Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

Arap düşüncesinin dönüşümleri: Felsefi ve vizyoner bakış!

Geçen hafta Umman’daki bir kültür kurumu (Beyt el-Zübeyir) beni “Beyt el-Zübeyr İlk Felsefe Forumu’na” davet etti. Burada Cezayirli ve Kuveyt Üniversitesi'nde ders veren Zavavi Buğura, Fas'tan gelen ve İbn Rüşd üzerine çalışmaları bulunan Muhammed Misbahi, Lübnan’dan gelen Müşir Avn, Moritanya'dan Muhammed Muhtar Vuld Abâh, Cezayir'den Muhammed Şevki ez-Zeyn, Fas'tan Abdüsselam bin Abdülali ile görüştüm. Zavavi, felsefe ve çağ hakkında konuştu. Misbahi, felsefeye dönüş; Avn, çoğulculuğun problemleri; Abâh, felsefi akıl ve insanın mevcut sorunları; Muhammed Şevki, felsefi ve sufi tecrübeler; Bin Abdülali, felsefe ve çeviri hakkında konuştu.
Bunlar tanınmış profesörlerdir ve kitaplarını biliyoruz. Beni şaşırtan ise Umman'ın genç ve yaşlı filozoflarıydı. Bunlar arasında Beyt el-Zübeyr’in yöneticisi Muhammed Şehhi, burada çalışan Mina Habras, Zekeriya el-Mahrami, Ali er-Revahi, Muhammed el-Acemi, Suud el-Zedcali ve Bedr el-Abri gibi isimlerin hepsi kitaplarımızı ve fikirlerimizi biliyor gibiydi. Modern ve çağdaş Batı felsefi akımlardan da haberdardırlar. Yalnızca bu da değil, bazıları mühendis, doktor veya vaizdi. Davetliler arasında çocuklara felsefe öğretimiyle ilgilenen Dalia Tunusi adında bir Suudi kadın da vardı!
Yeni bir Suudi felsefe topluluğu aylar önce ilk felsefi konferansına beni de davet etmişti. Fakat katılamadığım için çok üzgündüm. Gündeme getirilen konular ciddiydi ve büyük isimler davet edilmişti. O sırada amansız korona krizi nedeniyle uzaktan katıldım. Prof. Muhammed Misbahi bu konferansta felsefeye dönüş hakkında konuştu: Arap dünyasının yalnızca yirmi yıldır -daha fazla değil- tanık olduğu dönüş hakkında. Eleştirilen düşünce yaşlılardan çok gençlerin zihnini işgal eden bir meseledir. En azından gençlerin zihinlerinde ve farkındalıklarında, felsefenin son yıllarda özellikle Körfez ülkelerinde karanlıkta kaldığı düşüncesi vardır. Ancak okullardaki ve üniversitelerdeki programlarda felsefeye geri dönülüyor ve felsefe, eğitimcilerin yanı sıra siyasi yetkililerden gözle görülür bir ilgi görüyor.
Skolastik felsefe (eleştirel düşünme değil!) eğitim kurumlarında muhafazakarların baskısı altına girmiş olabilir. Ancak Mısır, Fas, Tunus ve Lübnan'da bunlardan hiçbirine maruz kalmamıştı. Bununla birlikte 20.yüzyılın son çeyreğinde herhangi bir profesörün ünü Kant, Hegel, Heidegger, Paul Ricoeur, Habermas veya Charles Taylor felsefesindeki uzmanlığına dayanmıyordu. Bunun aksine “İslam mirasının tenkidi” alanında yoğun üretimler vardı. Asıl uzmanlıklarını bir kenara bırakan profesörler kendilerini, öğrencilerini ve okuyucularını Bachelard ile Foucault arasında hapsetti!
