Mustafa Özcan
TT

Karl Marks din konusunda haklı mıydı?

Ali Şeriati devrim devlete dönüştüğünde dinamizmini kaybedeceğini ve tali olarak bulanıklaşacağını ve kireçleşeceğini söylemiştir.  Din duru, safi ve tatlı bir pınar gibidir.  Bununla birlikte ona bulaşan yabancı cisimler akışkanlığını ağırlaştıracak ve engelleyecektir.  Yapısal kireçleşme bu olsa gerek.  Sözgelimi enfüsi dairede de böyledir. İnsanın kalbine manevi çökeltiler dolar ve bunlar temizlenmezse kalbi katılaştırır ve öldürür. Her seviyede durum böyledir. Yine Ali Şeriati ‘dine karşı din’ diye bir kavram üretmiştir.  Madalyonun iki yüzü gibi bir şeyin zehri de panzehiri de kendindendir.  Din, ilahi vasfını kaybettikçe ve beşerileştikçe bir nevi uyuşturucu haline dönüşebilir. Aslının suretini alır ve onun yerine geçer. Dolayısıyla din ilk halini korumak zorundadır. Aksi takdirde beşer elinde zamanla yozlaşır, tanınmaz hale gelir.  

Sözcü gazetesinde yazan Ayşe Sucu ‘din ‘uyuşturucu’ olursa din olmaktan çıkar’ başlıklı makalesinde Nurettin Topçu’ya atıfta bulunarak ve bir gönderme yaparak Mark’ın ünlü sözüne ve tezine ulaşır. Din milletlerin afyonudur.  Nurettin Topçu da mensubu kitleler ve din adamları tarafından dinin tahrifata uğratıldığını düşünür. Hazreti İsa’dan sonra Pavlos ya da Hazreti Musa döneminde Samiri iki tipik örnek değil midir? Kimilerine göre Abdullah İbni Sebe ya da başkalarına göre tulaka/serbest kalanlar böyle değil midir? Evet zaman zaman dinin berraklığından uzaklaşan kitleler kirlenmiş veya kirletilmiş dini algılar, kaynaklarla uyuşturulmuş veya uyuşuk hale getirilmiştir.  Karl Marks alt yapı üst yapı gibi kavramlar üreterek veya kullanarak aslında bazı meselelerde öncülük yapmıştır.  
Karl Marks’ın bu söylemi yüzeyden bakıldığında ürkütücü görünüyor, geliyor. Lakin derinden bakıldığında dana münis ve sıcak duruyor.  Din içindeki yozlaşmalara parmak basıyor. Bu açıdan ilk bakışta Karl Marks’ın söylemi garip gelse de derine inildiğinde pek de haksız veya tutarsız olmadığı söylenebilir. Bilakis.  İndirilmiş dine değil de işlenmiş ve yaşanan dine veya pratiğe yansıtılmış dine baktığımızda veya din ile dini hayata baktığımızda arada dağlar kadar fark olduğunu görmekteyiz. Burada mesele Karl Marks veya Nurettin Topçu değildir. Bilakis sözün kendisi veya tespitleridir.  Söyleyeni kim olursa olsun bu söylemin kendisinin ya da tespitin yerinde olduğunu görebiliyoruz. Şahıs takıntısı yüzünden belki bunu reddedebiliriz, tereddütle karşılayabiliriz lakin fikir takıntımız yoksa kabullenmek zorundayız.  Hz. Peygamber, Lebîd'in, “İyi biliniz ki Allah'tan başka her şey bâtıldır, her nimet de şüphesiz zevâle mahkûmdur” beytini takdir ederek, “Hiçbir şairin ağzından bundan daha doğru bir söz çıkmadı” buyurmuştur. Peygamberimizin cahiliyet şairlerinden Lebid Bin Rebia’yı övmesi gibi Bediüzzaman da dini kesimlerle bilhassa Mehmet Akif Ersoy ile başı hoş olmayan Tevfik Fikret’i övmüştür.  Veya bazı sözlerini övmüştür.  Bazen istikamet ile doğrular farklı mecralarda seyredebilir.  Sahibi farklı kulvarları tercih etse de bazı davranış veya ifadeleri hakkı aksettirmekte ve yansıtmaktadır.  Bundan dolayı ehl-i hak esnek ve dinamik olmak zorundadır.

Karl Marx'ın “Din, baskı altında ezilen yaratığın iç çekişidir; kalpsiz bir dünyanın kalbi ve ruhsuz şartların ruhudur. Halkın afyonudur” sözü iki şıktan ibarettir. Halkın afyonudur ifadesine kadar olan bölüm adeta Hazreti Peygamber ve arkadaşlarının yaşadıklarına tercüman olmaktadır. Sanki bu  satırlarda Bilal-ı Habeşi ve arkadaşlarının ruhu tecelli etmektedir.  Buna mukabil  ‘din milletlerin afyonudur’ ifadesi ise sonraki dönemlere işaret eder.  Nitekim, merhum Macid Arsan Geylani, Emevilerden itibaren fikir,  güce tabi olmuştur demektedir(1). Karl Marks’ın bu sözü veya tespiti İslam müellifleri arasında da farklı seviyelerde karşılık bulmuştur.

Descartes da haklı olarak  ‘hür olmayan düşünce, düşünce değildir’ diyerek fikir ikliminin istibdat ikliminin gölgesinde yeşermeyeceğine parmak basmıştır. Mısırlı Ahmet Raif’in dediği gibi baskı dönemlerinde sembolizm dili ya da fısıltı gazetesi egemen olmaktadır. Günümüzde Marks’a en uzak veya aykırı gelebilecek isimler de bu fikre veya tespite yakın durmaktadırlar.  En azından bir yönüyle benimsemektedirler. Bunlardan birisi de günümüzde hadis alanıyla (sinaatü’l hadis) iştigal eden ‘muhaddis’ Nasirüddin Elbani’dir.  O da geleneksel olarak dinin tahnit edildiğini varsayarak tasfiye ya da Batı’da püritenlik olarak kabul gören yerli bir akıma öncülük etmek istemiştir. Yapmak istediğinin doğruluğu yanlışlığı bir yana geleneksel dini anlayış konusunda Marks ile aynı zemini paylaşmıştır. Nasirüddin Elbani dinin yanlış anlaşılmasının afyon etkisi meydana getireceğini ifade etmektedir (2).  Marks’ın söylemine karşı çıkanlar meseleye tarihi deneyimlerin ötesinde kaynağına veya umumuna bakarak hüküm verenlerdir. Marks da, Galile gibi görünmeden ve çaktırmadan arkadan dünya dönüyor işareti yapıyor.   
Başa dönersek, Karl Marks dinin özüne mi karşıydı, yoksa işlenmiş haline mi? Elbette dinin mazlum kitlelerden yana yorumlanmasından yana idi. Bunun hilafına olan yorum ve uygulamaları afyon olarak nitelendirmesi tabii idi. Kesin inançlılar ya da sabit fikirliler veya vicdanlarını ideolojilere satanlar, muhasebe lüzumu hissetmeyenler Alamut Kalesi sakinleri gibi sonunda hem afyoncu hem de dai olurlar.
Din cevvaliyetini ve akıcılığını kaybederse ruhunu kaybeden beden gibi tortuya ve çökeltiye dönüşecektir.  
 
1-Es Sanamiyye ve’l Esnam,Macid Arsan Geylani,s: 42
2-https://webcache.googleusercontent.com/ search?q=cache:O3aCZE9x5PMJ:https://www.mimham.net/pis-230-4&cd=1&hl=tr&ct=clnk&gl=tr