Sam Mensa
TT

Boşluğun ötesinde: Hristiyan kararının kafa karışıklığı

Geçtiğimiz yüzyılda, 1970’li yıllardaki krizin başlangıcından bu yana Lübnan’da sertçe eleştirilmesi gereken bir alışkanlık hüküm sürüyor; önerilen çözümlerin veya uzlaşı projelerinin öncekilerden daha da kötü bir soruna dönüşmesi. 1969 Kahire Anlaşması, 1976 Anayasa Belgesi, 1989 Taif Anlaşması, 2008 Doha Anlaşması, 2012 Baabda Bildirgesi, 2016 uzlaşısı ve diğer anlaşmalar, birkaç gün direndikten sonra ülkedeki çekişmeleri daha da alevlendiren bir tartışma konusu haline geliyor. Bu çözüm-kriz rotasında, mayıs ayında yapılan yasama seçimlerinin sonuçları da mevcut siyasi tıkanıklığı aşmak için başvurulan bir çıkış yolu olmaktan çıkıp, çoğunluk ve azınlık üzerinden bir tartışma ve çekişme konusu haline geldi. Yeni, parçalı yapısıyla Temsilciler Meclisi, başta hükümet olmak üzere ülkenin işlevsiz kurumlarının saflarına katıldı.
Gün geçtikçe bir takım izlenimler netleşiyor ve en önemlisi de şu ki tüm yetkililer, liderler ve seçkinler, ülkenin, hasat aşamasına girdiğine yani 2005 yılında eski başbakan Refik Hariri'nin öldürülmesinden bu yana devletin ve yetkilerin sistematik olarak çökertilmesinin meyvelerinin toplanmaya başlandığına neredeyse ikna olmuş durumdalar. Ülke büyük olasılıkla dikkatle hesaplanmış “Hizbullah” darbesinin ikinci aşamasına tanık olacak. Darbenin ana başlığı, kamu idarelerinin iki haftadan uzun süredir devam eden grevi, uygulanan birçok engellemeyle (en önemlisi de yargının maruz kaldıkları) birlikte her düzeyde ulaşılacak tam boşluktur. Tam boşluğa ulaşmaya katkıda bulunacak iki ayırt edici gösterge var. Birincisi, kendi aralarında çatışan ancak Cumhurbaşkanı Avn’ın görevinin sona ermesi ile yaşanabilecek boşluğun hükümetin cumhurbaşkanının yetkilerini üstlenmesini gerektirmesi korkusuyla, başbakanı belirlemekten ve hükümetin kuruluşuna katılmaktan kaçınmakta birleşen Hristiyan liderlerin tutumu. Buna bir de Temsilciler Meclisi Başkanlığı seçimlerinde sandığa boş oy atarak benimsedikleri "tutumsuzluk" tutumu ile Temsilciler Meclisi Başkan Yardımcısı seçimlerinde ortak aday üzerinde birleşememeleri ekleniyor. Sonuç olarak, seçimlerde kendisini meclisteki en büyük Hristiyan blok yapan, iyi sonuçlar alan Lübnan Kuvvetleri Partisi bu ivmeden yararlanamadı. Siyasi pozisyonlarına yakın partilerle karşı tarafı dengeleyici bir siyasi bloğun çekirdeğini oluşturmakla ilgili abartılı seçim vaatlerini hayata geçiremedi.
İkinci gösterge, eski başbakan Saad Hariri'nin ve siyasi akımının gerek aday gösterme gerekse oy verme olsun seçimlere katılmaktan uzak durması üzerine Sünni toplumunun karşı karşıya kaldığı dağılma ve parçalanmadır. Öyle ki Temsilciler Meclisi’ndeki Sünni milletvekilleri, siyasi hayatta aktif bir rol oynayamayacak şekilde bireyler ve küçük bloklar olarak dağıldılar. Bu ise İran ekseni ve otorite güçlerinin yıllardır açıkça amaçladıkları bir şeydi.