Yirminci yüzyılın ortalarında olduğu gibi -ki iki savaş arasındaki bu dönemde Amerika’da ve Avrupa’da felsefi incelemeler ve dünya görüşleri gelişme gösterdi- yeniden felsefeye ve felsefi taklitçilere doğru yola çıkıyoruz. Sayın Vuld Abâh’ın konuşmasında değindiği üzere, felsefe son yıllarda insanlık krizlerini ve sorunlarını ele almak için geri döndü. Geçen üç yılın ve daha fazla sürenin ardından buna katılıyoruz. 1960 ve 70’li yıllarda “miras” ile olan mevhum mücadelemiz sırasında kimseyi taklit etmiyorduk. Büyük düşünürlerimiz ve onların öğrencileri, eski mirasın moderniteye girmenin önünde engeller oluşturduğuna inanıyorlardı. Modernitenin kuryelerinin çoğu, ikinci savaştan sonra Batı refahına katılmadığımızdan yakınan liberallerdi. Fakat mirasın bu ideolojik eleştirisi, çoğunlukla Marksist bir arka plana sahipti. Kültürel soğuk savaşın büyük dalgalarının ortasında Fransız epistemolojilerinin klişelerine başvuruluyordu. Bu dönem ayrıca Sahve’nin, İslam devleti çağrısında bulunanların ve cihatçıların tezlerinin de yoğun bir şekilde işlendiği ve gündeme geldiği zamanlardı. Doksanlı yıllarda miras üzerine yapılan baskınlar bizi, ‘Medeniyetler Çatışması ve Son İnsan’ savunucuları ile çatışmaya sürükledi. Sonra devletler ve aydınlar ölümcül cihatçı dinamiklerle meşgul oldular.
Son yirmi yılda gençlerimiz ve yaşlılarımız, miras kompleksinin esaretinden kurtulup insanlığın krizleriyle yüzleşmeye ve yeni dünya görüşleri üzerine felsefi çalışmalara başladılar. Şüphesiz özgünlük ve ithal sorunlarımız bitmedi, ancak sorunları ele almaya dönük yaklaşımlar değişime ve gelişmeye tabidir. Dünyanın bir parçası olarak bizim problemlerimiz onun problemlerinden farklı değildir. Artık miras üzerine fikir yürütülen alanlarla çıkmazdan kurtulmak pek mümkün değil. Bugün Batı'da dini, entelektüel, kültürel ve İslami mirası kökten yeniden gözden geçiren onlarca Arap ve Müslüman araştırmacı var.  
Son on yılda üniversitelerde İslami araştırma alanlarını yeniden gözden geçirmeyi amaçlayan bir grup kitap yazıldı ve konferanslar gerçekleştirildi. Bazılarının sömürge söylemini eleştirme yöntemiyle ideolojik kullanımda boğulduğu doğrudur. Ancak çoğu yeni araştırma yöntemlerine dayalı olarak kültür tarihini yeniden okuma eğilimindedir. Yeni iletişim araçlarının imkanından çok az yararlanıyorum, oysa aslında faydalı ve elverişlidir. Mesela bir arkadaşım, birkaç hafta önce hukuk felsefesi alanında uzmanlaşmış genç bir Arap’ın, John Rawls (Bir Adalet Teorisi’nin yazarı) ve eleştirmenleri hakkında verdiği bir konferansa dikkatimi çekti. Kaydı dinlediğimde, 2017'de yayınlamış olduğum bir yazıdan bahsetmesi beni sevindirdi. Beni daha çok sevindiren, Muhammed bin Zayed Üniversitesi'nde doktora öğrencilerimden birinin konuşmayı dinlemesi, konuyla ilgili makalemi de gündeme getirmesi ve dersle birlikte meslektaşlarına ulaştırmasıydı.
Farklı şekillerde düşünen ve aktif bir neslimiz var. Bizim özen ve yönlendirmemize ihtiyaçları vardır, fakat kontrolde abartıya kaçmadan. Atalarımız Arap felsefe okulu kurmaya çalışıyordu. Gerçek şu ki, üniversitelerde felsefi yazımda “kendini geliştirme (bireysel rönesasns)” amaçlı yararsız girişimlere değil, evrenselliğe doğru kaymalar var. Bu umut verici.