İmil Emin
Mısırlı yazar
TT

İsveç... İfade özgürlüğü mü yoksa aşırı nefret mi?

Danimarkalı-İsveçli aşırılık yanlısı Rasmus Paludan’ın İsveç'in başkenti Stockholm'de, insanların gözü önünde bir Kur'an-ı Kerim nüshasını yakmasının ardından sadece Arap veya İslam dünyası değil, tüm dünya bir kez daha kendini bir engel, nefret dönemeci ve ayrım noktasıyla karşı karşıya buluyor.
Kapkara bir nefretle sarılmış olan bu ırkçı sağcı, böyle bir eylemi ilk kez yapmıyor. İfade özgürlüğü ile aşırı nefret arasındaki tezatlıklar üzerine bir oyun olduğu sürece muhtemelen bu son da olmayacak.
Geçtiğimiz günlerde yaşanan olayda Paludan'ın sahnede yalnız olmadığı, aksine onu koruyan, destekleyen ve teşvik eden birilerinin bulunduğu dikkat çekiyor. Bu, ırkçılık ateşinin zihinlerde ve kalplerde büyüyüp oradan da etrafa yayıldığını gösteriyor.
İsveç devlet televizyonuna göre İsveçli gazeteci Chang Frick, Paludan'a Türkiye’nin Stockholm Büyükelçiliği önünde Kur'an-ı Kerim yakmasını teklif edip tüm masrafları karşılama garantisi vererek bir gazeteci olarak olayı haber yapma hakkını kullanacağını söyledi.
Öyleyse olayın bireysel bir eylemden çıkıp kurumsal organizasyona olabildiğince yakın bir hale geldiği söylenebilir, ki bu özellikle Avrupalı nefret ve şiddet gruplarının ürkütücü yükselişinin ve Avrupa'daki sağcı akımlara apaçık ve utanç verici yönelimlerin ışığında oldukça beklenen bir durumdu.
İsveç bir kez daha bir yanda İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi tarafından güvence altına alınan ifade ve düşünce özgürlüğü ile diğer yanda dünya çapında yaklaşık iki milyar Müslümanın duygularına ve kutsal değerlerine hakaret edilmesi arasında ayrım yapmaya yönelik gerçek bir sınavla karşı karşıya kalmış görünüyor.
İsveç’in resmi pozisyonu belirsiz ve çelişkili. Aksi halde İsveç Dışişleri Bakanı bu faşist eylemi Müslümanları kışkırtan korkunç bir eylem olarak nitelendirirken, İskandinav ülkesinin İçişleri Bakanlığı'nın Paludan ve arkadaşına gösteri yapmaya ve herkesin gözü ve kameraların önünde bu menfur eylemi gerçekleştirmeye izni vermesinin manası ne?
İsveç'teki olayın getirdiği sorun, bunun Avrupa'nın kaygılı ve sıkıntılı zamanlarında kendisine verimli bir toprak bulan ve ne yazık ki yaşlı Kıta’nın vücudunda habis bir hastalık gibi daha da yayılan sağcı dalganın yolunu yeniden açmasıdır.
Avrupalılar Şovenizm ve milliyetçiliğin yanı sıra Nazizm ve faşizmde vücut bulan ırkçı eğilimlerin bedellerini büyük bir acıyla deneyimledikleri İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden yaklaşık 80 yıl sonra unutkanlık hastalığına mı tutuldular?
Avrupalıları milyonlarca cana mal olan, tek taraflı görüşlerden patlak veren, iç kavgalara iten kin dönemini günümüz nesilleri yaşamamış olabilir. Bu bakımdan şöyle bir soru ortaya çıkıyor: Özellikle İsveç içinde, genel olarak da Avrupada, kalplerde gizlenen öfke dalgalarının tehlikesine karşı uyaran insanlar ve Paludan ile onun gibi günümüzdeki nefret yanlılarının istediği şekilde din savaşları dönemlerini canlandırarak Avrupa'nın bir kez daha ödeyebileceği kan vergisine karşı uyarıda bulunması gereken düşünce ve tarih kurumları nerede?
Özellikle bir kişi veya belirli kişilerin gücünün, insanların dikkatini çekmek amacıyla aldatıcı otoriter fikirlerle bağlantılı bireysel bir projeye hizmet ederek herhangi bir ideolojik slogan altında insanların kültürlerinin siyasi olarak istismar etmeye hizmet edilmesinde kullanılması ve toplumun bazı kesimlerindeki bozuk ve bencil eğilimleri körükleyerek popülarite kazanma çabası dikkate alındığında, Avrupa hiç şüphesiz tehlikeli bir popülizme doğru sürükleniyor. Bu durum açıktan veya gizli bir şekilde kurumlara ve yasallığa tabi olunca daha da kötüleşiyor.
İnsan müthiş bir hayret ve endişe ile şunu sormadan edemiyor:
Avrupalılar filozoflar, düşünürler, yazarlar, öğretmenler ve zayıf değil gerçek kanaat önderleri aracılığıyla Avrupa Kıtası’nın ve ardından  yeryüzündeki birçok ülkenin durumunu değiştiren büyük aydınlanma miraslarını reddedip, başkalarıyla ilişkilerinde marjinal standartlardan başka bir şey tanımayan grupların peşinden mi gidecekler?
Bununla birlikte Avrupa’nın büyük dini kurumlarında halen bir aydınlanma ufku bulunması şans olabilir. Örneğin; Roma Katolik Kilisesi'nin ruhani lideri Papa Francis geceleri dünyanın uykularını kaçıracak ve gündüzleri endişeye boğabilecek ‘aşırı nefret söylemi’ tehlikesinden bahsetti. ‘Hepimiz kardeşiz’ başlıklı ünlü mesajıyla aşırı milliyetçilik sorununu çözmek için ciddi çaba sarf etti. Söz konusu mesajında kelimenin tam anlamıyla bir halktan bahsetmedikleri için ‘halk’ kelimesini çarpıtan içine kapanık popülist gruplara karşı küresel bir duruş çağrısında bulundu.
Avrupa'nın ihtiyaç duyduğu halk, geleceği olan ve farklı ‘ötekileri’ içeren yeni birleşimlere daima açık olan o dinamik organizmadır. Bu birleşim özünü inkar ederek olmaz. Aksine hareket etme, sorma, genişleme ve başkaları ile zenginleşme isteği ile meydana gelir ve bu şekilde gelişebilir.
Özellikle dünya halklarının ölümcül bir ekoloji, kötüleşen bir ekonomi ve patlak vermesi yakın gibi görünüp herkese hükmetmeye hevesli küresel bir savaş gibi çatışmanın dehşetine ve tehlikelere maruz kaldığı böylesine acı verici bir zamanda, iyi bir amaç ve bütün varlıkların çıkarı uğruna hoşgörü ve uzlaşma istikametine, ötekini kabul etme akımına ve milletler ile halklar arasında yaratıcı bir diyalog kurma arzusuna karşı çıkmaya çalışan gerici güçlerin gerçekten olduğuna artık inanmalı mıyız?
Bunu, Rus Ortodoks Kilisesi Moskova Patrikhanesi Halk ve Basınla İlişkiler Sorumlusu Vladimir Legoyda itiraf etti. Zira Paludan'ın Kur'an-ı Kerim'i yakmasını ‘vandallık’ olarak değerlendiren Legoyda, “Başka bir kişi için kutsal olan değerlere 'tükürmek' olmaz. Siyasi mücadelede insanlık sınırları aşılamaz ve dini kutsallar aşağılanamaz” dedi.
Nefret faydasız… Çözüm duvarlar inşa etmek değil, köprüler kurmaktır.