Nedim Kuteyş
Lübnanlı gazeteci
TT

ABD, Ukrayna'ya rağmen halen kayıp

Dünya tehlikeli bir yer. Maşrık (Levant) Arapları ve Körfezliler, İran'ın milis gücünü ve nükleer davranışını gözlemledikçe buna kanaat getiriyorlar. Güney Koreliler, Pyongyang'dan gelen her füze haberinde bu tehlikeden emin oluyorlar. Japonlar ile Avustralyalıların da bu dünyanın tehlikeli olduğu hakkında çok fazla kanıta ihtiyaçları yok.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Ukrayna'yı işgal etmeye ve insanlara İkinci Dünya Savaşı'nın dehşetini hatırlatmaya karar verdiğinde, belki de güvenliğin kırılganlığını en çok deneyimleyen Avrupalılar oldu.
Korkanlar çok ve korkutanlar da bilindik. En büyük kayıp ise bir sonraki duyuruya kadar modern dünyanın lideri olarak rolü ve sorumluluklarıyla ABD’dir.
ABD'nin Afganistan'dan kaotik bir şekilde çekilmesi, Washington’ın içe dönmek istediğinin en açık işaretlerini verdi. Geri çekilme, ‘Önce ABD" sloganı altında özünde Amerikan izolasyonunu benimseyen Başkan Donald Trump yönetimi sırasındaki başka türden bir kaostan pek farklı değildi. Selefi George W. Bush'tan Afganistan ve Irak'taki savaşların damgasını vurduğu dünyaya gereğinden fazla müdahaleyi miras alan Barack Obama, bu dönüşümün ön saflarında yer aldı. Dahası Bush'un kendisi bile başlangıçta, 11 Eylül 2001 saldırısı onu tepetaklak etmeden önce, izolasyonun adresiydi.
Gerçek şu ki bugün izolasyoncu Amerikan eğilimler, dünyaya yönelik herhangi bir müdahaleci arzudan daha net görünüyor. Ukrayna savaşından sonra ve Kiev'i silah, para ve siyasi pozisyonlarla desteklemeye yönelik geniş Demokrat ve Cumhuriyetçi desteğin varlığına rağmen ABD'nin küresel konumunun sorumluluklarını üstlenmek istemediği ve kendisine güvenmenin maliyetli olabilecek bir macera olduğu konusundaki uluslararası şüpheler çeşitli biçimlerde kendini göstermeye devam etti. ABD korumasının yeterliliği konusunda şüpheciler kulübüne son katılan Güney Kore Devlet Başkanı Yoon Suk-yeol oldu. Ülkesinin taktik nükleer silaha sahip olma olasılığına atıfta bulunarak, açıkça "ABD'nin nükleer şemsiyesi artık Güney Korelileri rahatlatmak için yeterli değil" dedi.
Beyaz Saray, Güney Kore liderinin sözlerini nadir görülen bir şekilde reddetti. Bu pozisyon, ABD ve müttefikleri arasındaki ilişkinin büyük bir güven boşluğundan muzdarip olduğunun kesin bir beyanını temsil ediyor. Güven boşluğu ya Washington ile ittifaktan istenen getirilerin yerini alacak bölgesel ittifakların yeniden formüle edilmesi ya da ABD ile ittifakın sağlamlığı pahasına bile olsa, öznel kapasiteyi geliştirmeye yönelik hazırlıkları açıkça ifade etmek için baskı yapıyor.
Güney Kore’nin pozisyonunun satır aralarında görünen şey, Avrupa'ya ‘Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) içinde daha büyük bir rol üstlenme, özgün Avrupa savunma gücünü geliştirerek güvenlik alanında ABD'ye olan bağımlılığı azaltma’ çağrısı yapan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron tarafından da ifade edildi. Macron ‘Avrupa'nın savunma gücünün gelişiminin Avrupalıların NATO içinde daha bağımsız olmalarına olanak tanıyacağını’ belirtti.
