Cemile Bayraktar
Gazeteci-Yazar
TT

Sosyal adaletsizlik ve Müslümanlar

Sosyal adalet kavramı, insanlığın doğa durumundan “uygar topluma” geçişiyle birlikte, ekonomiyle sıkı bağlantılı bir şekilde gündeme gelen kavram. Sokrates, Eflatun ve Aristo eserlerinde “adalet ve yönetim” merkezli ele alınmış olsa da, modern dönemde özellikle Fransız İhtilali ile bağlantılı, kapitalizmle ilişkili olarak ele alınmıştır. Sosyal adaletin ekonomi ile bağlantısını Marks’ın kurduğunu, Weber’in din ile bağlantısını kurduğunu, bununla birlikte Hobbes, Rousseau, Hume gibi filozofların aynı kavramı toplumsal sözleşme dahilinde, devlet/yönetim ile birlikte ele aldığı bilinmektedir. Nihayetinde, İkinci Dünya Savaşı sonrası, savaşın her anlamdaki yıkıcı etkisiyle de, daha fazla kullanılmaya başlanan, Avrupa ülkelerinin anayasalarına giren, temelde zengin ve yoksul kesimler arasındaki uçurumun derinleştiği, işçi sınıfının emeklerinin karşılığını alamadığı, servetin belli zümrelerin elinde toplandığı bir ekonomik sistemin merkezindedir sosyal adalet. Ve bu zulüm sistemine yönelik sağlam bir eleştiridir. Ancak sadece ekonomi başlığı altında kalmayan eğitimde fırsat eşitliğinden sağlığa, kültürel özgünlüğe kadar hemen hemen yaşamın her alanına sirayet eden adaletsizliklere dikkat çekmek, tepki vermek için çözüm amaçlı olarak kullanılan bir kavramdır.
Şimdi ekonomik adaletsizlik verilerine bakalım…
Dünya Eşitsizlik Raporu (2022) verilerine göre, Küresel nüfusun en zengin yüzde 10’u şu anda küresel gelirin yüzde 52’sini alırken, nüfusun en yoksul yarısı bunun ancak yüzde 8,5’ini kazanmaktadır. Küresel gelir dağılımının ilk yüzde 10’luk kısmındaki ortalama bir birey yılda 87.200 Avro kazanırken, küresel gelir dağılımının en yoksul yarısından bir birey yılda 2.800 Avro kazanmaktadır. Küresel servet eşitsizlikleri konusunda küresel nüfusun en yoksul yarısı neredeyse hiçbir servete sahip değil ve toplam zenginliğin ancak yüzde 2’sini elinde bulundurmaktadır. Bugün küresel eşitsizliklerin 20. yüzyılın başlarında Batı emperyalizminin zirvesinde olduğu kadar yüksek düzeylerde olduğu görülmektedir. 19. yüzyılın ortalarından 20. yüzyılın ortalarına kadar dünya üretiminin çok eşitsiz bir şekilde düzenlenmiş olmasından miras kalan küresel ekonomik eşitsizlikleri geri almak bugün bile mümkün olmamaktadır. Bu eşitsizlikleri daha iyi anlamanın bir yolu da devletlerin net serveti ile özel sektörün net serveti arasındaki farka değinmektir. Yani son 40 yılda uluslar önemli ölçüde zenginleşmiştir ancak devletler önemli ölçüde yoksullaşmıştır. Ayrıca, özel servetteki artış, ülkeler içinde ve dünya düzeyinde de eşit bir şekilde gerçekleşmemiştir. Küresel multimilyonerler, son birkaç on yılda küresel servet artışının orantısız ölçüde bir payını ele geçirmişlerdir.

