Hazım Sağıye
TT

Bölücü müsünüz? Ayrılıkçı mısınız yoksa izolasyoncu musunuz?

Irak'ta ne zaman Araplarla Kürtler arasında bir anlaşmazlık çıksa, birincisinin ikincisine karşı suçlaması hazırdır; siz ayrılıkçısınız!
Mesud Barzani ve merhum babası Molla Mustafa Barzani bu suçlamaya maruz kalmakta rekorlar kırdılar.
Ne zaman bölgedeki radikal bir tarafa karşı dururlarsa Lübnan'daki Hristiyanlar için de hazır bekleyen bir suçlama vardır; izolasyoncular ve bölücüler!
Eski hakaretler hazinesine elinizi daldırıp, geçerliliği merhum Emile Edde, Ignatius Mubarak'tan Semir Caca'ya kadar uzanan hakareti çıkarmanız yeterlidir.
Elbette ayrılıkçılık, bölücülük ve izolasyonculuk, İsrail ile ittifakın da başlıklarıdır. Şimdi değilse de mutlaka ileride, gerçekte değilse de kesinlikle niyetlerde saklıdır.
“İzolasyoncu" ve "ayrılıkçı" tarafın birçok Arap ülkesiyle yakın ilişkiler içinde olması elbette bu değerlendirmeyi değiştirmez. Çünkü bugün “izolasyonculuk” ve “bölücülüğü” tanımlayan durum Araplarla değil, İran ile olan ilişkidir.
Şimdi, verimli ve yoğun bir karalama dönemi yaşanıyor. İran ve takipçilerinin Lübnan'ın "izolasyoncu" politikacılarını ve onların Irak'taki "ayrılıkçı" meslektaşlarını nüfuzlarının önünde engel olarak görmeleri bu verimi artırıyor. O halde kılıçlar çekilmeli ve bu kişilere ardı ardına darbeler indirilmeli.
Bilindiği  gibi İran ittifakı en büyük yaftalama ve sıfat üreticisidir ve kesin bir  kurala göre, daha ideolojik olan her zaman dili en uzun olandır.
Bu arada, Suriye'nin 1958'den beri kendisini Mısır ile birleştiren "Birleşik Arap Cumhuriyeti"nden ayrıldığı altmışlı yılların başında, “bölücülüğün” ölümcül bir suçlama olarak yaygın biçimde kullanıldığını hatırlatalım.
O dönemde Suriyelilerin ezici bir çoğunluğu, bazı subaylarının talebi üzerine kurulan birliğin kendilerine katlanamayacakları bir rejimi dayattığını düşünüyorlardı. Özgürlükleri büyük ölçüde kısıtlanmış, ekonomileri ezilmiş ve tabi hale getirilmişti.
Bu nedenle bir subay grubu, diğer subay grubunun 3 yıl önce yaptıklarından dolayı özür diliyormuş gibi darbe yaparak bu ilhakçı birlikten ayrıldılar.
Ne var ki o dönem Cemal Abdunnasır Arap radikalizminin temsilcisi, konuşmaları ve medya araçları ile sıfat ve yafta üreticilerinin başı olduğundan, birlikten ayrılan milyonlarca Suriyeli lanetli ayrılıkçılara dönüştü.
Bu yaftalamayı destekleyenler ve propagandasını yapanlar hiçbir şekilde durup, Suriyelilerin kendileri için ne istediklerini, çektikleri ve kurtulmaya çalıştıkları sıkıntıları düşünmediler.
O dönemde çoğunluğu Arap ve Sünni Müslüman olan 5 milyona yakın bir halk ayrılıkçı olarak yaftalanabiliyorsa, Arap olmayan Irak Kürtlerinin veya Müslüman olmayan Lübnan Hristiyanlarının ya da herhangi bir dini veya etnik azınlığın bu tür yaftalamalara maruz kalmasına ne mani olabilir?
Nitekim Baas Partisi'nin iktidara gelmesiyle birlikte Suriye’nin “ayrılığa tepki” yılı olan 1963, bu anlamda önemli bir dönüm noktası oldu. Ayrılığa karşı çıkan (başlangıçta onaylanmasına rağmen) az sayıdaki taraflardan biri olan söz konusu parti, Irak Kürtlerine veya "isyancı Barzani ayrılıkçılarına" karşı askeri bir kampanya yürüttü. O zamanlar Suriye ve Irak Baası henüz tek partiydi, bu nedenle kuzeye yönelik kampanyasında Suriye şubesi Irak şubesine yardım etti. Bundan sonra Suriye Baas'ı, "Lübnan izolasyonculuğu" yaftasını kullanmakta, "izolasyoncu" olsun ya da olmasın Lübnanlılara boyun eğdirmekte, bu lanetli yafta ile onlara şantaj yapmakta öncü oldu.
Doğrusu, bu siyasi kültürün sorunu çok yönlüdür. Baasçıların bilhassa Suriye ve Irak'taki deneyimlerinin de gösterdiği gibi,  bir yandan çevresini bölerken diğer yandan bir birlik kültü inşa eder. Rejim, toplumu bölmekte, mezhepçi ve etnik temelde toplumun bazı kesimlerini yükseltip diğer kesimleri değersizleştirerek ayrımcılıkta diretir. Ancak dışlananlar, maruz kaldıkları dışlanma ve ayrımcılığın sona ermesini istediklerinde bölücülük ve ayrılıkçılıkla yaftalanırlar. Geçerli ilkeye göre birliği bozanlar, dövenler değil dövülenlerdir. Eylemlere tepki verenler ve onları doğru bir şekilde tanımlayanlar değil, eylemi yapanlar ve başka adlarla kamufle edenlerdir.
Bütün bunlar demokrasi bilincinden yoksun, daha küçük ya da daha zayıf tarafı, onun kaygılarını ya da özel kültürel oluşumunu umursamayan bir kültür tarafından desteklenmektedir. Bu nedenle, gündeme getirilmesi dahi ihanetin ta kendisi olan apaçık sorular sorulmaz.
Bu şaşı bakış açısına göre ihanet, Irak Kürtlerinin “Irak'ın Araplığını” hararetle savunmamalarıdır.
Lübnan Hristiyanlarının, İsrail'e karşı savaş için ülkelerini feda etmeye hevesli olmamalıdır.
Suriyelilerin özgürlüklerini ve ekonomilerini kemiren şanlı Arap birliği ile bağlarını koparmalarına gelince, bu ise utanç verici bir suçtur!
O halde bir kez daha ideolojinin özgürlüğe ve iradeye karşı kullanıldığını görüyoruz. O ideoloji ki savunucuları doğru ve gerçeğin sahibi olduklarını iddia ederler, başka hiçbir bakış açısını, sözde doğrularını gerçek yaşamda test etmeyi kabul etmezler.
Bu suçlayan tarafın ikilemi krizde olmasıdır. Krizinin kaynaklarından biri de, bir yandan zorbalık ile birlikten geriye kalanları yok ederken diğer yandan söylem birliği istemesidir.
Böyle olduğu için de bölge dayanılmaz bir coğrafi alan ya da batan ve kaçabilenlerin oradan kaçtığı bir gemiye dönüşüyor.
Dolayısıyla bölgemizde sorulacak doğru ve adil soru şu değildir; Neden ayrılığı, bölünmeyi ya da izolasyon istiyorsunuz?
Doğru ve adil soru şudur: Neden birlik içinde kalmak istiyorsunuz?