Sam Mensa
TT

Lübnan: Katmerleşen inat ve üçüncü yol

Mü’min aynı delikten iki defa sokulmaz.   
Lübnan’da yaşanan aynı trajedilerin, hataların ve yanlışların tekrarı, hadis-i şerifte dile getirilen bu hikmetin kendisine kulak verecek kimse bulamadığını gösteriyor.
Bugün Lübnan’ın sokulduğu delik bir değil iki; ilki, hayaleti her anayasal seçimle birlikte ortaya çıkan, her zaman yasaklara yönelten, ülkenin en yüksek ulusal çıkarKatmlarının lehine bir politikayı benimsemesi konusunda kendisine güvenilemeyecek taraflarla kapatılmaya çalışılan “boşluklar” korkusu krizinin tekrarıdır.
Lübnan'da 2018 ve 2022'de Hizbullah ve müttefikleri tarafından kendi ölçülerine göre biçilen hibrit bir yasaya göre genel seçimler yapıldığında olan buydu.
Keza 2016'da Hizbullah, cumhurbaşkanlığı makamındaki 29 ay süren zorunlu bir boşluktan sonra seçilmesi için Mişel Avn'ı dayattığında da bu olmuştu.
O zaman Hizbullah’a ve müttefiklerine karşı tek cephe sayılamayacak tarafların safları arasındaki bölünmeler, garip ve tuhaf bir dizi Hristiyan uzlaşmalarının gölgesinde Mişel Avn Cumhurbaşkanı olmuştu.
İkinci delik, herhangi bir seçimin sonuçlarının istenen çözüme yönelik ilk adım olacağı inancıdır. Gevşek sloganların, parlak vaatlerin egemen olduğu son genel seçimlerde de böyle oldu. Muhalefet güçleri ya da çoğu, seçimleri yönetici sınıfın egemenliğinin yıkılmasının, siyasi sınıfın yenilenmesinin ve güç dengesinde bir değişimin aracı olarak tasvir etti. Egemenliğin geri kazanılmasının, ekonomik ve mali reformun ve yolsuzlukla mücadelenin kapısı olarak betimledi. Ama sonuçlar tam bir hayal kırıklığı oldu. Muhalefet, tek cephe olarak seçimlere girme testinde başarısız olduktan sonra, ikinci testte, yani Temsilciler Meclisi başkanı ve yardımcısı seçimlerinde de başarısız oldu. Hükümeti kurması için bir başbakanın görevlendirilmesi testinden geçemedi. Bu muhalefetin kopuk, parçalı, büyük ve küçük olsun hiçbir mesele üzerinde uzlaşamamış olduğu her geçen gün daha açık bir biçimde ortaya çıkıyor.
Tüm bunların ortasında, herkes odadaki fili görmezden geliyor. Sopalar, havuçlar veya yetersiz tecrübe ve performans ya da özel çıkarlarla hepsinin, kontrolü elinde tutan tek tarafın yönlendirdiği “kuklalar” haline geldiklerini bilmezden geliyor. 
Bugün cumhurbaşkanlığı seçimleri de aynı dengeye tabi; cumhurbaşkanlığı makamında oluşacak boşluktan korku. Seçimlerin yapılmamasının haklarını etkilediği düşünüldüğünde, bu korku özellikle Hristiyanlar arasında daha güçlü. Söz konusu dengenin diğer tarafında da seçimleri ülkenin tüm sorunlarının panzehiri olarak göstermek yer alıyor.
Oysa bilindiği üzere ülkedeki güç dengesi değişmedi, İran’ın bir kolu olan Hizbullah halen baskın ve bilhassa Viyana müzakereleri nükleer anlaşmayı herhangi bir biçimde canlandırmakta başarılı olursa, bölgesel iklim de onun lehine.
Öte yandan Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Rusya'nın talebi üzerine mevkidaşı Beşşar Esed’e karşı bir açılım başlattığına dair işaretler var.
Buna ek olarak, etkili Batılı ülkelerin daha büyük endişelerle meşgul olmaları, onları şimdiye kadar izledikleri politikaya, yani ülke içindeki en güçlü tarafların çıkarlarıyla ilgilenmeye bağlı kalmaya sevk ediyor.
Lübnan'da bu taraf rakipleri değil Hizbullah'tır.
Bu acı pastanın üzerini süsleyen son kiraz, etkili Arap devletlerinin Lübnan'dan ve onun politikacılarından ümidi kesmelerinin ardından onu hesaplarından çıkarmalarıdır.
1976'dan bu yana Lübnan, anayasal usullere ve tarihlere uygun normal bir cumhurbaşkanlığı seçimlerine tanık olmadı. Bununla birlikte özellikle Hristiyanlar, Suriye'den İsrail ve İran'a çeşitli işgaller altında da olsa seçimlerin yapılması ve kim olursa olsun seçilmesi konusunda ısrarcı olmayı saplantı haline getirdiler. Bu, diğer faktörlerin yanı sıra bizi bugün bulunduğumuz noktaya getirdi.
O halde, bu seçimi bir değişim ve kurtuluş için bir hareket noktası yapacak olan ne? "Hizbullah"ın Lübnan üzerindeki vesayetini arttırmasından bu yana yapılan tüm seçimlerde olduğu gibi, sözde parlamenter çoğunluğa sahip olan muhalefetin liderlerinin pazarladıkları gibi genel seçimlerin sonuçlarının aksine sonuçlanmasını ne sağlayacak?
Oysa muhalefet, Hizbullah’ın hedefine ulaşmak için uzlaşı veya engelleme yoluyla da olsa istediği cumhurbaşkanını seçtirmeyi başarması durumunda ülkeyi bekleyen varoluşsal risklerin büyüklüğünü tamamen görmezden geliyor.