********

Bir dönem, en azından okuduğum yayınlarda, “İslam’da sosyo-ekonomik adalet” konusunun ele alındığını hatırlıyorum. En azından siyasi olarak değilse de İslam düşüncesi içerisinde İslam’da sosyo-ekonomik adalet konusu tartışılıyordu. Bu tartışmalarda, Batı Hristiyan dünyasının ekonomik ve teknolojik ve hatta kültürel ilerlemesine mukabil İslam dünyasının bu hızı yakalayamamasının, ilerleyen yıllarda dünya konjonktüründeki sosyalizm-kapitalizm çekişmesinin, Soğuk Savaş yıllarının etkisi vardı. Yakın dönem diyebileceğimiz bir dönemde İslam’ın kapitalist yorumu ya da Sol İlahiyat gibi başlıklar altında bu konuların tartışıldığını da gördük. Son olarak Türkiye’den örnek verecek olursak, son birkaç on yıldır Türkiye’deki Müslüman dindar kesimin zenginleşmesi üzerinden, anti-kapitalist Müslümanlar gibi grupların ortaya çıkışına şahit olduk. Nihayetinde öyle ya da böyle sosyal adaletsizlikler İslam ile bağlantılı olarak ele alındı.
Ancak son dönemde böyle bir tartışmadan hem yerel hem de küresel boyutta oldukça uzağız. Sosyal adalet ya tartışılmıyor ya da servetin belli imtiyazlı grupların elinde toplanması kanıksanmış gibi… diğer yandan az biraz tartışıldığında ise bu konuda İslam’ın ne dediğine, bireysel olarak Müslümanlara emredilene bakmıyoruz, referans vermiyoruz. En fazla konuştuğumuz şey, israf. Evet, israf da sosyo-ekonomik adaletin ya da sosyal adaletin sağlanması konusunda önemli bir faktör ancak mesele salt ekonomiyle ve israfı ortadan kaldırmakla bitmeyecek şekilde aşırı problemli bir boyuta varmış durumda.
Oysa dünyada küresel bir ekonomik kriz yaşanıyor, kaynaklar azalıyor ancak bunun zararını orta gelirliler ve yoksullar çekiyor, zenginler için durum servetin kaybı değil azalması ya da daha kötüsü, bu krizleri fırsata çevirebilenler de var. Ancak halen olması gerektiği gibi bir sosyo-ekonomik adaletsizlik, sosyal adaletsizlik tartışması görmüyoruz. Tekrara düşecek olsam da yineleyeyim, bu meseleyi konuştuğumuzda da İslam merkezli konuşmuyoruz. Mesela Kuran ve sünnet, mal biriktirme hakkında ne der, tüketim toplumu olmanın İslam’da karşılığı nedir, sosyal adaleti sağlamak kulluğun bireysel bir görevidir, bu noktada ben neredeyim şeklinde sorularımız yok.
Dünyada finans, faiz üzerine bina edilmiş durumda, İslam şeriatı ve İslam ekonomisinin bu sistemde var olabilmesinin imkanları kısmen akademik boyutta tartışılmaya devam ediyor olsa da uzun vadeli çözümler bulduğumuz söylenemez. Üzücü olan ise sosyo-ekonomik adaletsizlik konusunda Müslümanların yaşadığı coğrafyalarda durumun Müslüman olmayanların yaşadığı coğrafyalara göre daha kötü olması. Diğer üzücü olan durum, Müslümanların çözümü İslam’da, çözümün başlangıcını sayılabilecek olan kendilerinde aramak yerine kendilerine düşen kısmı devlete havale edip, beklentiyi de küresel iktisat ve devlet kurumlarına ihale etmiş olmaları.

********

Adalet, İslam’ın temelinde var, bireysel ilişkiden toplumsal ilişkiye kadar her alanda en temel emir. Ayetler ve hadislerin dayandığı en sağlam dayanak, İslam düşünürleri, kelam, fıkıh, tasavvuf, ahlak, devlet yönetimi gibi neredeyse tüm İslami ilimler başlığı altında adalet konusunu ele almış. Dünyevi bir kavram gibi görünen bu kavramın dini ilgilendiren her boyutunu incelemişlerdir. Üstelik İslam için sosyal adalet, sadece ekonomiyle, sadece devlet yönetimiyle alakalı değil. Evet, adil yönetici, adil toplum adaletin tesisi için şarttır ancak bireyin durumu da burada önemli bir faktördür. İslam’ın sosyal adalet prensiplerinde, toplum içerisindeki fertlerin maddi ve manevi seviyesini yükseltmek, fertlerin mutluluğunu arttırmak, ferdin insanlık şerefini korumak, kabiliyetlerini geliştirmek esastır. Bununla birlikte İslam, fertlerin akıl ve bedeni güçlerini toplumun faydasına kullanmaya yönlendirerek onlara yardım etmeyi önermektedir. Bu açıdan İslam’ın ortaya koyduğu toplumsal hakların en önemlisi fertlerin eşitliği ve hürriyetinin korunmasıdır, yani adaletin tesis edilmesidir.
Şimdi dönüp kendimize bir bakalım…
Sosyal adaletsizliklerin, sosyo-ekonomik adaletsizliğin alası karşımızda dururken, bizler Müslümanlar olarak neden sadece devlete, yönetime referans vererek sosyal adalet talep ediyoruz da İslam’ın kaynaklarını referans vermekten uzaklaşıyoruz? Ya da o kutsadığımız devleti, yönetimleri neden sosyal adaleti ikame etmeye davet etmiyoruz? Dahası bunu talep edecek kadar adil olduğumuzdan emin miyiz? İslam’a baktığımızda, sadece Allah-kul arasında bir ilişki yok; evet, kulluğumuz Allah ile bireysel olarak bizim aramızda ama bundan ibaret değil, bundan fazlası var, kulun kulla ilişkisi de kulluğunun bir parçası ve bu Allah ile ilişkimizi de etkiliyor. “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” demekten dilimizde tüy bitti ama bunu o kadar çok ve o kadar eyleme dönüştürmeden söyledik ki sanırım “biz” artık “bizden” değiliz.
Zekatımızı sadakamızı verip, yatsıyı kılınca huzur içerisinde uyuyoruz, elbette bu emirlerin yerine getirilmesi önemli ancak ondan sonrasından da sorumlu olduğumuzu unutuyoruz. Eğitimde fırsat eşitliği de, su kıtlığı da, Nil’in kıyısında sağ kuzu kalmamış olması da, hayatımızın merkezinden İslam’ın yavaş yavaş çekiliyor oluşunun da vebali bizlerin boynunda. Daha önce de dediğim gibi; hep din konuşuyoruz ama dinin ne dediğini dinlemiyoruz. Belki, sosyal adaletsizlikleri tümnden ortadan kaldıramayız ama en azından kendimizden başlayarak sosyal adaletin imkanları için İslam’ı merkeze alarak yol arayabiliriz, ne dersiniz?