Ahmed Mahmud Ucac
Lübnanlı yazar
TT

Çin ve Hindistan, Ukrayna krizinde Putin'e yardım edecek mi?

Başkan Putin'in evdeki hesabı çarşıya uymadı.
Ukrayna topraklarına girdikten sonra kendisini, askeri, siyasi, diplomatik ve ekonomik bir ikilem içinde buldu.
Belki de en büyük ikilemi, geri çekilememesi ve ilerleyememesidir.
Bu nedenle, büyük ülkelerden destekçilerini dünyanın yüz yüze olduğu tehlikeler karşısında dikkatli olmaları, aksi takdirde kendilerini seçimlerde kaybeden tarafta bulacakları hususunda uyardı.
Özbekistan’daki toplantıda, Hindistan Başbakanı Narendra Modi Putin'e şu anda savaş zamanı olmadığını çünkü zorlukların çok büyük olduğunu söyledi.
Aynı zamanda gelişmekte olan ülkeleri sert bir şekilde vuran gıda ve enerji krizi başta olmak üzere çeşitli krizlere dikkat çekerek, barışı sağlamak için ilerlemenin yolunu bulmanın önemini vurguladı.
Bu tavsiye öncesinde Putin, Çin'in endişelerini anladığını ifade ederek, Çin'i bir müttefikten ziyade destekleyici bir ortak olarak gördüğünü söyledi.
Öyle görünüyor ki, Çin kendi çıkarlarını koruyor ve Putin uğruna kaybetmeyi göze almıyor.
Diğer bir deyişle Putin'i bir ortak olarak görüyor. Şayet kazanırsa, Batı karşısında daha güçlü olacağı için kazançlı çıkacak; ancak kaybederse de Rusya'yı ve Batı ile olan çatışmasında kaynaklarını daha iyi kontrol edebilecektir.
Putin, kuşkusuz durumun garipliğinin farkında. Fakat onu lider yapan bir stratejinin tutsağıdır.
Bundan vazgeçmek onu sıradan bir başkan yapar. Bu stratejideki birincil anahtar, Kissinger'ın dediği gibi, Rusya'nın bir imparatorluk olduğu inancı ve herhangi bir dış işgalinin önünde doğal bir engel olmadığı için güvensiz hissetmesidir. Bu durum, güvenlik kemeri teorisini ya da yakın çevre olarak isimlendirilen bir teoriyi de beraberinde getirmektedir.
Güvenlik kemeri, kendisine bağlı, onunla çalışan ve topraklarının herhangi bir batı işgaline karşı kalkan görevi gören ülkelerin varlığı anlamına gelir.
Nitekim tarihte Fransızlar ve Almanlar tarafından işgale maruz kalmıştır.
Güvenlik kemeri, Sovyetler Birliği'nin dağılması ve NATO’nun sınırlarına girmesinin ardından çöktü. Bu nedenle Putin'in cevabı, Sovyetler Birliği'nin çöküşünün yirminci yüzyılın en büyük hatası olduğu şeklinde oldu.
Rus korkusu karşısında Avrupa'nın, özünü efsanevi Slav ulusal duygusundan alan “Rus emperyalizminin genişlemesi” korkusu var.
Bu korku denklemine göre Putin'in Gürcistan’ı ve Kırım'ı işgal etmesi, güvenlik ve milli duyarlılık nedeniyle Ukrayna'ya girmesi ve Doğu Avrupa ülkelerinin liderlerinin Ruslardan korkması kaçınılmazdı.
Çünkü Rus tanklarının Kiev'i işgal etmek ve hükümetini değiştirmek için ilerlediğini gördükten sonra, onun savaştaki zaferinin güvenlikleri için ciddi bir tehdit olduğuna ikna oldular.
Dolayısıyla, Ukrayna için koşulsuz destek ve Finlandiya ve İsveç gibi ülkelerin NATO'ya katılma telaşı kaçınılmazdı. Böylece Rusya'nın güvenliği koruma ilkesi onun için bir tehdide dönüştü. Avrupa'nın korkusu ise Rusya'ya olan düşmanlığını ikiye katlamasına, silahlanmayı artırmasına ve askeri ittifaklara katılmasına evrildi.
