ABD Başkanı Biden, ülkesinin istihbaratının El-Kaide lideri Eymen el-Zevahiri'yi Afganistan'ın başkenti Kabil'deki bir konutta öldürmeyi başardığını açıkladığı konuşmasında, dünyanın eskisinden daha güvenli hale geldiğini vurguladı. ABD Dışişleri Bakanlığı ertesi gün Amerikan vatandaşlarına, liderinin öldürülmesine karşılık el-Kaide tarafından hedef alınmayı hesaba katarak daha temkinli ve bilinçli olmaları konusunda bir uyarı yayınladı.
Amerikan geleneğinde, ortadan kaldırılması gereken ve terörist addedilen bir kişinin öldürülmesinden gurur duymakla, bir süre sonra da olsa olası görünen misillemelere karşı uyarmak arasındaki fark, yalnızca bir yanda daha güvenli hale gelen dünya, diğer yanda muhtemel tehlikeler arasındaki anlam çelişkisi ve paradoksuyla sınırlı kalmıyor. Henüz kimsenin tanımadığı "Taliban" hükümeti yönetimi altındaki Afganistan ile ilişkisinde ABD'nin benimsediği yönteme de uzanıyor. Bunun arkasından da Taliban hareketinin kontrolü ele geçirmesinden bir yıl sonra Afganistan'ın geldiği genel duruma, İslam'ın temelleri ve rasyonel amaçları ile pratikte çelişen dini ve ideolojik vizyonuna kadar genişliyor. Taliban'ın el-Kaide ile ilişkisinin doğası, uluslararası toplumun bir bütün olarak Afgan halkının normal bir yaşam hakkını yeniden kazanmasına nasıl yardımcı olabileceği ile başlayıp, nihayetinde "Taliban" hükümetinin nasıl ve hangi koşullarda uluslararası olarak tanınacağını sorguluyor.
Aslında buradaki ikilem iki yönlü. Birincisi, Taliban hareketinin kendisi ve Afganistan'ı 20 yıl önce yönettiğinde benimsediği ana kavramlarının ötesine geçmediğini doğrulayan siyasi ve toplumsal kararlarıyla ilgili. Özellikle kamu yönetimi alanında meydana gelen bazı dönüşümlerden yararlanmaya çalışılmayarak, kadın ve kız çocukların eğitimi, toplumsal aktivizmde kadının önemli ve olumlu bir unsur olarak görülmesi, Afgan toplumunun etnik ve mezhepsel çoğulluğunun ve genel olarak medeni hakların tanınması reddedilerek sanki ülkede zaman geriye döndürüldü.
İkinci yön, Afganistan'da olup bitenleri görmezden gelen neredeyse kolektif uluslararası tutumla ilgili. Bunun tek bir açıdan istisnası var; o da Afganistan’ın dünyanın terörist kabul ettiği, her yerde ve her şekilde mücadele edilmesi gerektiğini düşündüğü gruplar için ne ölçüde bir sığınağa dönüşecek olması. Bu merkezi konum, Afganistan'da olup bitenleri Ukrayna savaşı ve Tayvan'ın kaderi konusunda artan gerilim gibi diğer ciddi meseleler ve krizlerden daha az önemli gören daha genel bir görüşle bağlantılı. Zira sırasıyla Ukrayna ve Tayvan odaklanma ve yakın takip gerektiren, diğer konumlarda neler olup bittiğini düşünmeye zaman ve emek harcamaya olanak tanımayan en önemli konular. Böylece Afganistan meselesi, yüreği yaralı Afganlara bazı yardımlar sağlaması, ülkedeki genel durumu iyileştirecek ve dış dünyaya açılmasını sağlayacak pratik adımlar atma iradesini göstermesi umuduyla Taliban liderleriyle temaslarda bulunması için nispeten Birleşmiş Milletler'e ve onun yardım ve kalkınma kuruluşlarına bırakıldı.
“Taliban” ile bir bütün olarak dünya arasındaki bu karışık ilişkinin gölgesinde, Afganların çektiği acılar arttı, onurlu bir yaşam için umut kapıları yüzlerine kapandı. Hayati gereksinimlerini karşılamalarına yardımcı olacak iş fırsatları kayboldu ve çoğunun, genellikle uzun sürmeyen gıda veya mali yardımları beklemekten başka seçeneği kalmadı. Ülkeyi terk edip, kendilerini göçmen olarak kabul edecek ve onlara insanca bir yaşam sunacak başka bir ülkeye yürüyerek bile olsa gitmek, bir önceki hükümet döneminde yetişen ve Taliban'ın nasıl yönettiğini bilmeyen yeni nesillerde sabit bir fikir haline geldi.
