Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

İran ve Arap politikaları

İran’da devam eden kargaşa hakkında yazmamam yalnızca bilgi eksikliğinden değil. Zira 1999’dan bu yana krizler devam ediyor ve protesto için sokaklara dökülen halk (bu kez kadınlar da dahil) tutuklamalara, ölümlere, göz yaşartıcı gazlara maruz kalıyor ve ardından bu kargaşalar aşırı güç kullanılarak bastırılıyor. 2019’da ayaklanan ve katledilenlerin aileleri ve dostları da şehitlerini anmak için bugünlerde sokağa çıkıyor! Özetle, son yirmi yılın deneyimlerinin de gösterdiği gibi protestocuların direnmelerine, kazanmalarına ve otoriteyi tavize zorlamalarına dair çok az umut var. Artan baskılara rağmen devam eden kargaşaya gelince; konu yeniden ele alınmalı ve ilgisiz kalınmamalıdır.
İran devrimi 1979’da gerçekleştiğinde, herkes bunu dini bir devrim olarak değerlendirdi (karş. Din Devrimi Nedir?, Daryüş Şayegan, 1982). Kitabı o dönemde okudum. Ardından Roy Parviz Mottahedeh’in din adamlarının konumları ve halkın gözündeki önemi hakkındaki Peygamberin Hırkası: İran’da Din ve Politika (1987) kitabını okudum. Kitap beni çok etkilediği ve İranlıları anlamama katkı sağlayacağını düşündüğüm için Arapçaya çevirdim. İran’ı pek çok kez ziyaret ettim. Devrimdeki rolleri, Şah’ın yönetimini devirmek ve İslam’ı egemen kılmak için yaptıkları büyük fedakarlıklar nedeniyle yaşlı ve genç din adamlarının gururuna tanık oldum. Peki, erkek ve kadın göstericilerin sokaktaki din adamlarının sarıklarını çıkaracak kadar nefret duymasının ötesinde ne var?
Irak savaşında savaşan, sonra yüksek bir mevkiye gelen ve şimdi emekli olan mollalardan biri şöyle dedi:
“1980’lerdeki hızlı ve acımasız mahkumiyetlerden bu yana kendimden, mollalardan ve devrimden nefret ettim. Devrim, devletin büyük, orta ve küçük çaplı tüm pozisyonlarındaki binlerce din adamını ölümsüzleştirdi. İlk baskıcı yıllar onlara atfedildi ve şehirlerdeki itibarları etkilendi. Fakat kırsal kesim kendilerine olan sevgi ve saygılarını sürdürdü.”
Kendisine sâdât-ı ehl-i beytten olanlar ile olmayanlar arasında herhangi bir fark olup olmadığı sorulduğunda şu cevabı verdi:
“Şüphesiz, fakat bizim lehimizeydi. Diğerlerinin men ve selvâ aldığını düşünürsek biz sâdâttan değiliz! Sonra Devrim Muhafızları, Besic ve güvenlik güçleri generallerinin yıldızı parlayınca insanların üzerimizdeki dikkati biraz dağıldı. Fakat 2009’da seçim devrimi sırasında, protestocuların din adamları arasından küçük düşürmek istedikleri konusunda seçici olduklarını fark ettim. Onların hedefinde beyaz sarık sahiplerinden ziyade sâdâttan olanlar vardı. 2019’da da aynı şey oldu ama bu kez herkesi kapsadı!”
