Hazım Sağıye
TT

Kutsal baskı cumhuriyetinde kadınlar

Genel olarak Ortadoğu'da, özel olarak da İran'da kadınlar bir vakaya veya kavrama daha yakın görünüyor. Onlar sırf kadın oldukları için gördükleri zulmün çok ötesinde, varlıkları kıyas için bir referans vakasıdır. Çünkü yönetilenler otorite karşısında, erkek tiranlığı tarafından yönetilen evlerde şiddete maruz kalan kadınlara benzemektedirler. Aynı şey, baskı altındaki bir kadının boşanmaktan mahrum bırakılması gibi bağımsızlığın veya ayrılmanın yasak olduğu mazlum gruplar için de söylenir.
Arap sesler, aydınlar ve yazarlar 100 yıldan fazla bir süre önce, cinsiyet eşitliği ve kadınların okuması için çağrıda bulunarak böyle bir gerçekliğe karşı çıktılar. Bölgemiz, İran'da 1979 Humeyni devrimi yapılana kadar zifiri karanlığa süzülen birkaç ışıltılı an yaşadı.
Elbette Ortadoğu’da kadınlara yönelik baskı o yıl doğmadı ve İran da her zaman bunun aktif kalelerinden biri değildi. Nitekim Şah'ın kadın hakları ve eşitliği konusundaki otoritesi nispeten gelişmiş görünüyordu. Kendi yöntemleriyle o dönemde ‘Beyaz Devrim’ olarak bilinen politika içindeki tarım reformları düzeyinde elde ettiği kazanımları takip eden başarılar elde etmeye çalışıyordu.
Ancak 1963'te, özellikle kadınlar ve toprak dağılımı ile ilgili iki reforma karşı çıkan bir adamın önderliğindeki 1979 devrimi, iki tehlikeli şeyi beraberinde getirdi:
Bir yandan, yeni rejimin kadınları köleleştirmesi, devrimci ve cumhuriyetçi bir sürecin parçası olarak geldi. Böyle bir sürecin kadınları özgürleştireceği ve kadın erkek eşitliğini getireceği kanısı yaygın ve hatta kabul edilen bir şeydi. Ancak bu devrim ve cumhuriyet, ‘velayet-i fakih’ teorisine dayanıyordu. Bu teoriye göre din adamları yönetici olarak atanmaktadır ve başlarına da Allah ile bağlantılı biri getirilmektedir. Bu baştaki kişi ülkeyi ve sakinlerini yöneten mutlak ve ebedi bir liderdir. Devrimin ve cumhuriyetin yapması gerektiği gibi kadınlara erkeklere verilen hakların verilmesi yerine, bu devrimle birlikte erkekler de kadınlar gibi haklarından mahrum bırakıldı.
Böylece kadınlara yönelik baskı, eski ve geleneksel anlamlarının yanı sıra modern anlamıyla ideolojik bir hal aldı. Modernite ve eşitlik değerlerine bağlılıklarını bırakıp ihanet eden, sadece ‘anti-emperyalist’ olduğu için ‘veli-i fakih’in yanında yer alan ‘anti-emperyalistlerin’ sesleri bu ideolojiye yöneldi. Programları bu şekilde veli-i fakihinkine yapıştı. Sovyetler Birliği ve kampı on yıl sonra çökse bile bağlılık tek bir sevgiliye doğru tam bir bağlılığa dönüştü.
Ancak diğer yandan dine dayanması ve kutsallığı yükseltmesi sebebiyle Humeynici sapkınlık, eskiden nefret eden ancak aynı zamanda yeni hakkında da endişeli olan tereddütlü kişileri açmaza sokmayı başardı. Böylece bölge, ‘Batılı değerlere’ düşman bir kültürün unsurlarından biri olarak kadınları ezme konusunda kıyasıya bir rekabete sürüklendi ve bölgemizdeki her özgürleştirici ve umut verici tomurcuk yitip gitti.
Bir köşesi halkın ve özellikle ‘reşit olmayan’ kadınlarının asalak hale geldiğini garantiye almak için ‘ahlak polisi’ ve ‘irşad devriyeleri’ tarafından kaplanan İran sahnesinin diğer köşesine son zamanlarda Mahsa Emini'nin cesedi yerleşti.
Mahsa Emini, bir kadın ve bir Kürt olarak iki kez mahkumdu. Molla cumhuriyetinin kıskanılmayacak bir vatandaşıydı. Mahsa'nın katilleri ve onları destekleyenler ise bu hayatta polis, ahirette ise ahlak bekçisi olmak üzere iki kez yargıçtılar.
Bu, rejimle karşı karşıya gelinen başka bir raund. Zira otoritenin ayaklanmaları bastırmak için kullandığı 1980’lerin sonlarındaki İran-Irak savaşının sona ermesinden bu yana, çatışma ilişkisi çok şeffaf bir hale geldi: Her nesil bu yönetime karşı protesto etmeyi alışkanlık haline getirirken yönetim de halkı baskılamayı adet edinmişti.
Bölgelerin ve milliyetlerin hareketlenmelerine ek olarak, öğrenciler 1999'da ayaklandı. 2009'da ‘Yeşil Devrim’ gerçekleşti. Ardından 2017-2018'de ekonomi ile ilgili protestolar ve bunu takiben 2019'da 304 kişinin öldürüldüğü ve 7 bin kişinin tutuklandığı akaryakıt fiyatlarındaki artışa yönelik protestolar baş gösterdi. 2020 yılında ise 176 kişinin ölümüne neden olan, Ukrayna’ya ait bir sivil uçağın düşürülmesine tepkiler yağdı.
Çatışmalara eşlik eden dekor tam İran’a has. Bir yanda kadınların saçlarını kesmeleri ve zorla taktıkları başörtüleri yakmaları gibi sembolik ve etkileyici eylemlerin yanı sıra taleplerin hızla siyasallaşması, bayrak yakılması, ‘diktatöre ölüm’ sloganları atılması ve çarşıya yaklaşan protesto eylemleri... Diğer yanda protestocuların direkt öldürülmesi, internetin ve dışarıyla iletişim kurmaya yarayan araçların kesilmesi ve sayıları veya özgürlük ve ilerlemeye olan düşmanlıkları hafife alınmayacak rejim yanlısı kitlelerin toplanması... Tabii ki her zaman ‘yabancıların’ tutuklandığına ilişkin duyurular yapılmasını ve ‘şüpheli planlardan’ söz edilmesini unutmayalım.
Emini’nin öldürülmesinin ve bunun yansımalarının rejimi devirmeye yetmeyeceği düşünülüyorsa, gözümüzden kaçması mümkün olmayacak kadar çok başka unsur olduğunu unutmayalım. Kadınlar üzerindeki daimi baskıya gelene kadar eşi benzeri görülmemiş insanların sırtına yük bindiren bir ekonomi durumu, ulusal azınlıkların sorunlarının yeniden uyanma olasılığı ve Viyana müzakerelerindeki büyük tıkanma var. Dini Lider Ali Hamaney'in sağlık durumu hakkındaki çelişkili haberler ve ölümünün hakim sınıf içinde bir miras krizine yol açma olasılığı da cabası...
İranlı kadınların rejimin ömrünü kısalttığını ve rejimi, gerek dışarıyla ilişkiler cephesinde gerek zorunlu örtünme ve ‘ahlak polisi’ cephesinde gerekse her iki cephede de taviz vermeye zorlayabileceğini söylesek abartı olmaz. Ancak her halükarda, İranlı kadınların elde ettiği her başarının o ulusun halkları ve hatta bir bütün olarak Ortadoğu halkları için bir başarı olacağı su götürmez bir gerçek.
Çok yaşa İran kadını!