Buna ilaveten görünen o ki 2006 yılında Hizbullah ile Cumhurbaşkanı’na bağlı Özgür Yurtsever Hareketi arasındaki ittifakın temelini atan Mar Mihail Anlaşması ardından Hristiyan partiler ve güçler arasında meydana gelen bölünmeden sonra ve Lübnan Kuvvetleri ile Ketaib partilerinin ilişkisini karakterize eden soğuklukla birlikte bu güçler kıyasıya bir mücadele içindeler. Amaç ise sayı ve nüfuz olarak gerileyen, kendisini temsil edenler ve adına konuşanlar yönünden zayıflayan Hristiyanların en güçlüsü olmak. Bu güçler, aynı zamanda kapsamlı ve amaçlı bir ulusal vizyona sahip bir siyaset yürütmek yerine bölgesel, mezhepsel ve yerel bir liderlik için yarışıyor görünüyorlar. Hristiyan liderler, İran ve ekseninin Maşrık (Levant) ülkelerinin çoğu üzerindeki hegemonyası gerçeğini kabullenmiş gibiler. Bu gerçeği değiştirmenin ya bölgesel ve uluslararası durumların gösterdiği gibi ulaşılmaz olduğu ya da önünde almaya gerek duymadıkları birçok risk, engel ve tehlikenin bulunduğunu tasdik ediyorlar. Lübnan neredeyse işgal altında ve yarım yüzyıldan fazla bir süredir kendisini vuran krizlerden, savaşlardan ve iç içe geçmiş çatışmalardan henüz çıkamadı. Bu nedenle Hristiyan liderler beklentilerini daralttılar. Hedeflerinin yönünü bütün ülke yerine, iç Hristiyan evi, dar partizan ve bireysel çıkarlarla kısıtladılar.
Bu tutumların nedeni çok. En önemlisi de genel olarak Batı'nın yol açtığı hayal kırıklığı, bazı Arapların onları terk ettikleri ve kendi başlarının çaresine bakmaları için bıraktıkları duygusudur. Ama bilindiği gibi bu terk edilmenin sorumluluğunun büyük bir kısmını bu güçler ve tüm Lübnanlılar taşıyor. Bu, statükocu güçlere teslim olmalarının, mücadele etmemelerinin, başkalarından kendilerini için savaşmalarını istemelerinin sonucudur. Batı ile ilgili hayal kırıklığı bir dereceye kadar Washington'ın bölgedeki müttefiklerinin kendilerine yönelik politikasından kaynaklanan hayal kırıklığına benziyor. Ancak Lübnan'ın aksine bu güçler güvenliklerini ve istikrarlarını tehdit eden bölgesel tehlikelere karşı birlikte hareket ettiler. ABD yönetimini bölgeye yönelik politikalarını etkili ve sürdürülebilir olması umulan yeni bir vizyona göre gözden geçirmeye sevk eden pozisyonlar benimsediler, kararlar aldılar. Buna karşılık İsrail ile deniz sınırlarını belirleme, petrol ve gaz arama müzakereleri dışında Lübnan'ın uluslararası toplum ve Arap ülkeleri tarafından terk edildiğinin kanıta ihtiyacı yok. Arap ve Batı dünyalarıyla ilişkilerinin bozulmasında tüm dini grupları ile Lübnanlıların sorumluluğu olduğunu vurgulasak da bu statükonun, Hristiyan güçlerin çoğunu yeni veriler kapsamında İran ekseni çatısı altında konumlanmaya sevk ettiği, bunun da onları kaçınılmaz olarak barış ve ılımlı Arap ekseniyle karşı karşıya getirdiği göz ardı edilemez. Bunun gerektireceği yansımalar da ihmal edilemez. Lübnan’ın çevresinden izolasyonun bir diğer göstergesi, bölgede büyük ve aktif ülkelerin hem kendi hem de ABD ve Batılı ülkelerle aralarındaki aktivizmin tam anlamıyla dışında kalmasıdır. İsrail de bu aktivizmden uzak değil ve birden fazla toplantı ve anlaşmada taraflardan birini oluşturdu.
