Salih Kallab
Ürdünlü yazar. Eski Enformasyon, Kültür ve Devlet Bakanı
TT

Açıkça söylenmesi gereken doğrular

Velayet-i Fakih’in başkenti Tahran, oradaki kanlı rejimin istikrarının değirmen taşı ve temeliydi, hâlâ da öyle. Rejim karşıtı Halkın Mücahitleri Örgütü'nün (HMÖ) söylediği gibi Büyük Tahran, Şah'ın güvenlik aygıtı SAVAK'ın son hattıydı. Şu anda ülkeyi tam anlamıyla kanlı bir bataklığa dönüştüren ‘mollaların diktatörlüğüne’ bağlı Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) için de durum aynı.
Geçtiğimiz eylül ayında bir cumartesi gecesi geç saatlerde, Tahran’ın güneyindeki en önemli bölgelerden biri olmakla birlikte fakir bir bölge olan Nazi Abad bölgesinde, bölgeyi ele geçiren ve güvenlik güçleri ile polisi kapı dışarı eden İranlı binlerce gösterici ‘Bu yıl kan yılı’, ‘Seyyid Ali devrilmeli (Ali Hamaney'e atıfta bulunuyorlar)’ ve ‘Diktatöre ölüm!’ sloganları attı.
Daha sonra zengin yerleşim bölgesi olan kuzey Tahran halkı da ‘Hamaney’ aleyhine sloganlar atarak sokaklara döküldü: ‘Özgürlük... özgürlük, özgürlük’. Bu, tüm İran şehirlerinde yankılanıyordu. Hâkim slogan ‘Diktatöre ölüm... Seyyid Ali devrilmeli’ olmuştu. Bütün bunlar olup ve hala da olmaya devam ederken, Hamaney ve Reisi'nin arkasından yürüyen Hasan Nasrallah sızlanıp mırıldanıyor: “Kalkın, rejim ve Dini Lider’in ölümüne ağlayalım!”
İran'daki molla rejimi, ister Humeyni devrimi sırasında, ister bu devrimden önce olsun kardeş İran ülkesine iyi komşular olmaya ve onun kötülüğünden korunmaya her zaman dikkat eden Arap komşu ülkelerine, dış vekilleri ve kolları ile kaos ve yıkım ihraç ederken, ülkesini kanlı bir iç bataklığa sürüklemekte hâlâ ısrar ediyor.
Bugün kendi halkını öldürüp özgürlük ve onurlu yaşam taleplerini reddederken, bir taraftan krizlerini ve hatalarını yurt dışına ihraç etmeye çalışan, sağı solu suçlayan ve yetmeyip Suudi Arabistan'ı bu rejimin dayattığı adaletsizlik ve zulme karşı İran halkının devrimini desteklemekle itham eden Tahran'daki molla rejimine ve Velayet-i Fakih’e net bir mesaj ulaştırılmalıdır.
Ahlak Polisi tarafından başörtüsü takma kurallarını çiğnediği iddiasıyla gözaltına alındıktan sonra hayatını kaybeden Mahsa Emini adlı İranlı genç kızın 16 Eylül’de ölümüyle patlak veren Molla yönetimi karşıtı protestolar dördüncü ayına girerken, İran İnsan Hakları Aktivistleri Haber Ajansı'na (HRANA) göre ‘mollaların’ kanlı baskısının kurbanlarının sayısı yaklaşık 495'e ulaştı. İranlı yetkililer bunu yapmakla kalmayarak oldukça haklı olan bu halk protestoları ile bağlantılı olarak 18 binden fazla İran vatandaşını zindanlara attı. İran bu şekilde özgürlük ve rejimden kurtulmak isteyen kendi halkının evlatlarını öldürmeye ve tutuklamaya devam ederken, başkalarına suçu atmasının bir faydası yok.
Velayet-i Fakih’in devleti Arap komşularına ithamlarda bulunmak yerine tarihe dönmeli ve gerçeklerinin önünde durmalıdır.
1979'da Tahran, tüm dünyanın önde gelen liderleri için bir sığınak haline gelmişti. Bu devrimin tarihsel bir gerilemeye tanık olacağına ve kedilerin çocuklarını yediği gibi tarihin devrimci hareketleri çocuklarını yese de, kendi çocuklarını yiyeceğine kimse ihtimal vermiyordu.
Pek çok Filistinli liderin yanı sıra başta Yaser Arafat olmak üzere çok sayıda Arap lideri devrimi iyiye yormuştu. Gerçekten de İran başkenti, bu devrimin destekçileri için bir menzile dönüşmüştü. Ne var ki, çok geçmeden bu devrimin başarısızlıkları korkutucu bir hal aldı. Böylece İran halkı kısa sürede devrime ve Ayetullah Humeyni'ye sırtını dönerek başka bir yola girdi.
Büyük İran halkının o tarihi anı kısa sürede atlattığı bilinen bir gerçek. Öyle ki, tüm küresel medya kuruluşları, bu halkın cesaretinden ve ‘sarıklıların’ İran Şahı’ndan, peşlerinden gelenlerin de Ayetullah Humeyni ve yandaşlarından devraldıkları sapkınlık ve diktatörlük karşısındaki duruşlarından bahsetmişti!
Şurası kesin ki, Arapların çoğu -hepsi olmasa da- tarihsel sebeplerden dolayı, tüm emelleri Araplara ve Arap ulusuna karşı olan İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi'den rahatsızdı.
İslam güneşinin doğuşundan sonra, tüm evrende birçok radikal değişimin meydana geldiği, İslam'ın tüm insanlık için olmasa da büyük bir çoğunluğu için bir varış noktası haline geldiği ve İran halkı da dahil olmak üzere pek çok halkı nuruyla aydınlattığı bilinen bir şey ve bu asla tartışmaya açık değildir. Şimdiki mevcut İran'dan bahsetmek, önceki, birbirini izleyen tarihsel dönemlerdeki İran'dan bahsetmekten farklı.
İran ne geçmişte ne de gelecekte Arapların öne çıkmasından memnun oldu. Araplar her zaman ve hatta büyük İslam döneminde ve daha önceki dönemlerde, donuk olmayıp hareket halindeki bir ulus olmuştur. Muhakkak ki büyük İslam, bu millete muazzam bir medeniyet ivmesi kazandırmıştır.
Dolayısıyla sevgili İranlı kardeşlerimizin Araplara karşı aldıkları tüm bu siyasi tavırları kesinlikle almamaları ve yaptıklarını yapmamaları gerekirdi, ki hala aynı hareketlere devam ediyorlar. Nitekim dünyanın dört bir yanındaki Müslümanlar, İslam'ın bu büyük İslam olduğunu ve bu hakikatten sapmanın, şu anda şahit olduğumuz tüm bu sapmalara yol açtığını biliyorlar.
İran'ın bir İslam ülkesi olduğu, yaşanan tüm bu çatışmaların yaşanmaması gerektiği, ‘Şii’ bayrağının ‘Sünni’ Müslümanlara karşı çekilmemesi ve Sünnilerinkinin de Şiilerinkine karşı çekilmemesi gerektiği varsayılıyor. Varsayım olmayıp kesin olan bir şey var ki o da, İslam'ın bir olduğu, İran devriminden sonra gördüğümüz tüm bu şeylere kesinlikle izin verilmediği ve bunların hiçbir şekilde kabul edilmeyip tolere edilemeyeceğidir.