Remzi İzzeddin Remzi
Mısırlı büyükelçi ve BM eski yetkilisi
TT

Lula da Silva liderliğinde Brezilya’yı önemli roller bekliyor

Birkaç gün önce, eski Brezilya Devlet Başkanı Luiz Inaciao Lula de Silva, Jair Bolsonaro'yu mağlup etti. Seçimler uluslararası arenada büyük ilgi gördü. Bu ilginin nedeni sadece seçimlerin Brezilya ve belki de tüm Latin Amerika’da demokratik sistemin geleceği üzerindeki yansıması değil, aynı zamanda uluslararası sistemdeki siyasi ve ekonomik istikrarsızlığa karşı gelişmekte olan ülkeleri yönlendirmek için yeni bir formül bulmaya yönelik acil ihtiyaçtır.
Ukrayna’da savaşın devam etmesi ve bunun bir yanda Rusya ile Çin, diğer yanda Batılı ülkeler arasında yeni soğuk savaşa dönüşme ihtimaliyle birlikte, pek çok gelişmekte olan ülke tarafsızlık politikalarını veya en azından bir tür tarafsızlığı yeniden canlandırmayı arzulamaya başladı. 16 Mayıs’ta yine bu gazetede yazdığım yazıda, Bağlantısızlar Hareketi’ni orijinal haliyle yeniden canlandırmanın zorluğundan duyduğum üzüntüyü, bununla birlikte yine de Üçüncü Dünya’nın çıkarlarını savunabilecek gelişmekte olan birçok ülkeyi içeren bir formül bulma konusundaki arzumu dile getirmiştim. 
Brezilya hiçbir zaman Bağlantısızlar Hareketi’nin üyesi olmadı, ancak bununla birlikte pratikte ve birçok durumda, özellikle de uluslararası silahsızlanma konularında, hareketin ülkelerinden daha ilerici olabilecek pozisyonlar aldı. Brezilya, uluslararası ekonomik konularla ilgilenen G77’nin önde gelen, en aktif ve etkili ülkelerinden biri olmasının yanında en önemli uluslararası ekonomik oluşumlardan G20 ve BRICS’in de üyesidir. Ancak Brezilya, Bolsonaro'nun iktidarı döneminde uluslararası arenada öncü bir rol oynamamayı tercih etti ve birçok konuda ABD ile uyumlu pozisyonlara yöneldi. Özellikle Trump yönetimi sırasında bu daha belirgin bir şekilde görüldü. Nitekim Bolsonaro’nun çevresel bozulmanın risklerini küçümseme yönündeki tutumu, Brezilya’nın geleneksel duruşuyla tamamen çelişmekteydi.
Şu anda eski Devlet Başkanı Lula’nın seçilmesiyle birlikte pek çok gelişmekte olan ülkenin, Brezilya’nın gelişmekte olan dünyada liderlik çekirdeğinin oluşumuna ivme kazandırabileceği ve gelişmekte olan ülkelerin çıkarlarıyla uyumlu yeni bir dünya düzenine geçişi yönetebileceği yönünde beklentileri var. Ancak Brezilya’nın böyle bir rol oynama ihtimali konusunda da bazı şüpheler var. Çünkü son seçimlerden kaynaklanan benzeri görülmeyen kutuplaşma dolayısıyla,  Lula’nın hareket alanında bariz bir daralma gözleniyor. Brezilya, Lula’nın önceki başkanlığı sırasında uluslararası sahnede lider rolünü güçlendirmeyi başarmıştı. Bu, Lula’nın uluslararası düzeyde yetkin bir diplomatik kadro tarafından desteklenen karizmatik kişiliği de dahil olmak üzere bir dizi sebebe dayanıyordu. Böylece Lula uluslararası alanda büyük takdir gördü ve öyle ki ABD Başkanı Obama onu “belki de dünyanın en popüler politikacısı” olarak tanımladı.
Ancak bugünün Brezilya’sı, ekonomisinin dünyanın altıncı büyük ekonomisi olduğu Lula’nın ilk döneminin (2003-2011) Brezilya’sı değil. Bugün, 2014’ün ortalarından bu yana son 30 yılın en kötü ekonomik krizinden muzdarip olan ülke on ikinci sıraya geriledi. Daha da önemlisi Lula, enerjisinin önemli bir kısmını sağcı muhafazakâr çoğunluğa sahip bir parlamentoyla uğraşmaya adayacak. Ayrıca eyalet valilerinin çoğunluğu Bolsonaro’ya bağlı ve bunlar arasında, gayri safi milli hasılanın yüzde 40’ından fazlasını oluşturan São Paulo, Rio de Janeiro ve Minas Gerais de bulunuyor. Bu nedenle Lula, iç politikalarını uygulamada büyük zorluklarla karşılaşacaktır. Dış politikaya gelince, işler farklı olabilir. ABD ve Rusya gibi birçok kıta ülkesinde olduğu gibi nüfusun çoğunluğu dünyada olup bitenlere çok az ilgi gösteriyor. Bu, Brezilya devlet başkanına ve hükümetine, iç dengeleri hesaba katmaksızın aktif bir dış politika izlemesi için yeterli alan sağlıyor.