Putin'in enerji silahını kullanması, Avrupa’ya -ekonomisinin Rus petrolü ve gazıyla bağlantısı nedeniyle- bunun bir güvenlik tehdidi olduğunu ve çözümün bağlantıyı hızla kesmek olduğunu hissettirdi.
Böylece Avrupa, ithalatını azalttı ve kemer sıkma önlemleri alarak Rusya'ya toplu yaptırımlar uyguladı.
Bu yaptırımlar, uzun vadede Rus ekonomisini küçültecek ve petrol ve gaz sektörlerini vuracak. Avrupa’nın, Putin'in Rusya'nın ötesine geçen ve özellikle Çin'i hedef alan stratejik hırslarıyla krizinin derinleşmesine sebep olan ABD’ye yönelmek zorunda kalmasının nedeni de budur.
ABD, Putin'in kaybını, Tayvan'a gözünü dikmiş olan Çin'e uyarı mesajı olarak görüyor ve Japonya, Avustralya, Güney Kore ve Tayvan gibi devletlerin yanı sıra Avrupa'yı da arkasına almasını sağlayacağını düşünüyor.
ABD’nin bu kazanımı, engellenmesi gereken rakip olarak gördüğü Çin'in konumunu zayıflatacaktır.
Bu hususta başarısızlık, stratejik ve ekonomik bir kayıp olacaktır. Buradan hareketle Çin'in Putin konusundaki endişesi ve Hindistan'ın uyarısı anlaşılabilir.
Çünkü Rusların Ukrayna'daki askeri yenilgisi, Avrupa'nın birlik içinde olduğunun, ABD'nin askeri dengeleri değiştirebileceğinin ve Çin ve Rusya'nın kırılgan olarak gördüğü liberal kampın hala dayanabildiğinin ve aslında onları hem güvenlik hem de ekonomik açıdan tehdit ettiğinin kanıtıdır.
Başkan Putin için Kiev hükümetini deviremeyeceği, işgal ettiği toprakları elinde tutamayacağı ve Avrupa'nın da eşi benzeri olmayan bir birlik ile karşılık vermesinin ardından enerji silahını kullanamayacağı netleşti.
Ayrıca bu silahı kullanarak Rus ekonomisine ve askeri itibarına zarar verdiğini de anladı.
Bu, birçok ülkenin pozisyonlarını gözden geçirmesi ve pusulalarını yeniden ABD'ye veya Çin'e doğru çevirmesi ya da bu iki kutup arasında bir denge sağlamak için yeni hesaplamalara başlaması anlamına geliyor. Bu gerçek, Putin'in elindeki seçenekleri azaltıyor. Çünkü henüz ordusunun kapasitesini tam olarak kullanmadığını söylediği için çatışmayı askeri olarak tırmandırmaktan başka seçeneği yok. Bu da onu Ukraynalılara para ve silah temin edecek Avrupa, ABD, Japonya ve Güney Kore’yle karşı karşıya getiriyor. Diğer taraftan Rusya, aşırı sağ tarafından yıkıcı bir silah kullanmaya zorlanabilir (Samson seçeneği).
Böyle bir durum, şu ana kadar Ukrayna'nın ölümcül silah taleplerine direnen ABD'yi askeri müdahaleye veya çöküşüne yol açacak silahlar kullanmaya yönlendirebilir. Putin'in tansiyonu yükseltme tercihi, Hindistan ve Çin’in korkularını ve endişelerini dile getirmelerini açıklıyor.
Belki de çıkarlarını korumak için savaşı durdurmak, Putin’in asgari kazanımını koruyan bir anlaşmaya varmak ve Ukrayna'yı bitmeyecek bir savaştan kurtarmak üzere müzakerelere başlamak yönünde bir inisiyatif almak zorunda kalacaklar.