BM Misyonu ve Uluslararası Af Örgütü'nün raporlarına göre ülkede genel koşullar her geçen gün daha da kötüleşiyor ve karanlık bir hal alıyor. Ülkenin 40 milyonluk nüfusu içinde yoksulluk oranı yüzde 95'i aştı. Halkın büyük çoğunluğu düzenli bir işten mahrum ve açlık tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyor. İki ila iki buçuk milyar dolar arasında değişen bir gelire ulaşan uyuşturucu üretimi için gerekli ürünlerin ekimi ve ticareti, kırsaldaki nüfusun çoğunluğu için bir ihtiyaç ve yoksulluktan kurtulma yoluna dönüştü. Uyuşturucu bağımlılığı yayılarak toplam nüfusun yüzde 10'unu kapsadı ve bunlar arasında yaklaşık bir buçuk milyon kadın ve çocuk var.
Uluslararası Af Örgütü raporları, muhalif veya Taliban karşıtı grupların üyesi olduğuna inanılan kişilere karşı yargısız infaz, adam kaçırma ve sistematik işkence gibi çok ciddi insan hakları ihlallerine işaret ediyor. Buna bir de kadınları kamusal alandan dışlama, ev dışındaki aktivitelerine çeşitli kısıtlamalar getirme ekleniyor. Taliban kaynakları bunları iddia olarak nitelendiriyor. Güvenlik durumunun, Taliban’ın ülkenin kontrolünü ele geçirmeden öncekine göre çok daha iyi hale geldiği gerçeğine odaklanıyor. Kadınlara yönelik dışlayıcı uygulamalarını ise İslam şeriati olduğuna inandığı şey ile tutarlı olduğunu söyleyerek haklı gösteriyor.
Afganistan'ın terörist gruplar için bir sığınağa dönüşüp dönüşmeyeceğine ilişkin uluslararası bekleme ve gözlemleme hali, Taliban yönetiminin tanınmasındaki gecikmede önemli bir faktör olmaya devam ediyor. Aslında bu, kökleri Taliban hareketinin uluslararası yabancı askeri varlığa karşı mücadele olarak gördüğü aşamaya kadar uzanan temel bir paradoks içeriyor. Bahsi geçen aşama bir yanda Taliban, diğer yanda el-Kaide, DEAŞ\Horasan grubu ile diğer kabile ve bölge temelli çeşitli silahlı gruplar arasında yakın iş birliğine tanık olmuştu.
Taliban ve el-Kaide arasındaki ilişki, el-Kaide'nin Taliban liderine ve hükümetine sadakatine karşılık Taliban'ın el-Kaide unsurlarına ABD ve bölgesel çıkarlara açık bir tehdit oluşturmamaları şartıyla koruma ve sığınak sağlaması karışımına dayanıyor. “Taliban”ın “Horasan İslam Devleti” ile ilişkisi ise kelimenin tam anlamıyla her yönüyle çelişkili bir ilişki. Bu çekişmeyi haklı çıkaran derin ideolojik nedenler var. “Taliban”, ülkeyi meşru liderlerinin ve din adamlarının İslam şeriatına dair anlayış ve algılarını dikkate alan dini bir vizyona göre yönetmeye çalışan yerel bir Afgan hareketi. Buna karşılık Afganistan'ın tamamı ile İran, Pakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Tacikistan'ın bazı bölgeleriyle ilgilenen “Horasan grubu”, “Taliban” liderlerini en büyük düşman ABD ile iş birliği içinde görüyor. En büyük hedefi, söz konusu bölgelerde Irak ve Suriye'deki sözde İslam devleti ortadan kaldırılmadan öncekine benzer bir İslami yönetimle yönetilecek bir devlet kurmak. Örgüt, kadınlara karşı da “Taliban”ın dışlayıcı görüşüyle çelişen farklı bir yaklaşıma sahip. Kadını, İslam devleti için propagandanın etkili bir unsuru, devlete ve liderine bağlılıklarından emin olmak için hemcinslerini gözlemleyen ve bazı savaş eylemlerine katılan bir mücahide olarak kabul ediyor. "Horasan örgütü" ülkenin güney bölgelerinde yayılıyor, başkent Kabil'e, nüfusu sınırlı bazı eyaletlere, Şiilerin çoğunlukta olduğu bölgelere saldırılar düzenliyor.
"Taliban" buna ilaveten Penşir eyaletinde Tacik kökenli oğul Ahmed Şah Mesud tarafından yönetilen bir isyan ve direniş hareketiyle de yüzleşiyor. Ancak bu direniş şu ana kadar sınırlı bir etkiye sahip ve Taliban güçlerine saldırılar düzenlemesi için gerekli kaynaklardan yoksun olsa da Taliban'ın Peştun olmayan etnik bileşenleri dışlama politikasından duyulan memnuniyetsizliği ifade ediyor. Bu da dünyanın birçok ülkesinde var olan Taliban'ın uluslararası tanınma için yetersiz olduğu düşüncesini destekliyor, onun izolasyonunu artırıyor, uzayacak gibi görünen bir zaman içinde Afganların çektiği acı ve sıkıntıları büyütüyor.
TT
Taliban yönetiminde Afganistan: Acı ve şüphelerle dolu bir yıl
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة