Nebil Amr
Filistinli siyasetçi ve yazar
TT

Lübnan’da Oslo yankıları

Filistin ve İsrail arasındaki Oslo, iki savaşan taraf arasında bir anlaşma veya uzlaşmadan önce, aslında çatışmayı yöneten kuralların muharebe kurallarından uzlaşma kurallarına değiştirildiği bir plandır.
Filistin Oslosu ile Lübnan’da yaşananlar arasında benzer olan şey, kısmi uzlaşma taraflarının hiçbirinin istedikleri her şeyi elde ettiklerini iddia edecekleri zayıf dahi olsa delillerinin olmayışıdır.
Filistin Oslosunda, bu belgeyi hazırlayanlar, beş yıl içinde devletlerini kuracakları uluslararası destekli bir hazırlık yolculuğuna başlamak için anavatanlarına ayak bastıklarını iddia ettiler. O zaman İsrailliler anlaşmayı bir oyla kabul ettiler. Burada Lübnan anlaşması ile olan bazı benzerlikler ortaya çıkıyor. Filistin Oslosunu onaylayan o tek oyun ‘Lübnan Oslosunu’ havaya uçuracak oy olur korkusuyla anlaşma oylama olmadan kabul edilecek.
İsrailliler o zamanlar siyasetin günlük teste tabi tutulacağı bir güvenlik anlaşması imzaladıklarını söylediler. Test sonuçları ışığında rakibin ve İsrail hükümetinin değerlendirmesine göre, Oslo ya Filistin hedefine doğru ilerleyecek ya da İsrail hedefine doğru sapacaktı.
‘Eksik’ Madrid formülünün doğurduğu Oslo ile gün yüzüne çıkan Rabin ve Peres ittifakı gibi, Lübnan anlaşması ile Lapid ve Gantz ittifakı ortaya çıkıyor. Filistin Oslosunun kabul edilmesini sağlayan Arap oyu gibi, Lübnan Oslosunun sponsorlarını sabitleştiren ve Mansur Abbas’ın Lapid ve Gantz’a bol bol verdiği bir Arap oyu var.
Lübnan anlaşması ile Filistin anlaşması arasındaki ortak şey, kapıların ardında gizlenen Netanyahu’dur. Şaron ile yaptığı eski ittifakıyla Filistin Oslosunun manevi babalarını deviren Netanyahu, işte şimdi Lübnan anlaşmasının manevi babalarının benzer şekilde devrileceğine dair söz veriyor. Denklemi değiştirmek ve Netanyahu’yu devirenlerin elde ettiği her şeyi yok etmek için sadece bir oy yeterli. Ayrıca iki anlaşmanın diğer bir ortak yanı, anlaşma için ABD desteğine güvenmenin yersiz olması ve nihai bir garanti sağlamamasıdır. Filistin Oslosunun başına gelenlerin ışığında bu sonuca varıyoruz. Filistin-İsrail anlaşması başlangıçta ABD yönetiminin arkasından yapılmış olsa da, daha sonra ABD anlaşmayı ​​kontrol etmiş, benimsemiş, bağlı kalmış ve bunun için harcamalar yapmıştı. Ancak tüm bunlar, Şaron-Netanyahu ittifakının anlaşmayı hedef alıp içindeki Filistin ile ilgili avantajları boşaltarak yönünü tam tersine çevirmesini engellemeyi başaramadı. Şu anda, Lapid-Gantz döneminde bile Şaron-Netanyahu'nun bizi nasıl bir noktaya getirdiğini gözlerimizle görüyoruz.
Filistinliler -yani Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) halkı- Oslo'ya, onları arkadan ittiren nesnel ve öznel bir durumun baskısı altında gittiler. Lübnan'daki öznel ve nesnel duruma gelince, bunu korkusuzca konuşalım. Zaman ve mekan farklı olmakla birlikte orada ve burada üretilen şeye yol açan sebepler benzer. Mesele başlangıç hızında değil. Burada Hamas’ın Filistin Oslosu üzerindeki tutumuna ve Hizbullah’ın Lübnan anlaşmasına ilişkin tutumuna bir göz atmakta fayda var. Aslında ikisinin tutumunda tamamen bir örtüşme yok ancak üzerinde durulmaya değecek bazı benzerlikler var.
Sloganın itibarını korumak adına o zamanlar söylenen sözler ve yapılan açıklamalar bir yana, Hamas, Filistin Oslosu karşısında anlaşmayı onaylama yükünü FKÖ'ye yüklediği bir politikaya bağlı kaldı. Kapının arkasında durarak maçın gidişatına ve sonucuna karar veren bir hakem pozisyonu aldı. Zaman zaman silahlı direnişi olmasaydı en ufak olumlu sonuca ulaşılamayacağına dair işaretler verdi. Gerektiğinde masayı etrafında oturanların başlarına yıkacak fiili imkanları olduğunu vurguladı. Yatırımın yönü ve yöntemi açısından yakın bir benzerlik var ancak işin rengi şurada değişiyor ki, sonuçlar aynı olacak.
Güç ilişkilerinin mantığı ve krizlerin tutumlar ve politikaların sonuçlarına etkisi ile Lübnan, övgüye değer bir aldatmaca ile de olsa istediği her şeyi elde ettiğini iddia etmesini sağlayan bir şey elde etti. Gantz ve Lapid çifte fayda sağlandığı şeklinde tutumlarını pazarlıyorlar. Bu faydalardan birinin, anlaşmanın Lübnan'ı ‘ekonomik olarak’ içinde bulunduğu ağır krizden çıkarıp böylece İran’a olan bağımlılığından kurtarmak olduğunu söyleyerek seçmenlere hitap eden fırsatçı bir kokusu var. İkincisi ise, anlaşmanın İsrail hazinesine Kariş ve Kana sahasından gelen dolarların yanı sıra milyarlarca dolar getirecek olması.
Lübnanlıların ne kadar olumlu olursa olsun anlaşmayı memnuniyetle karşılamaları, herhangi bir konuda fikir birliğinin olmadığı bir ülkede ve bir halkta görülen ender bir durum. Önümüzdeki günler, yankıları ve sürprizleriyle şu çok önemli soruyu yanıtlayarak bize kesin bir haber verecek:
Bu uzlaşı üzerine başka şeyler inşa edilecek mi?
Göreceğiz…