Niçin faydasız olduğu kanıtlanmış, kendisi için en geçerli tanımın “havadan iplere tutunmak” olduğu bir siyasete bağlı kalınıyor?
Mevcut koşulların gölgesinde başkan kim olursa olsun, mevcut bunalımlı durumu değiştirmeyecek bir seçim için çaba harcamanın ve göstermenin anlamı nedir? Aynı ata bahis oynamak aynı sonucu elde etmek değil mi? Anayasa, birçok ihlal nedeniyle yıpranmış ve delik deşik olmuş, devlet devlet olmaktan çıkmış, ülke hala işgal altında olup işgalcinin sadece kimliği değişmişken anayasal prosedürlere neden bağlı kalınsın?
Cumhurbaşkanlığı, yasama veya yerel olsun seçim ilkesini sorgulamak amacında değiliz, çünkü seçimler özgür dünyada ve demokratik ülkelerde siyasetin aksiyomlarından biridir. Ancak Lübnan gibi belirli bir mezhepten/dinden, geniş bir Hristiyan kesimle birlikte yaşamasına rağmen yabancı bir ülkeye organik bağlılığını deklare eden silahlı bir grup tarafından kontrol edilen bir ülkede, seçim sonuçlarına itimat etmenin Lübnanlıların aşırı yanılsamalarından bir başkası olduğu konusunda uyarmak gerekiyor.
Bilhassa siyaset, toplum, geniş Hristiyan kesimlerde su yüzüne çıkan, 1920'de kurulan ve yüzüncü yılına bitkin, hasta giren Lübnan oluşumuna dair sorgulamalara işaret eden gelişmeler ışığında.
Bu kesimler, hepsi tehlikeli olan yollar izliyorlar. Bu yolların ilki, göçtür. Ülkeden ayrılmanın bir yolunu bulan herkesin göç etmeye teşvik edildiğini, göç edemeyenlerin de teslim olma, oldubittileri kabul etme, koşullara uyum sağlama yoluna gittiklerini kanıtlamaya gerek yok. İkincisi, kurtuluşu sözde Sünni çoğunluğa karşı azınlıklar ittifakında görenlerin yoludur. Ama bu yol aslında celladın kollarına sığınmak, bölge veya dışındaki despotluklarla özdeşleşmektir.
Ortodoks Rusya’nın Ortodoks Ukrayna’ya karşı savaşı sanki başka bir gezegende yaşanıyor, Suriye rejiminin Lübnan’da ve özellikle de Hristiyanlara karşı yaptıkları hiç yaşanmamış gibi, Beşşar Esed Suriyesi ve Vladimir Putin Rusyası ile ittifak etmek demektir.
En aktif olan üçüncü yol, federalizm, konfederasyon ve bazen bölünme gibi hayali çözümlerle anavatandaki ortaklardan kaçmaya çalışmaktır. Bu yolun destekçileri, Lübnan'daki iç savaş bu çözümleri denemeye zorladığında, aynı mezhepten “kardeşlerin” kendi aralarında savaşmasına yol açtıklarını unutuyorlar.
Aşırı teşhislerde bulunmak, alevlenmesi Lübnan'ın geçmişte sahip olduğu benzersizliği ve gelecekteki rolünü kalıcı olarak ortadan kaldıracak olan bu gelişmelerle yüzleşmekte artık etkili değil. Mali ve ekonomik çöküntü, banka mevduatlarının buharlaşması, sağlık, eğitim, yargı ve diğer temel direkleri oluşturan sektörlerin çöküşü gibi ülkenin başına gelen tüm felaketlerin bir çözümü var, hepsi reforma ve yeniden inşaya tabi tutulabilir. Gelgelelim Lübnanlıların, özellikle de geniş Hristiyan kesimlerin, kaybettikleri bir vatan lehine düşünce yapılarını yeniden inşa etmek daha zor ve karmaşık bir konu. Kırılmış ince bir camı onarmaya çalışmak gibi.
Bu yollar kötünün iyisidir. Bu aşamada çıkışlar, tekrarı sıkıcı hale gelen iç sebepler ve Lübnan olarak talihsizliğimiz nedeniyle olumsuz olan dış faktörlerden dolayı neredeyse tıkanmış olduğundan, tırmanan göçe veya toplu intihara götüren yollardır.
Yine de içinde bulunduğumuz karanlık duvarda bir gedik açabilecek uzak bir ışık var olmaya devam ediyor. O ışık da tüm mezheplerden ve sosyal tabakalardan aktif seçkinlerin, şiddetli değişim dalgasını yavaşlatmak için Lübnan’ın sabitelerine bağlı kalma kararlılıklarına güvenmeleridir. Anayasanın, Taif Anlaşmasının, Lübnan’ın Araplığının tereddütsüz uygulanmasıdır.
Lübnan'ın tüm bölge ülkeleri arasında kültür ve medeniyet açısından modernite, özgürlük, demokrasi ve çoğulculuk çağının değerleriyle etkileşime en yakın olduğu, hatta bu alanda İsrail ve Türkiye'yi bile geçtiği inancıdır.
Bu değerler Batı menşeli olmakla birlikte, insanlığın ilerlemesi, milli hayatın ve vatandaşlık bağının güçlenmesi için faydalı. Lübnan örneğinde Hristiyan-Müslüman ortaklığını pekiştirmek için gerekli.
Cumhurbaşkanlığı seçimleri peşinde koşan güçler bu seçkinlere katılacak mı, kararlılıklarını takviye edecek ve vizyonlarını destekleyecekler mi? Bunu cevaplamak zor, ama Lübnan'ın kurtuluşunun, silahlardan ve milislerden değil de iyi yönetişim ve yönetimden geçtiği kanaatinin varlığını koruması bir umut olmayı sürdürüyor.