Evet, İran halkı arasında, özellikle şehirlerde yaş ve kuru ne varsa yiyen mollalara aldandıklarına dair bir his var. Molla arkadaşım insanların bu hususta haklı olduklarını söylüyor. Fakat bunun mollaların hırsız olmalarından değil, daha ziyade bir izlenimden kaynaklandığını ifade ediyor. Nitekim mollalar, sarıkları hakarete uğradıkça daha çok korktular ve ortaya çıkmadılar. Ancak bazıları göstericilerle çatışmak ve onlara karşı polisi desteklemek istemiş olabilir. 1990’lardan bu yana yedi sekiz kez rejime karşı küçük ya da orta çaplı isyanlar gerçekleşti. Bazen kapsamlı, bazen bir veya iki grupla zaman zaman da bazı şehirlerle sınırlı kaldı. 2009'da isyan daha farklıydı çünkü seçim hilelerinden rahatsız olan entelektüellerin isyanı olarak görüldü. 2019 ayaklanması onlarca şehri içine alırken, bugünkü protestolar her yeri kapsıyor. Rejim, en azından şehirlerde popülaritesini kaybetmiş gibi görünüyor. İran’ın uyanışçıları, diğer Sünni uyanışçılarda olduğu gibi modern ulus-devlete karşı çıktı. Saddam’ın onlara karşı savaşı nedeniyle mollalar iktidarda kalırken, diğer uyanışçıların popülaritesi hızla çöktü. Nitekim devletten korkan insanlar, bu kez onlardan korkar hale geldiler. İran’da reformist güçler, Hatemi’nin deneyiminin başarısızlığına rağmen, 2009’da seçimlere açıkça hile karıştırılana kadar seçimler için umut beslemeye devam ettiler.
Molla sözlerine şöyle devam etti:
“Hizbullah başlangıçta, İsrail’e karşı savaşı nedeniyle popülerdi. Lübnan ve Suriye’de onlarla kaynaştığımızda, durumlarının bizimkinden daha iyi olduğunu gördük. Hatta havzalara bizden burs alarak gelenlerin bile durumları bizimkinden daha iyiydi. İran halkının parasının Lübnan, Yemen, Suriye, hatta Irak’ta harcandığına dair bir inanç var! Rejim, halkın sefaletini Amerikan ablukasına bağlıyor. İran’ın sorunlarının sebepleri arasında, özellikle Körfez Arapları aleyhine yoğun bir propaganda yapılıyor. Iraklılara karşı hassasiyetler diğer Araplara göre daha yüksek! Efsanevi devrimin popülaritesi yavaş yavaş sona eriyor. Bunda en çok etkili olan husus, kitlesel ölümler, yaşam sisteminin yok edilmesi ve haksız, maliyetli dış müdahalelerdir!”
Dünyanın farklı yerlerinde meydana gelen sel felaketlerinden “Şarm eş-Şeyh İklim Zirvesine”, “Yeşil Suudi Arabistan” ve “Yeşil Ortadoğu” girişiminden G20 Zirvesi’ne varıncaya kadar İranlı bilge aydınlar, ister Pakistan, Sudan ve diğer yerlerdeki kapsamlı insani yardım açısından ister arabuluculuklar açısından isterse de Ukrayna’dan Afrika Boynuzu’na veya dünya liderlerinin buluştuğu Mısır’a kadar Arap yetkililerinin faaliyetlerini takip ediyor. Herkes onlara sesleniyor ve onlar da enerji piyasalarının istikrar ve güvenliğinin sağlanmasında ve küresel ekonomideki çatlakların kapatılmasında büyük sorumluluklar üstleniyorlar. Buna karşılık ABD’liler Umman Denizi’nde yetmiş ton balistik patlayıcı taşıyan bir İran teknesini ele geçiriyor! Bu patlayıcıların Yemen halkına ve Suudi Arabistan’a karşı savaşlarını sürdürmeleri için “Husilere” ulaştırılması amaçlanıyordu. Gürcüler, ülkelerinde bazı isimlere suikast planlayan İranlıları yakaladılar. İran güvenlik güçleri protestocuları öldürmeye ve hapsetmeye devam ediyor. “Devrim Muhafızları” Hizbullah’ın da yardımıyla Suriye’deki Afgan “Fatımi” milislerini bir yerden bir yere taşıyor. Peki, tüm bunlar İran halkının isteklerinden mi kaynaklanıyor?