Chen Weiqing
Çin’in Riyad Büyükelçisi
TT

Ne tür dış ilişkilere ihtiyacımız var?

Hz. Muhammed, "İlmi Çin'de de olsa gidip alınız” demiştir. Çin ve Arap medeniyetleri arasındaki dostane alışverişler uzun bir geçmişe dayanmaktadır. 2 bin yıldan daha uzun bir süre önce, Çin'in Han Hanedanlığı, Batı Asya'yı ziyaret eden elçi heyetleri göndermişti. Arap seyyah İbn Battuta, 14. yüzyılda Çin'in çeşitli şehirlerini gezmiş ve deneyimlerini İbn Battuta'nın Seyahatleri adlı kitabında aktarmıştı. Çinli denizci Zheng He, 15. yüzyılda Cidde, Aden, Maskat, Mogadişu ve diğer yerleri ziyaret eden bir filoya amirallik etmişti. Çin'in dört icadı; pusula, kağıt, matbaa ve barut, İpek Yolu aracılığıyla Arap tüccarlar tarafından Avrupa'ya taşındı. Arap bilimleri, kültürü ve sanatları da Çin'e geniş çapta giriş yaptı. Karşılıklı alışverişler ve eğitim, iki medeniyetin gelişiminde önemli bir rol oynadı.
Modern çağda Batılı ülkeler, güçlü gemileri ve toplarıyla Asya, Afrika ve Latin Amerika'nın kadim halklarına karşı acımasız bir saldırı başlattılar. Çin ve Arap ülkeleri kurtuluş ve ulusal bağımsızlık çabalarında birbirlerini desteklediler. İki taraf, karşılıklı yarar adına kalkınma ve sosyal ilerleme gerçekleştirme sürecinde de iş birliği yaptı. Çin-Arap ilişkilerinin farklı ülkeler ve medeniyetler arasında dostane alışverişler için bir model olduğu söylenebilir.
Tarihi bir ayna yaparsak, Çin ve Arapların tarihi bize dünyanın ne tür dış ilişkilere ihtiyacı olduğunu söyler.
Birbirimize boyun eğdirmeye değil saygı duymaya ihtiyacımız var.
Çin ve Arap ülkeleri insanlık medeniyetinin beşiği kabul edilir. Eski ve harika Çin medeniyeti, Mezopotamya medeniyeti, eski Mısır medeniyeti, Arap medeniyeti ve İslam medeniyeti bu topraklarda doğdu. Dünya ülkeleri ve halkları, hatta büyük Batılı ülkeler ve onların liderleri, kadim tarihi ve medeniyeti olan bu ülkelere kibirden ziyade saygı göstermeli. Bu ülkeleri, tarihlerinin uzun bir döneminde medeni bir düşüş yaşadıkları için hafife almıyoruz ve şu anda da meşruiyet ve doğal üstünlüğe sahip olduklarına inanmıyoruz. Batılı sömürgecinin bıraktığı derin yaradan ve Ortadoğu'da yaklaşık 200 yıldır sürdürdüğü din savaşlarından bahsetmiyorum bile. Batı sömürgeciliği Çin'i de işgal etti ve 100 yıl boyunca bölgenin kaynaklarını yağmaladı. Bu sömürgeciliğin tarihsel borcunu da unutmamalıyız. Önyargıya değil anlayışa ihtiyacımız var.
Merhum yazar Edward Said, “Oryantalizm” adlı dünya çapında ünlü kitabında, Batı dünyasının her zaman Doğu halklarına karşı çarpık bir algıya ve güçlü bir önyargıya sahip olduğuna dikkat çeker. Bazı ülkeler radikalizm ve terörizmin büyümesinin sebeplerini düşünmüyorlar, ancak terörle mücadele adına Ortadoğu'daki rejimleri değiştirmek için tekrarlanan savaşlar yürütüyorlar. Son yıllarda yaygınlaşan “İslamofobi” İslam medeniyetinin şeytanlaştırılmasının bir devamıdır. Şimdi de Çin'in terörizm ve radikalizmi engelleme çabalarını çarpıtıyor ve hedef alıyorlar. Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır: "Aralarındaki işlerini istişare ederek yürütürler.” Araplar bin yıldan daha uzun bir süre boyunca “istişareyi” uyguladılar. Çinliler de der ki: “Ayakkabının uygun olup olmadığını ancak giyen bilir.” Demokrasi ve insan hakları konularında, diyalog ve eşit temelde görüş alışverişini memnuniyetle karşılıyor, ama kibirli öğütlere, uyarılara ve suçlamalara karşı çıkıyoruz. Bu, Çin ve Arap ülkelerinin ortak sesidir.
İftiraya değil samimiyete ihtiyacımız var.
Geçmiş çağlarda Çin ve Arap ülkeleri hiçbir zaman birbirleriyle savaşmamışlardır. Birbirlerinin topraklarının bir karışını işgal etmemişlerdir. Bu ülkeler bir diğerine karşı iş birlikçileri desteklememişlerdir. Çin ve Arap halkları geçmişte, bugün ve gelecekte de dosttur. Görünen o ki, bazı Batılı politikacılar, 100 yıl önce Ortadoğu'da nüfuz alanlarını belirleyen "Sykes-Picot Anlaşması"nın devam edeceğine dair fantezilere kapılmışlar. Halen ihtiyaçları olmadığında bölge ülkelerini terk edebilecekleri, ihtiyaç duyduklarında da onlara ilgi gösterebilecekleri yanılsamasını yaşıyorlar. Dahası geri döndüklerinde de bölgenin "liderleri" olarak davranmaya devam ediyor ve Çin veya diğer ülkelere “boşluğu” dolduran "hayali düşmanlar" muamelesi yapıyorlar. Söylemlerinin etkisini abarttılar ve bölgedeki ülkelerin ve halkların kararlarını hafife aldılar. Bölge ülkelerinin Ortadoğu'daki bu toprakların efendisi olduğunu unuttular.
Ortadoğu'ya daha fazla çiçek dikilirse, güzel kokularla dolar. Sadece diken dikildiğinde ise bunlar hem başkalarına hem de sahibine zarar verir.
Tekelci rekabete değil, açık işbirliğine ihtiyacımız var.
Hem Çin hem de Arap ülkeleri, karşılıklı yarar, kazan-kazan, açılım ve kapsayıcılık kavramına sıkı sıkı tutunuyor. Bu, iki taraf arasındaki dostane, istikrarlı ve uzun vadeli iş birliği için sağlam bir temel oluşturdu. Son yıllarda birçok Arap ülkesi, Çin'in önerdiği “Bir Kuşak ve Bir Yol” girişimiyle büyük ölçüde uyumlu bir ekonomik çeşitlendirme ve dönüşüm vizyonu ortaya koydu. Çin ve Arap ülkeleri çeşitli alanlarda pratik iş birliğini sürekli olarak genişletip derinleştirdiği için, her iki tarafın halkları için verimli sonuçlar ve somut faydalar elde edildi. Resulullah şöyle buyurmuştur: " Hasetten sakının. Çünkü ateşin odunu yakıp tükettiği gibi haset de iyi amelleri yakar, bitirir." Bazılarına başarıları nedeniyle başkalarına haset etmek yerine, kendi sorunları hakkında düşünmelerini tavsiye ediyoruz. Hiçbir ülkenin diğer ülkeleri bağımsız olarak gelişme ve iş birliği için ortaklarını seçme hakkından mahrum bırakma hakkı yoktur. Açılım ve çeşitlilik kendine güvenin bir işaretiyken, sınırlayıcı tekelcilik zayıflığın özünü yansıtır. Bölge içindeki ve dışındaki ülkeler arasında ilişkilerin gelişmesini ve büyük güçlerin bölgesel ilişkilerde yapıcı ve olumlu bir rol oynamasını memnuniyetle karşılıyoruz. Ancak bazı büyük ülkelerin Çin'i ve diğer ülkeleri değersizleştirme girişimlerini reddediyor ve bu uygulamalarının başarılı olacağına inanmıyoruz.
Geçen yıl BM Genel Kurulu'nun 76. oturumunda yaptığı konuşmada, Hadimul Haremeyn Şerifeyn Kral Selman bin Abdulaziz, şunları vurguladı; Suudi Arabistan, BM Sözleşmesini imzaladığı andan itibaren, her zaman uluslararası meşruiyet ilkelerine ve kararlarına bağlı oldu. Tüm devletlerin ulusal egemenliğine saygı duydu ve devletlerin iç işlerine karışılmaması gerektiğinin altını çizdi. Bugün uluslararası toplumun karşı karşıya olduğu zorluklar, çok taraflı uluslararası iş birliğinin güçlendirilmesini gerektiriyor.
Çin Devlet Başkanı Şi Cinping de bu yıl Küresel Güvenlik Girişimi'ni gündeme getirdi. Girişim, ortak, kapsamlı, iş birliğine dayalı ve sürdürülebilir güvenlik vizyonuna bağlılık, tüm ülkelerin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne saygı, içişlerine karışmama, insanların farklı ülkelerde benimsedikleri bağımsız kalkınma yolları ve sosyal sistemler tercihlerine saygı duyma, BM Sözleşmesinin amaç ve ilkelerine bağlı kalma, Soğuk Savaş zihniyetini reddetme ve tek taraflılığa karşı çıkma çağrısında bulunuyor.
Çin ve Suudi Arabistan liderlerinin konuşmaları, iki ülke arasındaki çağdaş uluslararası ilişkiler ve düzene ilişkin ortak anlayışları ve önerileri açıkça ortaya koydu. Çin, eşitlik, karşılıklı yarar ve kazan-kazan iş birliğine dayalı ortaklık ilişkilerini sürekli olarak geliştirmek, dünyada barışın, istikrarın, kalkınmanın ve refahın teşvikine katkıda bulunmak için Suudi Arabistan ve diğer tüm Arap ülkeleriyle birlikte çalışmaya hazırdır.