Vitaly Naumkin
Rusya Bilimler Akademisi 'Oryantalizm Enstitüsü' Başkanı
TT

Rusya yeni formüllerde ustalaşıyor

‘Kolektif Batı’ ülkelerinin Rusya'ya uyguladıkları eşi görülmemiş mali ve ekonomik yaptırımların yanı sıra askeri ve siyasi baskıların Rusya'nın ekonomisine ve maliyesine bir derece zarar verdiğine şüphe yok, ancak bunları yıkabilmiş değil.
Dahası başta Avrupa ülkeleri olmak üzere bu ülkelerin aldığı zararın daha ciddi boyutta olduğu görülüyor. Son zamanlarda Moskova'da düzenlenen ‘Primakov Okumaları Forumu’nun faaliyetlerinde gözlemlendiği gibi, bir dizi gelişmiş ülkenin yaptırım politikasının da etkisiyle jeopolitik gerilimler ve son yıllarda gelişen ekonomik etkileşim mekanizmalarının hızla bozulması, küresel piyasalarda ve uluslararası ticaret ve ekonomi alanlarındaki işbirliklerinde ciddi sarsıntılara sebep oldu.
Okumaları düzenleyenlerin vardığı sonuca göre, Batılı ülkelerin merkezi rolü ile birlikte bilindik küreselleşme modeli artık etkili değil. Bölgesel işbirliği daha ağır basıyor. Öyle ki, günümüzde bu işbirliğinin geliştirilmesi özellikle Avrasya bölgesinde Rus dış politikasının ana hedefi haline geldi.
Bu doğrultuda bazı adımlardan bahsedilebilir. Örneğin; çok taraflı formatlarda kapsamlı ilişkilerin güçlendirilmesi (Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ), BRICS, Avrasya Ekonomik Birliği (AEB), Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü (CSTO)), bir dizi bölgenin (başta Orta Doğu) dış politika öncelikleri listesindeki sırasının yükseltilmesi, büyük asya devleriyle (Çin ve Hindistan) ilişkilerin kapsamlı bir şekilde geliştirilmesi (kapsamlı bir stratejik ortaklık çerçevesi dahil) ve yakın zamana kadar Rusya’nın varlığının çok zayıf olduğu Afrika kıtasına özel ilgi gösterilmesi (bunun kanıtı olarak 2023’de yapılması planlanan ikinci ‘Rusya-Afrika’ forumu gibi önemli bir olaydan bahsetmek yeterli olacaktır). Bu bağlamda, Rusya'nın Ortadoğu'dan ‘fiili olarak çekilmesinden’ bahseden analistlerle aynı fikirde olmak güç.
‘Kolektif Batı’nın (Asya'da bulunan gelişmiş ülkeleri bile içeriyor) yaptırımlarının sonuçlarını atlatma hamlesinin bir parçası olarak Rusya, enerji kaynakları ihracatını batı yönünden doğu yönüne kaydırıyor. Rusya, aralık ayında ihracat hacmi açısından Yeni Delhi'nin kadim enerji ortaklarını sollayarak Hindistan'ın en büyük petrol tedarikçisi oldu (Kasım ayında Hindistan'a günde ortalama 909 bin 400 varil ham petrol tedarik etti). Uluslararası haber ajanslarına göre bu hammaddelerin Hindistan'a tedarik hacmi ekim ayından bu yana yüzde 4 arttı ve Hindistan ithalatındaki payları yüzde 25'e yaklaştı. Batı'dan Rus petrolü için bir ‘fiyat çıtası’ getirilmesine rağmen, Rus petrolü alımında aktif bir artış var.
Bununla birlikte bu hızlı artış bazı kayıpları da beraberinde getiriyor. Zira bu ülke ve diğer Asyalı alıcılar durumdan faydalanarak büyük indirimler talep ediyorlar. Reuters'e göre Hindistan’da Brent ham petroldeki indirimin ekim ayından bu yana varil başına 5-8 dolardan 12-15 dolara çıktığı iddia ediliyor. Tabii ki bunun Rusya'daki hammadde gelirleri üzerinde sadece olumsuz bir etkisi olabilir. Nitekim Rusya, daha düşük bir fiyata daha fazla petrol satmak zorunda kalabilir. Bu koşullar altında, petrol yine de namı kötü 60 dolarlık (hatta 50 dolar ve bazen daha da az) ‘tavan fiyat’ın bile altında satılmak zorunda kalıyor. Ancak Rusya artık bu fiyatı belirleyen kolektif Batı'ya ve bu karara katılan diğer tüm ülkelere ham petrol tedarik etmeme kararı aldı.
Şubat ayından itibaren Rus petrol ürünlerinin deniz taşımacılığı yoluyla ihracatını sınırlamaya ilişkin kararlar uygulanacak. Aynı zamanda, ajansların analizlerine göre Rusya'nın 2021'de yurt dışına yaklaşık 145 milyon ton işlenmiş yakıt ihraç ederek, yaklaşık 70 milyar dolar kazandığını da burada belirtmek isterim. Peki, Rusya Asyalı tüketicilere yönelik ihracatlarını artırarak bu gelir seviyelerini koruyabilecek mi? Tabii ki evet. Moskova hiçbir şekilde maliyetinin altında petrol satmayacak olsa da bazı uzmanlar, Rus üreticilerin hidrokarbon piyasa fiyatlarında bir miktar indirime hazırlanmak zorunda kalacağını öne sürüyor. Ancak Rusya'nın büyük hammadde kaynakları, herhangi bir yaptırımın sonuçlarını atlatmasına yardımcı olacaktır.