Brezilya diplomasisi, Sarney, Collor ve Cardoso’nun (1985-2002) başkanlığı sırasında ekonomi meselelerine odaklandı. Çünkü uluslararası ticaret ve kalkınma, uzun bir kriz döneminden sonra ekonomisini yeniden inşa etme önceliğini doğrudan etkiledi. Böylece Brezilya, dış yardımların politize edilmemesini, ticaret engellerinin kaldırılmasını, teknoloji transferini talep eden ülkeler arasında ön saflarda yer aldı. Lula ve Rousseffe’nin başkanlığı döneminde Brezilya’nın faaliyet alanı uluslararası barış ve güvenlik, çevre ve insan hakları konularını içerecek şekilde genişledi. Bu nedenle Lula’nın başkanlığında Brezilya’nın, önemli ekonomik gruplaşmalardan ikisi olan “G20” ve “BRICS’in” yardımıyla, ekonomik meselelerde olduğu kadar uluslararası politikada da öncü bir rol üstlenmesi bekleniyor. Ayrıca Brezilya, Avrupa Birliği’nden doğrudan yabancı yatırımların en büyük yararlanıcılarındandır. Hindistan, Endonezya ve Güney Kore başta olmak üzere birçok Afrika ve Asya ülkesiyle de güçlü ilişkilere sahiptir.
Uluslararası siyasi meselelere gelince, Brezilya sürekli olarak tarafsızlığını korumuştur. Çünkü gerçek bir düşmanının olmaması gibi kendine has bir özelliğe sahiptir. Dokuz ülke ile sınırlarını paylaşmasına rağmen 150 yılı aşkın süredir hiçbir savaşa girmemiştir (son yaptığı savaş 1864-1870 Paraguay Savaşı’dır). Ayrıca Avrupa, Asya ve Afrika’daki savaş alanlarına uzak olmakla birlikte, ister askeri ister sivil yönetim dönemlerinde, rejim ideolojisinin olmamasının sağladığı bir esnekliğe sahip olmuştur. Tüm bunlar, uluslararası taraflara karşı dengeli pozisyon almasını sağlayan faktörlerdir.
Bugün, yeni bir Soğuk Savaş ihtimalinin yarattığı gerilimle birlikte dünyanın bir yanda Batılı ülkeler, diğer yanda Rusya ve Çin ile dengeli ilişkilere sahip sağlam bir gelişmekte olan ülkeler grubuna acil ihtiyacı var. Ukrayna’da nükleer silah kullanımı kâbusu dolanırken, silahlanmaya son verme ve silahsızlanma konusunda daha fazla çaba harcanması gerekiyor. Bu konuyla ilgili ciddi müzakereler çok uzun süredir ihmal edildi. Bundan dolayı nükleer olmayan bir ülke olarak Brezilya, Lula’nın başkanlığında rolünü yeniden kazanabilir; bu alanda ihtiyaç duyulan liderliği sağlamaya katkıda bulunabilir.
Diğer taraftan Birleşmiş Milletler (BM) ve özellikle Güvenlik Konseyi’nde reform yapılmadan uluslararası sistemde köklü bir değişiklik mümkün olmayacaktır. Brezilya bu alanda ayrıcalıklı bir konumdadır. Çünkü 11 kez konseye seçildi, ki bu diğer daimî olmayan üyelerden daha fazla seçildiği anlamına gelmektedir. Bu nedenle önemli bir katkı sağlamak için gerekli deneyime ve pratik bilgiye sahiptir. Ayrıca uluslararası sistemin reformu için Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu (IMF) başta olmak üzere çeşitli uluslararası ekonomik kurumların geliştirilmesi ve modernize edilmesi gerekmektedir. Bu, ekonomisinin hacmi ve büyük ekonomik güçlerle olan seçkin ilişkileri göz önüne alındığında Brezilya’nın katkıda bulunabileceği başka bir alandır.
Sonuç olarak gelişmekte olan ülkelerin karşılaştığı zorluk, bu ülkelerin çıkarlarının gözetileceği bir vizyonun formülasyonuyla ilgilidir. Gelişmekte olan ülkelerin acilen çıkarlarını savunacak dengeli bir çekirdek grup oluşturmaları gerekiyor. Lula’nın liderliğindeki Brezilya, diğer gelişmekte olan büyük devletlerle birlikte, uluslararası sistemin içinden geçtiği kritik dönemde ihtiyaç duyulan liderliği sağlayabilir.