet Sahibi Allah bana bir sıkıntı vermek istese sözde şefaatleri bana hiçbir şekilde yarar sağlamayacak ve beni de kurtaramayacak olan ilahlar mı edineyim? Hal böyle iken bunu yapacak olursam o zaman ben “açıkça dalalete düşmüş olurum.” diye de ekler.
Bu tevhid dersinden sonra bu yiğit adam kararlılığını ve iman üzere sebat edişini deklare eden şu cümleyi haykırır: “Ben Rabb’inize iman ettim; gelin dinleyin beni!” Yani “O hâlde, ey beni şimdi duyan ve kıyâmete kadar duyacak olanlar; ben sadece benim değil, bütün insanların ve bu arada özellikle sizin gerçek Sahibiniz, Efendiniz ve  Rabb’iniz  olan Allah’a iman ettim; gelin dinleyin beni!  Siz de, hayatınıza karışmaya ve program yapmaya tam yetkili, kulu olacağınız Allah’a inanın ve bu imanın güvencesi altında, dünya ve âhirette huzur ve esenliğe ulaşın!”[5]
Bu yiğit adam, peygamberlerin yanında yer alması sebebiyle onlarla beraber şehit edilmiştir. Bu dik duruşunun ve teslimiyetinin karşılığı olarak ona “buyur cennete gir” denilmiştir. Ancak bu yiğit adam, bu müjdeye rağmen onu ve elçileri öldüren kavminin iman etmeyişine üzüntüsünü dile getirerek “Keşke kavmim, Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikram edilenlerden kıldığını bilseydi!” diyerek hala kavmi için duyduğu kaygıyı dile getirir.
Gösterdiği bu yiğitçe duruşla bu adam, kıyamete kadar devam edecek bu mesajı insanlığın zihnine kazımıştır: Peygamberlerin ve vahyin yanında durmak; “haydi buyurun cennete girin” müjdesine nail olmanın temel şartıdır.

[1] Bu şehrin Antakya olduğu ifade edilse de bu konuda bir kesinlik yoktur
[2] Yasin 36/13-32
[3] Elçilere destek olan bu adamın Habib en-Neccar olduğu söylense de kim olduğunun hiçbir ehemmiyeti yoktur. Çünkü Allah kim olduğunu bildirmemiştir
[4] Yasin 36/3-4
[5] Mahmut Kısa, Kur’an-ı Kerim ve Kısa Açıklamalı Meali, 441