Moskova'nın, yeni indirimler talep eden Asyalı alıcılara bağımlılığı gibi bir şeyden söz etmek pek olası değil. Freedom Finance Global'in önde gelen analistlerinden Natalya Milchakova, Batı'nın dayattığı ‘tavanların’ kolayca idare edilebileceğini düşünüyor. Moskova, fiyat tavanına katılan ülkelere tedarik sağlamayı reddedeceğinden, bu durum piyasadaki petrol fiyatlarını canlandıracak ve sonuç olarak Asya'da hidrokarbon fiyatlarının artmasına neden olacak. Analist yaptığı yorumdaş,“Rusya indirim sunmaya devam edecek. Ancak bu çok önemli derecede olmayacak ve yerel petrol endüstrisi ve bir bütün olarak ülkemizin ekonomisi için felaket oluşturmayacak” ifadelerini kullandı.
Mevcut koşullarda Rusya'nın dış politikasında ‘yumuşak güce’ daha fazla önem vermeye başladığını belirtmek yerinde olacaktır. Öte yandan sözde ‘cancel culture’ (iptal/silme/dışlama kültürü) olayının başarısız olduğu ortada. Geçenlerde Milano'nun La Scala Tiyatrosu yeni dönemini, büyük Rus besteci Mussorgsky'nin yazdığı ve başrolünü ünlü Rus şarkıcı Ildar Abdrazakov'un oynadığı Boris Godunov operasıyla açtı. Yakında İtalyan bale severler bu tiyatroda ‘Fındıkkıran’ ve ‘Kuğu Gölü’ gibi Çaykovski'nin müziği eşliğinde Rus klasik bale performanslarını izleyecekler. Dolayısıyla Rus kültürünün silinip ortadan kaldırılmasının imkansız olduğu aşikâr.
Rusya'nın ulusal çıkarlarını mümkün olan her yoldan savunma politikası ise değişmedi. Rus medyasında, hızla gelişen kapsamlı Rus-Çin ortaklığı ile ilgili hakim olan sınırsız iyimserliğin yanı sıra, daha dikkatli olunması ve en önemlisi, Çin gibi dost güçlerle bile ilişkilerde öncelikle ülkenin çıkarlarının peşinden gidilmesi çağrısında bulunan sesler var. Bağımsız askeri uzman Alexander Khramchikhin prestijli ‘Bağımsız Askeri Analiz’ gazetesinde yüzün ‘doğuya dönülmesine’ verdiği destekten bahsetmekle birlikte, aynı zamanda Rusya'nın Asya politikasındaki yanlış ‘Çin-merkezciliğinden’ de bahsediyor ve ‘ister Batı'da ister Doğu'da olsun, yabancı bir efendi arayışına artık son verilmesi’ çağrısında bulunuyor.
Elbette bu uzmanın kendi değerlendirmeleri hiçbir şekilde Kremlin'in resmi tutumunu yansıtmayıp sadece kendi görüşlerinden ibarettir. Bununla birlikte Rus siyasi elitinin belirli bir kısmı bu görüşleri paylaşıyor gibi görünüyor. Bu çevrelerde, Pekin'in Ruslar için ölüm kalım meselesi olan olaylardaki aşırı tarafsız politikasına karşı derin bir hayal kırıklığı var. Yukarıdaki değerlendirmelerin içeriği, egemenlik, bağımsızlık, dinamizm ve vatanseverliğe dayanan ve tamamen ulusal çıkarların pragmatik savunmasına odaklanan günümüz Rus dış politikasının genel yönünü yansıtmaktadır. Uzman, Çinli dostları kızdırmaktan korkmadan, "Moskova'nın Tayvan'daki krizle ilgili politikası, Pekin'in Ukrayna'daki krizle ilgili politikasıyla tamamen aynı olmalıdır" diyor.
Uzman daha da ileri giderek ‘herhangi bir fırsatta veya bunu beklemeden Tayvan'ın Çin'in ayrılmaz bir parçası olduğunu söylemekten vazgeçmek (en azından Pekin, Kırım ve Ukrayna'nın diğer dört bölgesinin Rusya'nın ayrılmaz bir parçası olduğunu ilan edene kadar) gerektiğini’ de söylüyor.
Bu uzman tarafından yapılan ve uzman çevrelerinde büyük bir yankı uyandıran tüm istisnai değerlendirmeleri, önerileri ve argümanları sayıp dökmeyi düşünmüyorum. Kendisiyle aynı görüşleri paylaşmakla birlikte tüm yorumlarına katılmadığımı söylemeliyim. Örneğin Rusya politikasında Çin çıkarlarına belli bir ‘bağlılık’ olduğu konusunda kendisiyle aynı fikirde değilim. Ancak yine de Asya ile ilgili en cüretkar fikirlerine değineceğim. Uzmana göre ‘AUKUS ittifakının kurulmasına ve bundan ziyade ‘Dörtlü’ ittifakı konusuna daha soğukkanlılıkla ve sakinlikle yaklaşmak mümkün; çünkü her iki oluşum da Rusya'ya değil, Çin'e karşı kuruldu’.
Uzmanın bir söz var ki, Rusların dediği gibi hiçbir kapıdan geçemez: Pekin'in ‘Moskova'ya yardım etmemekle kalmayıp, aynı zamanda üzerinde etkisi olan diğer ülkeleri (en azından Pyongyang, Astana ve muhtemelen Kiev'e yardım sunmaya başlayan Punom Pen) de yardım etmekten caydırdığı’ fikrini nereden edindiği belli değil. Meslektaşlarım ve ben böyle bir bilgiye sahip değiliz ve durumun böyle olduğuna inanmak da istemiyorum.