Vahdettin İnce
Yazar
TT

Şark'ta gece

Şark’ta gece bastırınca kendinizi bir eski devir masalının tam ortasında bulabilirsiniz.
Van gölü havalisinde geçirdiğimiz birkaç günlük geziden sonra Çaldıran ovasındaki kız kardeşimin köyüne vardığımız zaman artık geceydi. Arabadan henüz inmiştik ki biraz ötedeki evden bir gürültü koptu. Çocukların, kadınların, erkeklerin sesleri birbirine karışıyordu. Gürültüden ne dedikleri pek anlaşılmıyordu. Sadece “kuro, gur!” (oğlum, Kurt!) sözünü duyabildim. Ovada otlayan sürüyü evin önüne kadar takip ettiği anlaşılan Kurt fırsatını bulup bir koyunu kapmıştı. Neredeyse bütün köylüler Kurdun peşine düştüler o karanlıkta. Bulunamadı tabi. Hayali hedeflere sıkılan birkaç kurşun sesi deldi dingin sessizliğini bu temmuz gecesinde lapa lapa yıldızların serpiştirildiği semanın.
Bir tepenin üzerine kurulmuş köy. Kız kardeşimin evi simsiyah uzanan ebeğe ovasına bakıyordu. Evin avlusunda oturmuş siyah bir denizi andıran ovanın çevresinde ışıkları yanan yalılar gibi dizilmiş köyleri seyrediyordum. Ovanın içinde bir iki köy dışında yerleşim yeri yoktu. O köyler de bu gece vakti denizin ortasındaki adalar gibi görünüyordu. Ara ara Çaldıran tarafından köylere giden arabalar uzaktan birazdan iskeleye yanaşacak tekneleri andırıyorlardı. Köylerin ışıl ışıl yanan lambaları göğün göz kırpan yıldızlarıyla yarışın derdindeydiler. Vakit gittikçe ilerliyordu. Gece yarısına doğru yalıların lambaları birer birer söndü. Rakipsiz kalan yıldızlar hala bana göz kırpıyorlardı. Hatıralar denizine çekiyor gibiydiler elimi uzatsam tutacakmışım gibi duran bu davetkar yıldızlar. Kulağımda “kuro gur” sesi.
Yine böyle bir geceydi. Bu sefer kıştı. Apê Miheme her gece olduğu gibi yine bizim evde kış boyunca anlattığı Rostemê Zal masalının son bölümünü anlatacaktı. Köylüler birer birer doldular dedemin başköşede oturduğu odaya. Apê Miheme dedemin yanında üst üste konmuş iki minderin üzerine kurulmuştu. Dedemin kaçak tütününden sardığı cığarasının dumanına kelimeler eşlik ediyordu. Ağzım açık dinliyordum herkes gibi. Rüstem’in bu son bölümde öleceğini kulaktan kulağa herkes duymuştu gündüzden. Nasıl ölebilirdi “Dêwê sor”u (kırmızı dev), “dêwê spî”yi (beyaz dev), “Dêwê Heçkepûz”u (Heçkepûz adlı dev) ve daha nicesini öldüren, girdiği tüm savaşlardan galip çıkan Rostemê Zal? Miheme amcanın gözleri kan çanağıydı. Rüstem’in ölecek olması canını sıkmıştı besbelli. Büyük bir savaş koptu sonra. Kekewus paşa Rüstem’e haber vermeden Elfesya (Efrasyab) ile bir savaşa girmişti. Ve tabi zor durumdaydı. Bir atlı savaş meydanını terk ederek “Li Şarê Zabolê di dîwana Sam de”(Zabul şehrindeki Sam divanında) her şeyden habersiz uykuya dalmış Rüstem’e haber verdi. Rexşê Belek’i (Rüstem’in atı) hazırladı ve savaş meydanına doğru rüzgar gibi uçtu adeta. Sözün tam burasında boğazı kuruyan apê Miheme bana dönerek “birazî, bana bir tas su getir” dedi. Annemler akşamdan su dolu kovayı dış avluya koyuyorlardı. Kalktım, mehtapta parıldayan bembeyaz gecenin aydınlığında tası kovaya daldırırken avlunun tam ortasında bana doğru dişlerini birbirine değdirerek hırlayan bir köpek gördüm. Telaşla içeri kaçtım ve evin avlusunda bir köpek bana hırladı, dedim. Bizim köpek kulübesinde bağlıdır, bu, komşuların midir diyerek dışarı çıktı babam. Sonra oradan içeriye “kuro gur”diye bağırdı. Kurt kaçıp gitti. Köylüler içeri girdi, bana korkudan titreyen dizlerim kaldı. O kış boyunca bir daha kimseye su getirmedim. Miheme amca hiçbir şey olmamış gibi kaldığı yerden devam etti. Yüksekçe bir yerde savaşın gidişatını izledi Rüstem. Kekewus paşa zor durumdaydı. Eliyle bir çınar ağacını söken Rüstem “çi dar, çi çinar, çi Elfesya, êwele Rostemê kurê Zal” (ağaç, çınar, Elfesya fark etmez. Eyvallah Zal oğlu Rüstem) diye bir nara attı. Rüstem’in sesini duyan Kekewus paşa ve ordusuna can geldi ve savaşın seyri değişti. Rüstem Elfesya’nın karşısına çıktı. Kör talihe bakın Rexşê Belek ilk kez tökezledi ve Rüstem’i sırtından attı. Elfesya Kılıcını indirmek üzere Rüstem’in tepesine dikildi. Miheme amcanın eli havadaydı, az sonra Rüstem’in boynuna inecek gibi duruyordu. Öylece kalakaldı Miheme amca. Cemaatte çıt yok. Sonra Miheme amca birden ayağa kalktı ve yaşlı gözlerle “kimse bana Rüstem’i öldürtemez” dedi ve çekip gitti.
Tarihi Tus kentinde Firdevsi’nin müze gibi düzenlenen mezarını ziyaret ediyoruz. Rehber duvara çizilmiş tabloların önünde duruyor, resmin Rüstem’in hangi macerasını anlattığını tiyatral bir edayla anlatıyordu. Son tabloda bir devasa adam atından düşmüş birine indirmek üzere kılıcını havaya kaldırmış vaziyette resmedilmişti. Rehber, bu Rüstem’in ölüm sahnesidir, dedi. Efrasyab burada Rüstemi öldürecek diyerek başladı anlatmaya. Apê Miheme merhumu düşündüm. Kendimi dışarı attım. Apê Miheme’nin öldürülmesine kıyamadığı Rüstem’in öldürülmesine tahammül edemezdim.
Kahramanlar öldürülemezler.