Mustafa Fahs
TT

Irak’ta ses getiren düşüş anı: 30 Ağustos

Bu düşüş anında devlet en az görevi yapan taraftı. Başta ordu ve güvenlik olmak üzere kurumlarını, iktidar ve zenginlik için çatışan güçlerin başvurdukları şeyden uzaklaştırdı. Son olayların görgü tanıklarına göre şiddeti tekeline alamayan bir devlet, bu şiddeti uygulayabilenlerin esiri olur. Devlet dışındaki silahlı kuvvetler bir tehditle karşılaştıklarında hemen şiddete başvuruyorlar. Mevcut Irak krizinde şiddet, sonuçları veya maliyetleri düşünülmeksizin çözümün doğasının bir parçası haline geldi. Bağdat ve bazı güney şehirlerinin sokaklarında yaşanan çatışma sahneleri, silahlı Şii siyasi güçler arasındaki çatışmanın boyutunu ve gelecekte bir arada yaşamalarının zorluğunu gözler önüne serdi. Çünkü Şii tarafları, elbirliği ile devleti ve servetini tükettikten sonra iktidar çoğunluğu ve muhalefet azınlığı için bir formül oluşturamadılar. İşte şimdi kanlı bir şekilde kazanan ve kaybeden denklemine yaklaşılıyor.
Aslında 2003'ten bu yana hüküm süren Şii siyasi güçler, 19 yıldır devlet idaresindeki diğer oluşumların ortaklarıyla birlikte ses getiren düşüşlerinin yanı sıra şu an en zorlu sınavlarını veriyor. Tüm kesimleriyle Irak siyasi sınıfı, barışçıl bir iktidar devrine izin veren istikrarlı bir siyasi sistem kurmayı başaramadı. Ancak yaşananların esas tehlikeli yanı, Saddam Hüseyin rejiminin düşüşünden bu yana Irak'ın tanık olduğu tüm çatışmalardan yapı olarak farklı yeni bir çatışmanın fitilini ateşlemiş olmasıdır. Ağır bedelleri olacak yerel ve uluslararası olmak üzere iki boyutlu bir çatışma...
Yeni çatışmanın yansımalarının yerel doğası gereği Şii-Şii mücadelesi Irak'ın neredeyse tarihi bir kaçınılmazlığı haline geldi. Bunun üstesinden gelmek zor ama imkansız değil -tabii bazı maceracılar geriye kalan aklı başında kişilere kulak verirse-. Çatışmanın iki tarafı, barış içinde bir arada yaşama fikrini ortadan kaldırdı. En tehlikelisi de şiddete başvurmanın her iki tarafın da siyasi çıkmazdan çıkmalarına yardımcı olacak bir çözüm sunmayacak olmasıdır. Şiddete başvurmaları amaçlarına ulaşmalarını sağlamayacak. Bilakis devlet ve toplumdaki birçok çoğunluğun rolünü ve konumunu tehdit edecek. Yeniden şiddet baskın gelirse Irak Şiilerinin, yok olacak şeyleri yerine getirmeleri ve siyasi, kültürel ve sosyal hayatlarını yeniden kurmaları için onlarca yıla ihtiyacı olacak.
Çatışmanın yansımalarının dış doğasına gelince; bu, Şii siyasal İslam'ın iktidardaki başarısız tecrübesinin önemli bir parçası olduğu ve rakip güçlerin çoğunun resmi destekçisi olduğu için İran'la ilişkili. İran şu an eskisinden farklı bir rekabet ve bölünmeyle karşı karşıya. Zira Şii güçler arasındaki rekabet artık kendi çatısı altında değil ve bu rekabetin her yönünü kontrol edemiyor. Bu güçlerden bazıları İran’ın taleplerine cevap vermeyi reddediyor ve ondan farklı olduğunu göstermeye çalışıyor. Bu yüzden Irak'ta İran’ın çıkarlarını temsil edenlerin rolünü sınırlamak için şiddet kullanmaktan çekinmeyeceklerdir.
Ancak İran'ın Şii siyasi güçlerle bağlantısından ve Sadr Hareketi veya Koordinasyon Çerçevesi kitlelerinin tutumundan uzak bir başka yön daha var. Durumu daha kafa karıştırıcı ve gelecekte çözülmez yapan şey, 2003 rejim krizinden doğan bir başka Şii akımının daha var olması. Bu akım 1 Ekim 2019'dan itibaren ulusal bir proje olarak şekillenmeye başlamıştır ve ona boyun eğdirmek imkansızdır. İdeolojik Şii akımlarından ve partilerinden çok farklı bir dinamiği var. Bu yüzden Tahran ileride önceki deneyimle taban tabana zıt olan güçlü bir Irak ulusal Şii grubuna uyum sağlamakta zorluk çekecek.
Buna göre Irak Şii güçleri arasındaki ilişki -bir yanda Sadr Hareketi, Koordinasyon Çerçevesi ve Ekim güçleri ile diğer yanda İran- öncekinden farklı bir yöne kayıyor. Bu ilişkinin en tehlikeli yanı, iki tarafın (Sadr Hareketi ve Koordinasyon Çerçevesi) iki şeyi uygulamak için silaha başvurma eğilimleridir. Birincisi, güç ve düzenin şekline ilişkin görüşleri, ikincisi ise Tahran ile olan ilişkinin şekli. Üçüncü taraf olan ‘Ekim Güçleri’ne’ gelince;, devleti ve ulusal boyutu ve silahlı çatışmanın her iki tarafının da yanında yer almaması, şiddet olasılıklarının daha güçlü olmasına rağmen değişim hareketinin barışçıl bir yapıda öne çıkmasını sağlıyor.