İsrail ise İran'ın nükleer programıyla başa çıkmak için özel ve bağımsız planları olduğunu artan bir ısrarla ifade ediyor. Bu, Tel Aviv'e yapılması beklenen ABD ziyareti sırasında ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu arasında önemli bir görüşme konusu olacak. İşin aslı şu ki İsrail'den gelen her açıklama, Obama yönetimi bölge devletinin çıkarlarını liderlerinden ve yöneticilerinden daha iyi bildiği temelinde hareket edip, yaygın aksi kanaatlere rağmen İran ile nükleer anlaşmanın bölge için faydalı olduğunda ısrar ettiğinde, İsrail’de ABD'ye karşı büyük bir güven boşluğu oluştuğunu doğruluyor.
Körfez'e gelince; İran'ın nükleer ve nükleer olmayan projelerinin tehditlerine karşı bir güvenlik ve stratejik garantör olarak Washington'a güvenlerinin en düşük düzeyde olduğunu tereddütsüz söyleyebiliriz.
Başkan Joe Biden Ulusal Güvenlik Stratejisi Belgesi’nde ‘dünya çapında Amerikan liderliğine ihtiyacın bugün her zamankinden daha fazla olduğunu’ beyan ediyor. Ancak Asya'dan Avrupa’ya ve Ortadoğu'ya ‘Amerikan liderliğinin’ itibarı, barış, ilerleme ve güveni koruma sorumluluklarının bilincinde olan sağlam ve güvenilir bir ortaklıktan ziyade sadece bir niyet veya siyasi pozisyon beyanından ibaret olarak görünüyor. Bu gerçekten ironik. Ukrayna ve ABD’nin savaşta Kiev'in yanında sağlam bir şekilde duruşunun dışında, Amerikan siyasi davranışı, izolasyoncu eğilimin dünyaya müdahale etme eğilimine baskın geldiğini gösteriyor. Koronavirüs salgını ve Rusya-Ukrayna savaşı nedeniyle küresel ekonominin aldığı çifte darbenin olumsuz ekonomik sonuçları, bunun nesnel nedenlerini çoğalttı. Dünya Bankası bu çifte darbe üzerine dünyanın ‘tehlikeli bir şekilde durgunluğa yakın’ olunduğu konusunda uyardı.
Amerikan siyasi geçmişinin, birbirini izleyen izolasyon ve müdahale döngülerinin uzun bir tarihi olduğu söylenebilir. Örneğin ABD, 1917'ye kadar Birinci Dünya Savaşı'na müdahale etmedi ve hemen sonra yine kendi içine çekildi. Dönemin ABD başkan Woodrow Wilson, Milletler Cemiyeti’nin oluşumundaki ana itici güç olmasına rağmen, ABD Kongresi’ni Milletler Cemiyeti Sözleşmesi'ni onaylama veya ona katılma yönünde oy kullanmaya ikna etmeyi başaramadı. Yine ABD, Japonya Pearl Harbor'ı bombalayana kadar İkinci Dünya Savaşı'na da müdahil olmadı. Bu savaştan sonra Asya, Latin Amerika ve Avrupa'da güçlü bir Amerikan müdahalesi aşaması başladı ve Vietnam Savaşı trajedisiyle sona erdi. Vietnam Savaşı, Washington'ın 11 Eylül 2001 sonrasına kadar terk etmediği yeni bir tereddüt ve izolasyon dalgası oluşturdu. Kuveyt'i Saddam Hüseyin'in işgalinden kurtarmak için yapılan İkinci Körfez Savaşı bile dolaylı olarak ABD'nin küresel barış ve güvenliğin yükünü paylaşan ve Washington’ın sadece ortakların başını çektiği iş birlikçi bir dünya görme arzusunu taşıyordu.
Gerçek şu ki Rusya-Ukrayna savaşına ve ABD'nin bu savaştaki rolüne rağmen Washington’a itimat müttefiklerine yeterince güven vermiyor. Ülkeler arasında yol açacağı tüm gerilimlerle, liderler ve hükümetler düzeyindeki kaygılarla, teşvik ettiği ve Putin'in Ukrayna'daki macerasının son tezahürü olmayabileceği kanlı maceralarla, bu özelliğin uluslararası ilişkilerdeki varlığı belirsiz bir zamana kadar artarak sürecek.