Fayez Sara
Suriyeli gazeteci-yazar
TT

Kartopunu kim durduracak?

Suriye'nin iç bölgelerine daha yakından bakmak, sadece bölgedeki gerilemenin boyutunu göstermekle kalmıyor, aynı zamanda bunun devam ettiğini ve kartopu gibi hızla büyüdüğünü doğruluyor. Bu, Suriye oluşumunu paylaşan her üç fiili otorite bölgesi için de geçerli. Birinci otorite, ağırlıklı olarak Halep'ten Dera'ya kadar olan merkez bölge ile sahil bölgesini kontrol eden Esed rejimi tarafından temsil ediliyor. İkincisi, kuzeybatıda uzanan, merkezi İdlib ve Halep kırsalı olan Türk kontrol bölgesi. Üçüncüsü, Kürt Demokratik Birlik Partisi (PYD) liderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) tarafından kontrol edilen ve ağırlıklı olarak doğu Halep'ten Rakka'ya, Haseke ve Deyrizor'un bir kısmına kadar uzanan Fırat'ın doğusundaki bölge. Suriye'de gerileyen durumun temel nedeni, yöneten ve otoriteyi elinde tutan milislerin, radikal ve silahlı güçlerin iflasında ve sınırlı yeteneklerinde yatıyor. Bu durum, özellikle Heyetu Tahriru’ş Şam (HTŞ) ve silahlı muhalefet oluşumlarının kalıntılarının bulunduğu Türk kontrol bölgesini yöneten kuvvetler için geçerli. SDG tarafından kontrol edilen ve sınırlı etki ve nüfuza sahip yerel çıkar gruplarla birlikte aşırılıkçı PYD tarafından yönetilen Fırat'ın doğusunda da neredeyse durum aynı. Geçmişte devleti ve toplumu yöneten Esed rejimi bile bir hükümetten ziyade yukarıda bahsettiklerimiz gibi milislere ve silahlı çetelere dönüştü. Gerilemenin ve bu durumun giderek daha da hızlanmasının ilerlemesinin ikinci nedeni, bireysel ve toplumsal düzeyde Suriyelilerin insani ve maddi güçlerinin uğradığı tahribattır. Nüfusun çoğunu etkileyen öldürme ve yaralama eylemlerine, tutuklamalara ve yerinden edilmelere ilaveten Suriyelilerin geçim kaynakları ve işleri yerle bir oldu. Mülk ve iş gibi maddi güçleri, silah sahipleri tarafından yok edildi veya el konuldu. Malları yağmalandı, çoğunu yolsuzluk ve rüşvet kanallarına, fidye gibi acil durumlara, güvenli sığınak arayışı ile ettikleri göçün maliyetleri için harcamaya zorlandılar. Sonuç olarak BM raporlarının da teyit ettiği gibi Suriyelilerin çoğunluğu en zor koşullarda yaşayan yoksullara ve yoksunlara dönüştüler.
Gerilemenin üçüncü nedeni, sınırlı yerel kaynaklar ve çoğunun, nüfusun çoğunluğunun çıkarına olmayan, daha çok kontrolcü güçlerin, araçlar ve destekçiler olsun çevrelerindekilerin çıkarına göre yönlendirilmesidir. Kaynaklar neredeyse iki tane ile sınırlı, birincisi, petrol ve gaz gibi yatakları kontrol edilerek veya buğday dahil olmak üzere tarımsal ürünlerde olduğu gibi kontrolü altında bulunan otoriteye satışı dayatılarak yapılan yerel ürün ticareti. Bunlara ek olarak vergiler ve harçlar, otoriteler ve onlara yakın milisler tarafından paylaşılan önemli yerel kaynaklardır. İster doğrudan ister uluslararası kuruluşlar tarafından sağlanan yardımlar ve bağışlar yoluyla Suriye'nin iç bölgelerine gönderilen dış kaynaklar ise önemli ölçüde geriledi. Bu yardımların hacmi son yıllarda azaldı. Gurbetçi, göçmen ve mülteci Suriyelilerin ailelerine gönderdikleri yardımların hacmi de kendilerini çevreleyen koşulların gölgesinde geriledi.
Suriye'deki koşulların gerilemesinin dördüncü nedeni, Suriye'de siyasi veya askeri açıdan veya genel olarak Suriye ya da dallarından biri düzeyinde bir çözüm ufkunun olmamasıdır. Fiili otoritelerin gerçeği, bir çözüm olamadıklarını kanıtlıyor. Geçtiğimiz 10 yılda ortaya çıkan ve sona eren başka yönetim örneklerine de tanık olduk. Başka yerlerde olduğu gibi ortadan kalkan ve bir yaşanmış bir hadiseden ibaret hale gelen DEAŞ ‘devleti’ de bu örneklerden biri.