Bugün asıl sorun, esen rüzgarın gösterdiği statükoya teslim olma ve onunla birlikte yaşama eğilimine karşı mevcut alternatiflerin doğasıdır. Hristiyan liderlerin on yıllar boyunca sergiledikleri siyasi performansın doğruluğunu veya yanlışlığını gerçekçi ve cesur bir şekilde gözden geçirme konusu ciddi bir şekilde düşünülüyor mu? İşlerin gidişatı iyiye işaret etmiyor, kişiselleştirmenin, bencilliğin, fırsatçılığın, vizyon eksikliğinin boyutu, bölgenin koşulları ve değişkenleri hakkında tam anlamıyla bilgisiz olmaları nedeniyle, bu liderlerin son yıllardaki performansları nefret uyandırıyor. Bu performans devam eder ve bu güçler mecliste üçte iki çoğunluğu elde etmek, Hizbullah'ın önüne geçmek amacıyla "egemenciler", "değişimciler" ve “bağımsızlar” arasında çabaları birleştiren yeni siyasi ittifaklar kurmak için ciddi bir şekilde çalışmazlarsa, iç çatışmayı yönetemeyecekler. Bir sonraki aşamayı hızlanan bölgesel gelişmelere ve muhtemel sonuçlarına göre tesis edemeyecekler.
Meclis, mevcut haliyle kurumlarda boşluklara yol açacak. Bu ise, anayasal yetkilerin ötesine geçerek Lübnan sisteminin bileşimine uzanan arayışlara sevk edebilir. Hizbullah'ın ana hedefi budur. Potansiyel boşluklar, doğrusu şu ki taraftarları için bir hedeften ziyade pratikte etkili olduğunu ve kendisinden amaçlananı yerine getirdiğini gösteren büyük bir baskı aracıdır. Bunun sonucunda, er ya da geç, uluslararası veya bölgesel güçlerin çağrıda bulunabileceği veya katkıda bulunabileceği formüller, çıkışlar veya uzlaşılar (istediğiniz adı verebilirsiniz) arayışına girilecek. Bu noktada asıl endişe verici husus, uzlaşı, formül veya çıkışların Hizbullah ve müttefiklerinin lehine olan mevcut siyasi, askeri, ekonomik ve demografik güç dengesi ölçütlerine göre sunulabilecek olmasıdır, Dolayısıyla nükleer anlaşma müzakerelerinin sonuçlarına göre ortaya çıkacak bölgesel durum ister olumlu ister olumsuz olsun, iç güç dengesi aynı kaldığı sürece Lübnan üzerinde önemli bir etkisi olmayacak. Bazı Hristiyanların Hizbullah’ın üzerlerindeki hegemonyasını bitirecek federalizm veya benzeri hayali çözümlere oynadıkları bahislere gelince; bunlar sadece bir düştür.
Boşluktan sonra bir tür uzlaşıya varılacak ve müzakere masasına oturacakların özellikleri belli. Birleşik bir cephe oluşturan Şii İkilisi ve müttefiklerinin karşısında Hristiyan, Sünni ve Dürzi parti ve güçlerden oluşan bir mozaik olacak. Ama bu karşıt güçlerin, somut pratik sonuçlar, Lübnan'ın bölgede siyasi, güvenlik ve ekonomik olsun oynayacağı herhangi bir rol konusunda net ve üzerinde anlaşılmış cevaplar içeren bir projesi olmayacak. Böyle bir proje olmadıkça da kendi kabulü ve onayı ile Lübnan, çatışan bölgesel ve küresel güçlerin birbirlerine mesaj gönderdikleri ve mesajları karşıladıkları saha olmaya devam edecek.