Hazım Sağıye
TT

17 Ekim’e yönelik bu kinin sırrı nedir?

Lübnan’daki 17 Ekim devrimi ne galip geldi ne de yönetimdeki hâkim yaklaşımı veya büyüyen çöküş sürecini durdurabildi, alışıldık verileri alt üst eden güçlü bir blokla meclise ulaşabildi. Dahası üzerinden üç yıldan fazla zaman geçti. O halde Hizbullah Genel Sekreteri'nin son konuşmasında ona karşı sergilediği nefret ve kin nedendi?
Nedeni ne basit ne de ayrıntılı. İlk kez, Hasan Nasrallah'ın devrim hakkında küstah bir açıklıkla ve böbürlenerek konuştuğunu gördük. Buna göre devrim, ABD'nin Lübnan'da oluşturduğu bir kaos ve sabotaj sürecidir ve buna karşı çıkanların ve bastıranların başında da kendisi ve Hizbullah yer almıştır.
Nasrallah, herhangi bir mücbir sebep olmaksızın bir an için lütfetmiş gibi göründüğü bu gecikmiş yargıda neden bulundu?  
Büyük ihtimalle Hizbullah ve yandaşları, 17 Ekim yenilgisini yeni Lübnan için önemli bir temel durağa dönüştürmeye çalışıyorlar. Tıpkı eski Çekoslovakya'da 1968 devriminin bastırılmasının, ikinci aşamasında bu komünist devlet için önemli bir kurucu durak seviyesine yükseltilmesi gibi. 17 Ekim’i yenilgiye uğratanlara gelince, onlar kumpasın pençesine düşmekten kurtardıkları halkın kurtarıcılarıdır. Böylece Hizbullah’ın göğsünde parlayan kurtuluş, direniş, terörle mücadele, deniz sınırlarının çizilmesi, onur vb. parıldayan madalyalara bir yenisi daha ekleniyor.
Cumhurbaşkanlığı seçimleri bu görevin üzerinde daha ısrarla durmayı gerektiriyor, çünkü bizi bu kumpastan kurtarmakta kim aslan payına sahipse, cumhuriyetin yeni cumhurbaşkanının seçiminde de aslan payı onun olmalıdır.
Nasrallah’ın direnişçileri sırtından bıçaklamayacak bir cumhurbaşkanından bahsederken ve bize Emil Lahud ve Mişel Avn ile iki başarılı deneyimi hatırlatırken, nispeten ılımlı bir şekilde söylediği de buydu. Daha zor görevi ise Hizbullah’ın meclisteki bloğunun başkanı Muhammed Raad'a bıraktı ve o da şunu söyledi: “Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kimi istediğimizi biliyoruz ve istediğimizin cumhurbaşkanlığı makamına gelmesi için hareket ediyoruz. İstediğimiz kişi ise direnişçi halkımıza yakışır bir cumhurbaşkanıdır.”
Yukarıda belirtilenlerden en sonuncusu deniz sınırını belirleme anlaşması olmak üzere zaferlerle yüklü Hizbullah'ın kimseyle pazarlık yapmak istemediği açıkça anlaşılıyor. Diğerlerinin umutsuzluğuna ve 2016 yılının uğursuz bir gününde Mişel Avn’ın cumhurbaşkanı seçilmesi konusunda anlaşmaya varıldığında yaşananları tekrarlamaktan yorulmalarına bahse girerek direnişçi halkımıza yakışır bir cumhurbaşkanını empoze etmek istiyor. 17 Ekim’e yönelik karalama konuşmasının bizi uyardığı şeylerden biri de bu. Yani rejimi savunanlar ve devamını sağlayanlar, bu rejimin krallarının münhasır yapıcısı olacaklardır.
Ama eğer bu rejimi savunmak, söylenenlerin, yapılanların ve edilen tehditlerin çoğunun en yakın pratik nedeniyse, bunun Hizbullah direnişi ile Ekim Devrimi arasında var olan hoşnutsuzluğun derin nedenini açıklayan bir arka planı da bulunmaktadır. Hizbullah’ın pozisyonunun teorik öncülleri olarak nitelendirilebilecek bu arka plan aşağıdakilere dayanmaktadır:
- Hizbullah direnişi sürekli bir şiddet eylemidir, silah onun nedeni, amacı ve aracıdır. 17 Ekim Devrimi ise kendisini sivil, barışçıl ve reformist bir eylem olarak sundu.
- Hizbullah direnişi, bir yerli grubun diğer yerli gruplara karşı silahlanmasının ifadesidir. 17 Ekim Devrimi, mezhepleri ve grupları aşan bir halk ve ulusal hareket yaratmayı amaçlıyordu.
- Hizbullah direnişi, esasında kendisini Lübnan'da ve başka yerlerde, bir statükoyu sürdürmek için düşmanlığı sıklıkla kullanılan, yabancı bir düşmanı hedef alan bir direniş hareketi olarak sunuyor. 17 Ekim Devrimi, bir iç yönetim yöntemine ve bariz bir yolsuzluk yönelimine karşı bir tepki olarak doğdu.
- Hizbullah direnişi, savaş ve barış kararlarını veren taraf olarak devleti zayıflatıyor. 17 Ekim Devrimi, devlet içinde demokrasiyi geliştirerek, şeffaflık ve hesap verebilirlik değerlerini pekiştirerek devleti güçlendiriyor.
- Hizbullah direnişi Lübnan'ı tamamen İran ve Suriye otoritelerine bağlıyor. 17 Ekim Devrimi, ülkeyi bölgesel çatışmalar için bir “sahaya” dönüştürme fikrini kuşatıyor.
- Hizbullah direnişi, siyasi kararlarda ideolojiyi hakem yapmak istiyor. 17 Ekim Devrimi ise Lübnan'ı politikaları çıkarları doğrultusunda olan normal bir ülkeye dönüştürmeye çalıştı.
Bu ikisi, nihayetinde, bir araya gelemeyecek iki karşıttır. İçlerinden biri statükoyu sürdürmek ve bunu silahlarla korumak istiyor. Bu nedenle, “direnişin arkasını kollayan” statükoyu savunma şeklindeki doğru tanımını hak ediyor. Diğeri, düşmanla savaşma bahanesiyle, yozlaşmış ve felaket statükonun savunulma olasılığının artık mümkün olmaması için bir şeyleri değiştirmek istiyor.
Bu iki teori daha önce 2005'te çatışmıştı ve Refik Hariri'nin öldürülmesinin ardından yükselen yeni ulusal ajandaya verilen tepki, İsrail ile 2006 savaşına girişmek, ortamı yeniden eski ajanda ile doldurmak ve seferber etmek olmuştu.
İki teori Suriye'de de çatıştı ve Hizbullah savaşçıları özgürlük, değişim ve insani saygınlık taleplerini bastırmak, Beşşar Esed ve rejimini takviye etmek için Suriye’ye yöneldiler.
Bu, şeylerin kökeninde var olan, yükselen ve alçalan, ancak iki taraftan biri ezici bir yenilgiye uğramadan durmayan sürekli çatışmadır.