Genel veriler, fiili otoritelerin yönetimi altında Suriye içindeki durumun kötüye gittiğini teyit etse de her biri, kendisini ayıran özelliklerin veya çevreleyen faktörlerin ve çoğu zaman her ikisinin de bir sonucu olarak farklı ivmelerle bu yolda ilerliyorlar. Bu durumda SDG'nin kontrolündeki Fırat’ın doğusu, koşulların en vahim ve kötü olduğu, kartopunun artan bir hızla felakete doğru yuvarlandığı bölgedir.
Fırat'ın doğusunda SDG ve onu kontrol eden PYD, Kandil Dağı’nda konuşlanmış PKK, ideolojisi ve politikalar ile olan ilişkilerinde değil, her düzeyde katı bir politika izliyor. Dahası diğer Suriyelileri bunlara uymaya zorluyor. Kontrolü altındaki yerlerde Arap ve Süryani grupları ideoloji ve politikalara boyun eğmeye zorluyor. Suriyelilere toplu olarak “Rojova” sürecine itilmeyi müjdeliyor. Bu adım (farklı bir renk taşısa da) Baas, DEAŞ, Müslüman Kardeşler süreçleri gibi Suriye’deki zamanı geçmiş katı totaliter projelerden farklı değil.
Herkese Kürt dilinde eğitimi dayatmayı ve herkes için zorunlu askerliği içeren Kürtleştirme politikası, DEAŞ’çılık bahanesiyle etnik ayrımcılık uygulamak, yerinden edilenlerin ve göç ettirilenlerin mülklerine el koyma biçiminden başka bir şey olmayan sahiplerinin bıraktığı mülklerin idaresi, geleceğe dönük bir ulusal projenin politikalarını temsil etmiyor. Aksine gerçekler ışığında çok kötü anlamlar kazanan üstün ve baskın olmanın göstergelerini temsil ediyor. Bu gerçeklerden birkaçı şu:
 PYD’nin başlangıçta Suriye devrimine muhalif olması. El-Cezire Kantonu’nda Kürt gençler dahil olmak üzere eylemcilerin gösteri ve hareketlerine yönelik saldırıları. Saflarında İslamlaşma ve mezhepçilik ortaya çıkmadan önce, silahlı muhalif oluşumlara karşı milislerinin yürüttüğü ilk savaşlar. Rejimle ilişkileri ve askeri güvenlik teşkilatı başta olmak üzere kurumlarıyla iletişim ve ilişkilerinin devamlılığı.
SDG ve PYD, Suriyelilerin tartışabileceği ve benimseyebileceği bir konu ve belki de en iyi seçenekleri olan özyönetim sistemine odaklanmış durumda. Hedefleri arasında DEAŞ’a karşı savaş da var. Bu, Suriyelilerin öncelikleri arasında yer alıyor. Zira DEAŞ militan bir terör örgütü olmasının yanı sıra Esed rejiminin bekası ve devamı için Suriyelilerin öldürülmesine ve boyun eğdirilmesine katkıda bulunduğundan işlevsel bir örgüt. DEAŞ’ın Esed rejimine katkısı ikisine karşı savaşı birleştirme fikrini gerekli kılıyor. Buna ek olarak PYD ve SDG, İran’a karşı da savaşıyor. Bu ikisi Esed rejimi ve İran ile yakın ilişkinin aksine, ABD ile olan ilişkiler ve himaye sistemini sürdürmenin yanı sıra Rusya ile daha yakın ilişkiler kurmaya çabalıyor.
SDG-PYD’nin bu ilişkiler çevresinin ortasında, Kuzey Irak bölgesine ek olarak Suriye Kürt Ulusal Konseyi dahil olmak üzere hem siyasi hem de askeri olarak Suriyeli muhalif grupları içeren yoğun bir düşmanlık çizgisine odaklanılıyor. Ancak bu çizgide en önemli şey, tarihsel, ideolojik ve siyasi boyutların aynı anda iç içe geçtiği Türkiye ile düşmanlıktır. Bu düşmanlık bir yanı ile Suriye Ulusal Konseyi Kürtlerinin yanı sıra Türkiye ile bağlantılı olarak nitelendirilen Suriyeli muhalif grupları da kapsıyor.
SDG ve Türkiye arasında artan gerilim sadece Fırat'ın doğusunu değil, Kuzey Suriye bölgesini ve aynı zamanda Suriye'nin tüm iç kesimlerini bir patlamanın temeline yerleştiriyor. Diğer tüm yıkım hatlarına bir kan ve ölüm yolu daha ekliyor. Suriye ve Suriyelileri kapsamı ve sınırları belli olmayan bir çöküşle karşı karşıya bırakıyor. Bugünkü koşulların ortaya çıkardığı soru şu: Suriye'deki kartopunu herhangi bir taraf durdurabilir mi?